Hikmet Çetinkaya

Asiye Nasıl Kurtulur?

04 Ekim 2013 Cuma

Bir dağın soğuk dönemecinde ya da soğuk gölgesinde yaşamın dinginliğinden söz etmek istiyorum.
Dağların doruğunda 
mavi bir denizin buluşmasını, gündoğumunu, ayazı düşündüm.
Kara bir leke belki hepimizin üzerinde vardı...
Hepimiz 
suçluyduk!
Diktatör hepimizi suçlarken, kızıp öfkelenirken farkına varmamıştık olup bitenlerin...
Tomas Tranströmer’in “Kara Dağlar” şiirini okurken diktatörleri düşündüm.
Şair, bir otobüs yolculuğunu anlatırken yaşananları şöyle dizeleştiriyordu:
Güneş çevirdi burnunu ve tırmanmaya başladı homurdanarak.
Tıka basa doldurmuştuk otobüsü.
Diktatörün büstü de oradaydı...”
Dünyada gelmiş geçmiş diktatörleri, 
dikta rejimlerini düşündüm.
Almanya’yı, İtalya’yı, İspanya’yı, Portekiz’i...
Ortaçağın karanlığına doğru yolculuk yaptım 
tarihin kanlı sayfalarında...
Kadınlara yapılan 
ayrımcılığa, şiddete, işkenceye tanık oldum.
Buzların gökyüzü gibi mavi olan sabahlarında, hayatın sürgün veren dallarında bir şeyler aradım kendi kendime...

 

***

Birden duygularım alevlendi.
Bir fırtınaya tutulmuş gibiydim...
Eğitim Sen’in hazırladığı bir rapor vardı önümde...
Bir üniversitede “
Biz burada satır istemiyoruz” diyen altı öğretim üyesi hakkında soruşturma açıldığını öğrenince, hiç şaşırmadım.
İşte Eğitim Sen’in BirGün’de yayımlanan raporu...
Kürtçe dil haklarıyla ilgili tez yazmak isteyen doktora öğrencileri bölücülük suçlamasıyla mahkemeye verilmiş...
Demokrasi ve özgürlükler böyle mi gelecekti benim ülkeme?
Eğitim Sen’in raporunu okumayı sürdürdüm...
Kürtçe dil haklarıyla ilgili tez yazmak isteyen 
doktora öğrencileri, bölücülük suçlamasıyla mahkemeye verilmiş...
Demokrasi önce insanların 
kafalarında, yüreklerinde olmalı özgürlükle birlikte...
Gerisi boş!

 

***

Oyalamaya destek veren iktidar medyası.
Yetmez ama evetçiler!
İfade ve basın özgürlüğüyle ilgili hiçbir değişiklik yok ama yandaşlar ve yanaşmacılar televizyon ekranlarında demokrasi sözcülüğü yapıyor.
Şaşırmamak elde değil!
Oysa demokrasinin 
evrensel ölçütleri vardır.
Kitleler, bireyler, örgütler demokratikleşmeye büyük katkı sağlayabilir ama siyasal iktidar böyle bir katılımı istemiyor.
Sendikalar, demokratik kitle örgütleri yok sayılıyor.
İşin özeti şu:
Ben yaptım oldu, bana karışmayın!”
Toplum demokratik haklarını yitirdikçe
 korkuya ve yılgınlığa düşer, çaresizlik içinde çırpınır.
Dünyada bunun örnekleri çoktur...
İnsan 
kendi özünde kaybolur o anda.
Biat kültürüne teslim olur dün değindiğim gibi...

 

***

Türkiye’de yıllardır demokrasi mücadelesi veriliyor!
Nice
 aydınlarımızı, yazarlarımızı, bilim insanlarımızı, emekçilerimizi,gençlerimizi yitirdik bu yüzden.
Yasaklar, zindanlar, işkenceler...
1969’da 
Rahmi Saltuk, Tuncer Necmioğlu ve Ayberk Çölok vb. sanatçının yer aldığı Pir Sultan oyununu Elazığ ve Tunceli’de yasaklayan düşünce, bugün Radikal muhabiri İsmail Saymaz’ı tehdit ediyor...
Demek ki
 43 yıldır değişen bir şey yok benim ülkemde.
Hele hele bir de başkanlık sistemine geçilirse neler gelecek başımıza düşünün.
Aklıma 
60’lı, 70’li yıllar geliyor. 
Vasıf Öngören’in yazdığı “Asiye Nasıl Kurtulur!”
Halk Oyuncuları’nın 
İstanbul Sahnesi’nin yakılması...
Sonraki yıllarda 
Ferhan Şensoy’un kapalı gişe oynanan oyunları ve “Şan Tiyatrosu”nun yakılması...

 

***

43 yıl önce 43 yıl sonra değişen nedir?
Türkiye’nin öyküsü biraz Asiye’ye benziyor...
Gerisini siz getirin!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları