Toplumsal Duyarsızlık Aşılır mı?..

23 Aralık 2013 Pazartesi

İnsanlar olan biteni elbette izliyor.
AKP’lisi de, CHP’lisi de, MHP’lisi de, İşçi Partilisi de, partisizi de, genci yaşlısı, kadını erkeği olan biteni izliyor.
Ortaya çıkan büyük ölçekli yolsuzluklardır. İmara açılan kamu toprakları, ihale yolsuzlukları, usule aykırı krediler, rüşvetler...
Konuyla ilgili soruşturma, belgeleme çalışmaları gizli yürütülmüş, kimi üst görevlilere bilgi verilmemiş, bakanlar haber alamamış, konu ilgili savcılar ve polis tarafından yürütülen bir operasyonla ortaya çıkmıştır.
Şimdi bu durumda vatandaş ne düşünür? Ne düşünmelidir? İş buraya gelince düşünceler, duygular duruma göre, vatandaşın yer aldığı kesime göre değişir mi, değişmez mi?
Vatandaşın şöyle düşünmesi doğru değil midir?
Bu çapta bir yolsuzluk, buralara kadar tırmanmış bir yolsuzluk ortaya çıkarılmalı, suçlular cezalarını çekmelidir. Eğer buraya kadar gelen bir yolsuzluktan haberleri yoksa, sadece adı geçen ya da oğlunun adı geçen bakanlar değil, bütün bakanlar ve Başbakan da istifa etmelidir. Demek ki siz iktidarınızın içinde, yanıbaşında olup bitenlerden ya habersizsiniz ya da olup bitene aldırmıyorsunuz.
Vatandaşın böyle düşünmesi, bu doğrultuda tepki göstermesi gerekirken “sessiz seyirci” durumu nasıl açıklanır?
Konuyu AKP- cemaat çatışması açısından almıyorum. Sadece olup bitene toplumsal tepkiyi görmeye çalışıyorum. Büyük bir yolsuzluk olayı ortaya çıkmıştır. Elbette çok iyi olmuştur. Şimdi oyunun devamında neler oluyor. Buyrun.
Konuyu ortaya çıkaran savcılar etkisiz kılınmaya çalışılıyor, polis şeflerinin yerleri değiştiriliyor, olayı yapanlardan önce ortaya çıkaranların üstüne gidiliyor.
Bu ne demektir?
AKP iktidarı konuyu kapatmaya çalışıyor demektir.
Sislendirme, karartma çalışmaları başladı bile.
Dış güçler, Gezi Parkı planlayıcıları, içerdeki çeteler, iktidarın yıpratılmak istenmesi, üzerine gidilecek devlet içindeki devlet vb. savlarla “ne oldu”nun üzerinin örtülerek “neden oldu” senaryoları üretmek. Her zamanki tutum. Başarılı olur mu? Başarılı olursa neye bağlıdır?

***

AKP döneminde iktidar kutsallaştırıldı. Gözden kaçmaması gereken durum budur.
“Kutsal iktidar” eleştirilirse, yıpratılırsa “kutsala karşı çıkmış olma psikolojisi” yaratıldı. Toplumun dinle ilgili korkulu saygısı kullanılarak “iktidara karşı çıkan, kutsala isyan etmiş olur” duygusu toplumsal bilinçaltına yerleştirildi.
Siyasal iktidarın başı da “kutsal emir” mertebesine çıkarıldı. Başbakan’ın otoriter tutumunun etkileyici olmasında bu durumun büyük payı vardır. Bu nedenle de bilinçaltında bu duyguyu taşıyan vatandaş duralamakta, en açık gerçekler karşısında bile “hele bekleyelim, işin içinde ne var anlayalım” diye kutsal gücün ne diyeceğine bakmaktadır.
“Kutsal iktidar” inancı devam ettiği sürece bloke edilmiş zihinsel işlem gücünün ipotekten kurtulma şansı olmayacaktır. Burada en önemli konu, toplumu ve insanları bu konuda aydınlatmak olmaktadır.
İnanç hakkı kutsal bir haktır.
Herkes istediği gibi inanmakta, inancını değiştirmekte, inanmamakta özgürdür. İnancına göre ibadet etmek de her insanın hakkıdır. Bu hak anayasa güvencesi altına alınmalıdır.
İnanç hakkını, inanma ve inancını istediği gibi yaşama hakkını siyaset için kullanmak ise bu hakka saygısızlık etmektir ve suç sayılmalıdır.
İnancı, inanmış insanların bağlılıklarını, yolsuzlukları örtmek için kullanmak ise büyük bir suç sayılmalıdır. Din değerleri açısından da bu tutum büyük bir saygısızlık, büyük bir suç olmalıdır.
Siyasal iktidar kutsal değildir.
Siyasal iktidar, demokratik olduğu kabul edilen bir sistemde vatandaşların oylarıyla ve seçimle değişir, yerini başka bir siyasal iktidara bırakır.
Bu inanç söyleminin yolsuzlukları örtmek için kullanılması ise her bakımdan yanlıştır ve hiçbir şey bu yolsuzlukların sorumluluğunu örtmeye yetmez, yetmemelidir.
Ama eğer, böylesine açığa çıkmış bir yolsuzluk bile toplumda duyarsızlıkla karşılanır, tepkisiz “hele bakalım, acele etmeyelim, bunlar da neden böyle yapılıyor, tertemiz insanlara atılan bir iftira komplosu mudur?” yollu “sessiz onay” sürecine sokulursa o toplumda demokrasinin “D”si bile ağza alınmamalıdır.
Sorun toplumu bu duyarsızlıktan kurtarmaktır.
İşte, PISA araştırmasındaki “matematiksel düşünme”, “fen bilgisiyle bakma”, “okuduğunu anlama” becerilerinin önemi de buradadır.
Akılla değil de güdüyle, yargıyla değil de önyargıyla, inançla değil de körinançla yönlendirilmiş kişinin ne özgür aklı olabilir ne de özgür iradesi.
Bu insanların toplumu da bu doğrultuda biçimlenecektir.
İşte, ülkemizin temel sorunu budur...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çalınan gelecek!... 29 Nisan 2024
Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları