Bedri Baykam
Bedri Baykam bedri.baykam@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Şu Ankara neler yaşadı…

06 Ocak 2022 Perşembe

Atatürk’ün maddi manevi mirasını taşıyan başkentimiz… Bir de günümüze bakıyoruz, bambaşka şeyler görüyoruz.

Ankara bunları hak etti mi?

Nisan 1957’de Ankara’da doğmuşum. Aynı yılın ekim ayında babam Adana’dan CHP milletvekili seçiliyor. Ülke demokrasiye geçeli yalnız 11 yıl olmuş, düşünebiliyor musunuz? Bu süre, AKP iktidarının neredeyse yarısına denk geliyor, oradan kıyaslayın. Siyasetin içine, başkentine doğduğum için Cumhuriyetin ve siyasetin şifreleri DNA’ma işlemiş, ne yapabilirim ki? Baba ateşli ve genç bir politikacı, anne Cumhuriyetçi bir meslek kadını olunca zaten başka seçeneğiniz yok! Ablam Hülya ve ben, böyle sıcak bir Atatürkçü ailede büyüdük. O kadar şanslıydık ki İsmet Paşa bize dedem kadar yakındı. Bunun değerini hep hissettik. 

1961 Anayasası’nın getirdiği özgür siyasi tartışma ortamının içindeydik. Babam partinin genç liderlerinden biriydi; 1965’te Ortanın Solu’nu yurda anlatma sorumluluğunu almış milletvekili, radyo propagandalarında hareketin ana sözcüsüydü. 

Bu saydıklarım bana ne getirdi biliyor musunuz? Anlatılması zor bir sorumluluk duygusu. Aradan 50-60 yıl geçmiş, sanki Ankara’da yaşanan her şeyde Türkiye’nin nerelere gideceğinin sorumlusu benim! Böyle bir duyguya “saçmalık” diyebilirsiniz, büyük ihtimalle haklı da olabilirsiniz. Ama benim değişmem tabii ki mümkün değil. İflah olmaz bir Ankara Kemalistiyim ben, vücudum nerede olursa olsun! Bu arada kimse alınmasın, tabii ki nerde doğmuş/yaşamış olursa olsun her Atatürkçü, Cumhuriyetçi aynı değerde ve eşit. Bu sorumluluğu Ankara’da o yıllarda hissetmiş olmanın farkı, belki siyasetin uzaklarda değil, mahallenizde şekilleniyor ve oradan ülkeye yayılıyor olmasıydı. 11 yaşımdan itibaren İstanbul’da ve yurtdışında yaşamış olmam bu olguyu hiç değiştirmedi.

64 YILA HIZLI BİR BAKIŞ ATARSAK…

“Ankara bu son yıllarda yaşadıklarını hak etti mi” sorusunu düşünürken 64 yılın hızlı döngüsü gözlerimin önünden geçiyor. 1957’den başlayarak iktidarı eline geçirdikten sonra bir daha hiçbir zaman bırakmamak için elinden geleni yapan sözde demokratlar; idamlar için parmak kaldırmış solcular, sağcılar; 70’lerde kafalarındaki baskı rejimini kurmak için gençleri işkenceden geçirme kararını gözlerini kırpmadan alanlar; onları birbirine kırdırmak için kalem oynatmış kuklalar; 80 yılına yaklaşırken çözümü yoğun şiddette aramak noktasına gelen sağ-sol gençlik grupları, partilerin bilinçsiz diyalogsuzluğu ve bu tehlikeli ortamı seyredişteki umarsızlıkları; askeri müdahale sonrası ülkenin koca kurumlarını ve demokrasi odaklarını telef eden sözde Atatürkçü komutanlar; kendi partilerinde demokrasiden nefret eden sözde sol liderler; dini bir uyuşturucu veya insan kandırma aracı olarak kullanan, laiklik kavramını adeta deforme eden, ettikleri milletvekili yeminini unutan siyasi hokkabazlar; ülkede yasaları ve adaleti temsil ederek temel yasaları ve anayasayı korumakla yükümlü olan ama dürüstlük ve mantıklarını, vicdanlarıyla beraber unutan hukukçular ve maalesef bu karanlık gidişatın orta yerinde geçim savaşı verirken sık sık kolayca kandırılan halk kitleleri…

Tabii bir de buna İstanbul dükalığının son 35 yılda siyasi ortama saldığı, kalemini rüzgârlara ve iktidara göre satan sözde gazetecileri, televizyoncuları, “profesör” sıfatını hiçe sayarak edindiği bilgileri Cumhuriyeti ve Atatürkçü devrimlerin altını oymak için kullanan, ırk ayrımcılığını acımasızca pompalayan aydın sahtelerini, TSK’yi yerle bir ederek demokrasiye tavan yaptırabileceklerini sananları ve hedeflerinin tam tersine bunu yaparak demokrasiyi yok eden 2. Cumhuriyetçi çetecileri ekledim kafamda…

ESKİ ÖZGÜVENİMİZİ YENİDEN KAZANABİLMEK…

Bugün yaşadıklarımız bunların ışığında az bile! Büyük önderin mirasını yok etmek için bu kadar karmaşık ve kalabalık bir güruh 80 yıldır uğraşıyor ve aslında biraz düşünürsek hâlâ başarısızlar! Umutlarımızı söndürememişler…

60’ların Ankarası’na dönüyorum. O günlerde bizim gencecik umutlarımız dimdik ayaktaydı. İthal ayakkabılarımız, dergilerimiz, tenis toplarımız, boyalarımız, yabancı marka kıyafetlerimiz yoktu. Ama Cumhuriyete duyduğumuz sarsılmaz bir güven vardı. Batıyı yakalayıp geçeceğimize dair büyük bir özgüven hâkimdi. 1960’ların başlarında Kızılay’da dikilen 24 katlı “Gima” binası tamamlandığında gözümüzde Amerika’yı da geçeceğimiz konusunda somut bir örnek oluşmuştu. Gençlik Parkı ile gurur duyardık. Milli takımın Moskova’daki bir galibiyeti, güreşçilerimizin başarıları, aydınlarımız, her biri övünç kaynağıydı. Geleceğe yönelik korkular pek yoktu. Toplum daha dengeli ve homojendi. O özgüveni çok özlüyorum. 

Günümüzdeki gençlere dönersek, sözde her türlü nimetin ortasında, dünyada olup bitenle nefes alan, her bilgiye tek tuşla ulaşan kuşak, ne yazık ki giydiği markalara, taşıdığı teknolojik aygıtlara, bindiği araçlara rağmen geleceğine dair hiçbir inanç taşımıyor.

Kolay pes edecek bir geçmişten gelmiyoruz. Vazgeçmenin hiç sırası değil. Ankara, yukarıda hatırlattığım nedenlerle şanssız ve uzun bir dönem yaşadı, yaşıyor. Ama şunu unutmayın ki Ankara, güzel Ankara, Atatürk’ün başkent seçtiği, yurdumuzun kalbi. 100. yıl kapıdayken değerini bilelim…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları