Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yazma tutkusu ve ‘Elizabeth’in donu’

24 Mayıs 2015 Pazar

Sevgili,
Yakın dostlarının “ha bugün ha yarın çıkacak” diye heyecanla beklediğimiz Yiğit Okur’un anı kitabı “Buralardan Geçerken”de, artık yazınımızda seçkin yeri olan bu yazarımızın, çocukluğunda okumayı yazmayı güç söktüğünü okuyoruz.
Gençliğinde edebiyat ile tiyatroyu bir arada yürütmüş olan Yiğit Okur, o dönemde kendi deyişiyle liseyi bitirdiği yıl kendini çömez atadığı Haldun Taner’in de kendisini dışlamaması üzerine, Hoca ile yakın ilişki içine girer. Genç yeteneklerin her daim elinden tutmuş olan ve Yiğit Okur’a yakın ilgi gösteren Hoca ile çömez arasında geçen bir konuşma kitapta şöyle anlatılıyor:
“Adını şimdi hatırlayamadığım piyesin perde arasında Haldun Taner şiirlerimi beğendiğini söyledikten sonra ‘Siz niye düzyazı denemiyorsunuz’ diye sorunca ustamın sorusunu hemen yanıtladım: ‘Efendim biriktiriyorum, bekliyorum’ dedim. ‘Ya demek bekliyorsunuz! Beklemeye koyulduysanız daha 40 yıl beklersiniz’ dedi...
...Haldun Taner ‘kırk yıl’ derken, ‘şimdi başlamazsan, hiçbir zaman başlayamazsın’ demek istemişti. Ama acaba 40 yıl aynı zamanda bir kehanet miydi?
Çünkü o tarihten 40 yıl sonra yazmaya başladım. Üstelik o tarihten 3 yıl sonra da Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldım.”

***

Edebiyat yaşamına 40 yıl ara verip (o arada hukuk alanında yazılar yazıyordu) yeniden başladığında, öykü, roman ve anı türlerinde birçok da ödül almış, 13 kitabı art arda sıralayan Yiğit Okur, bu büyük “time-out”u ile de yazın tarihine geçecek biridir.
Yiğit Okur’un son yıllarda sağlık durumu biraz kırılganlaştı. Doğrusu o yüzden durmadan sürekli yazması için sıkıştırdığımız bu dostun fazla üstüne gitmekten çekinir olmuştum.
Hafta içinde, “Buralardan Geçerken”i okuyunca, endişelerimin geçersiz olduğunu, yazmanın Yiğit Okur için bir yaşama biçimi haline geldiğini, hatta tedavi olduğunu gördüm. Doktorların bile görmeden tanı koymaya çekindiği bir dönemde benim yalnızca kitabı okuyarak, “Yiğit Okur çok iyi maşallah!” dememi sadece cahilliğime verme! Kitabın içinden hayat fışkıran enerjik üslubunu ve temposunu da kendin okuyup gör! O zaman hak verirsin.
Kitap iyi, usta bir yazarın üslubuyla anlatılan zengin ve renkli bir yaşamdan kesitler dolu, burada tekrarlayacak değlim. Yalnızca bunlardan birine dokunmak istiyorum.

***

Yiğit Okur, lise üçüncü sınıftadır, edebiyatla, tiyatroyla uğraşmaktadır. Yaz tatilinde, bütünlemeye kaldığı kimya dersiyle ilgili olarak bir arkadaşının defterini almak üzere okula uğradığında sınıfın karatahtasında şu şiiri görür, çok beğenir, bir yana yazar ve oradan çıkıp uğradığı Çiçek Pasajı’nda akradaşlarına okur.
Şiir aynen şöyle:
“Elizabeth’in donu bin dolar,
Seninkine Kezban’ım
Bit dolar pire dolar”
Şiir herkes tarafından çok beğenilir, herkes Yiğit Okur’un yazdığını sanır, o ne kadar “ben yazmadım” dese de kimse inanmaz.
Bundan sonra, artık mizahçının bile düşleyemeyeceği şeyler olur.
İyi saatte olsunlar, bu şiirde komünizm propagandası bulur ve Yiğit Okur sorgulanmak üzere “1. Şube”ye çekilir.
Öykünün sonunu kitaptan okuyabilirsin.
Bunları okurken, karşımda Yiğit Okur’u görür gibi oldum ve ona şöyle seslendim:
- Sevgili Yiğit Okur, buralardan gelip geçiyor, ama ne yazık ki hiçbir şeyi değiştiremiyoruz. “Elizabeth’in donu”yla Mursi’nin idamı öyküsü arasında geçen yarım yüzyıldan fazla sürede, bu diyarda hep aynı hamakat egemen kalmış, yazık, çok yazık!
Sevgili, Allah’tan Yiğit Okur’un üslubu o kadar kıvrak, mizahı öylesine keskin ki, kitaptan geriye yine de karamsarlık değil, yaşama sevinci kalıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları