Hikmet Çetinkaya

Başın Dik, İçin Hazin...

01 Eylül 2013 Pazar

Durmadan soluk alıp veriyorsun, karanlık vadilerde, dağların yamaçlarında...
Bir
ışık arıyorsun!
Bu arada
üşüyorsun sen...
Nereye gittiğini bilmiyorsun!
De Andrade’nin o çok sevdiğin “Redingotlu Ölüler” şiirini okuyorsun gecenin içinde...
Yüreğinde
yıldızlar saklı, gözlerin ıslak, ağlıyorsun...
Kimseler görmüyor seni, çocuklar, genç kızlar, delikanlılar...
Havada kan kokusu var, anlıyorsun.
Karanlıkta aşk, hayır
gün ışığında aşk hazindir...
Savaş acı,
savaş ölümdür!
Ve bağırıyorsun o karanlık vadide:
“Hurma ağacısın sen, tiyatroda kimsenin duymadığı çığlıksın...
Başın dik, için hazin!
Sönmüş bütün ışıklar...
Yalnızsın!”
Bir bakıyorsun
deniz kıyısına inmiş...
Yarım kalmış aşklar,
savaşsız yıllar, kırılgan bir gövde geride kalan.
Deniz kabukları,
ağaç kökleri...
Hayatın o daracık boşluğunda De Andrade’nin en kocaman gövdesi, parçalanmış efsaneler.
Savaş alanlarında yürüyor sanki birileri, bitkileri ezmeden.
Çocuksu bekleyişler, hıçkırıklar, yakarışlar...
Duyguların karışmış.
Çok şey anlatmak istiyorsun, ama oyun bitmiş,
perde kapanmış, savaş haberleri verilmeye başlanmış.

\n

***

\n

Senin için yazılmıştı “Redingotlu Ölüler”...
İçindeki
“Redingotlu Ölüler” alay ederdi seninle.
Bir şarkı duyulurdu onların ağzından...
“Derken bir kurt kemirmeye başladı bu redingotları...
Sayfaları, yazıları, hatta resimlerin üzerindeki bu tozları.
Kemirmediği tek şey bu sayfalardan aralıksız duyulan, bitmek tükenmek bilmeyen hıçkırıklardı.
Salonun bir köşesinde dayanılmaz fotoğraflarla dolu bir albüm vardı.
Metreler boyu yüksek sonsuz dakikalarda eski bir albüm yaslanırdı.
Seninle geçirdi içinden geceyi ta içinden anlatılmaz...
Bir şamata çıkarıyorsun şimdi.
Yakarmalar, gramofonlar, istavroz çıkaran azizler, en iyi sabun reklamları, nedenini, niçinini kimsenin bilmediği bir şamata...”
Baştan söyledim sana evladım Carlos!
Yazının başında...
“Bu arada yürüyorsun sen, çölde yürür gibi...
Başın dik için ezik.
Hurma ağacısın sen!
Kimsenin duymadığı bir çığlıksın, çünkü savaş değil barış istiyorsun.”
İçindeki
o ölüler çoğalıyor!
Biliyorsun
karanlıkta aşk, gün ışığında aşk hazindir!
İçini kanatır!

\n

***

\n

Denize ve dağlara bakıyorsun sen!
Işıklara gece yarısı...
De Andrade’nin dizelerinde
kendinle hesaplaşırken ağlıyorsun...
“Hiçbir kitabın anlatamadığı, dilini yalnız rüzgârın, yaprakların ve karıncanın bildiği, insanların yalnızca örtülü bir dinginlikte kapalı gözlere gösterebildikleri bazı yerleri, gizli ve öyküleri arıyor...”
Evet aynen öyle!
“Ve şimdi gecenin bu geç saatinde filim geliyor, ama yorgun dönüyor, titreyen bacakları kırılıp tozlara karışıyor...
Bulamamış aradığını, aradığını ben ve filim kendisinden kendimi gizlemekten hoşlandığım...”
Ben de senin gibi deniz kıyısında, en kalın
ağaç gövdelerine yaslanarak o savaşları, akan kanı, ölümleri düşünüyorum.
Bugün
1 Eylül Dünya Barış Günü çocuğum...
Dağ çiçeğim, bozkır yalnızlığım!
Sömürücülere, faşistlere,
din bezirgânlarına, savaş çığırtkanlarına, emperyalizme karşı “barış” diye haykırıyorum.
Talana, soyguna, vurguna, çokuluslu altın avcılarına bir “yuh” çekiyorum.
Yalnızlığın ve hüznün sesinde...
“Senin öpüşmelerden yoksunluğun çileli hayatlarımız ve büyük bir ayrılık daracık dört duvar içinde...”
O anda
yalnızlığın ve hüznün sesine bir yenisini ekliyorum:
“Savaş değil, barış!”

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları