Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Demir Kapı Kör Pencere / 4
Hapishane, içindekini dar bir mekâna hapsederken mekân ve uzaklık kavramını da aynı zamanda anlamsızlaştırıyor “Bana öyle bir yer, nokta göster ki, dünyanın her ama her yerine eşit uzaklıkta olsun.”
Bilmem bu soruya, hangi bilim adamı, hangi coğrafyacı yanıt verebilir?
Bu sorunun doğru cevabını ancak mahpuslar yaşayarak öğrenmişlerdir. Çünkü dünyanın her noktasına aynı uzaklıkta olan mekân hapishanedir. Sağmalcılar iki buçuk yıl süreyle benim için, Amerika’daki babama, Etiler’deki karıma, Cağaloğlu’ndaki işime, İdealtepe’deki anama, köşedeki bakkala, Çiçek Pasajı’na, Paris’te hiçbir zaman gitmediğim Vancouver’a, Boğaz kıyısındaki on beş kilometre ötedeki Bebek’e, binlerce mil mesafedeki Sydney’e hep eşit uzaklıktaydı.
Şair, “Memleket mi, yıldızlar mı, yoksa gençliğim mi daha uzak?..” derken aynı mesafe ve zaman kavramını dile getiriyordu galiba.
Hapishane, içindekini dar bir mekâna hapsederken mekân ve uzaklık kavramını da aynı zamanda anlamsızlaştırır. Zaman ise boldur. Hem de sandığından daha bol. Ama hep bi-teviye geçen zaman bir yandan zamanı sonsuza dek uzatıp gösterirken bir yandan da onu senden çalar.
Hapisanenin gerçek adı Hüseyin Baş
Bir garip soru vardır, “Issız bir adaya düşecek olsanız, yanınıza hangi üç şeyi alırsınız?” derler.
Bu soruyu, benimle birlikte yatan Barış Derneği tutuklularına sorsanız, alacağınız yanıt belki her biri açısından değişik olur. Ama, sanırım bir ortak noktada yine de birleşirler ve hemen hepsi de, bu üç şeyin arasına mutlaka “Hüseyin Baş”ı ya da “Hüs”ü koyarlar. Çünkü Hüseyin, gerçekten dışarıdaki hayatında olduğu gibi, içerde de, yaşama keyif katan, esprileri, benzetmeleriyle efkâr dağıtan bir kişidir.
Hiç vurdumduymaz değil, tam tersine çok duyarlı bir arkadaştır, ama bunları hem gülüp hem de güldürerek dile getirir.
Onun gülmeden, güldürmeden ciddi olarak yakındığı tek konu bu zaman olmuştur hep.
Birlikte tutukluluk dönemimiz, onun 53-57. yaşları arasına denk gelmişti.
Sık sık, ciddi ciddi dertlenirdi:
- Şunun şurasında işe yarar zamanımız o kadar azaldı ki, onu da burada geçiriyoruz. Beni şimdi bıraksınlar, 10-15 yıl sonra gelip iki katını yatayım razıyım.
Bu yakınmanın üzerinden 22-25 yıl geçti. Bilmem ki, şimdi o hayali pazarlık konusunda ne düşünüyor?
Tek kişilik hukuk bürosu
Hapishanedeki zaman, bir anlamda yaşanmamış zaman olarak kabul ediliyor ve hesaba katılmıyor. Bu dehşetli olayı bir gün Alp Selek ile konuşurken fark ettim.
Bir içkili lokantadan söz ediyorduk.
- İyi yerdir, ben geçenlerde gittim, pek de memnun kaldım, dedi Alp.
Şaşırmıştım, “Ne geçenlerdesi yahu Alp sen iki buçuk yıldır içerdesin. En azından iki buçuk yıl önce gitmiş olabilirsin” sözleriyle karşı çıkınca,
- Öyle ya! dedi.
Yine de söylediğini anlamıştım. Alp o mekâna iki buçuk yıl önce hapse girmeden birkaç gün evvel gitmişti. Dahili zamanı saymıyor, hesabı harici zamanla yapıyordu, o zamana “geçenlerde” demekte çok haklıydı.
Alp Selek ile Sağmalcılar’da bir arada olduğumuz süre içinde, o mesleğini hiç para almadan sürdürdü ve büyük üne ulaştı. Alp Selek’in macerasını, hapishanenin Türk yazınına kazandırdığı has yazarlardan Erdal Atabek’in “Sözüm Sanadır” adlı kitabının “Hapishanede Avukatlık” bölümünden alıntılarla izleyelim. Söz Erdal Atabek’in:
Kaçakçılar koğuşu C-16’da iki kişi arasındaki konuşmaya tanık olmuştum. Konuşanların ikisi de kaçakçıydı.
Biri şöyle demişti:
- Burada yatanlardan biri avukatmış. Benim davayı ona bir açsak.
Diğeri şu yanıtı vermişti:
- Peki de iyi avukat olsaydı, hapiste yatar mıydı?
İlk konuşanın görüşü şu oldu:
- O başka. Siyasi davadan yatıyor.
Kendi kendime gülmüştüm. Kaçakçı bile siyasi davayı ayırıyordu da, niye yetkililerimiz dünya kamuoyuna “Bizde siyasi dava yoktur” diyebiliyordu?
Sonraki yatışımızda Alp Selek’in hapishaneye geldiğini öğrendik. Başka bir koğuştaymış. Bizim yattığımız koğuşa gelmesini istiyorduk. Kendisi de istemiş...
Karşılıklı isteğimizle bizim gruba katıldı.
İlk günlerin alışmaları geçtikten sonra, koğuştan ilk istekler de başladı.
“Acaba yeni gelen avukat abi, uğradığı haksızlıkla ilgilenir miydi?”
Haksızlıklara savaş açtı
Alp Selek haksızlıklarla uğraşmaya başladı. Kendisine başvuran kişiyi dinliyor, bilgiler istiyor, bazı belgeleri görmek istiyor, konuyu kendine özgü bir ciddiyetle inceliyor, sonra bir dilekçe hazırlıyordu.
Adam inanamıyordu. Avukatları vardı. Kendisine bir şeyler söylüyorlardı. Gelip gidiyorlardı. Ama bir türlü tahliye olamıyordu. Şimdi ise Alp Selek kendisine bir dilekçe vermesini, gözden kaçan bir noktanın tahliyesine yardımcı olacağını söylüyordu. Adam saygılı, minnet duyarak gelip gidiyor, dilekçenin hazırlanışını izliyordu. Sonra dilekçeyi cebine koyup mahkemeye çıkıyordu. Döndüğünde sevinçten uçuyordu:
- Tahliye oldum. Alp Bey’den Allah razı olsun! Tahliye oldum.
Koşuyor Alp Selek’in ellerine sarılıyordu.
Bir, üç, beş... Alp Selek kime tahliye dilekçesi yazsa tahliye oluyordu.
Yazdığı dilekçelerin adı tahliye dilekçesi oldu.
Kimi zaman incelediği dosyalarda rastladığı haksızlıklarla çileden çıkardı:
- Adam kaçakçı da olsa, burada açık bir yanlış var. Bu adamın yatmaması gerekiyor. Öyle bir nokta var ki, dikkatten kaçmış. Yoksa yatırmazlardı...
İlgilendiği kişilerin çoğu avukatı olmayan, haklarını bilemeyen garibanlardı. Alp Selek’e doğrudan başvurmaya cesaret edemezler, “Acaba avukat bey kendileriyle bir ilgilenebilir mi?” diye bize sorarlardı. Elbette ilgilenirdi, kendisi gidip konuşsa iyi ederdi. Gidip konuşurdu. Alp Selek konuyla ilgilenir, bilgiler alır, sonra da artık ünlü dilekçesini hazırlardı...
Sağmalcılar'da aranan adam oldu
...Hapishanede ünü yayıldıkça yayıldı. Başka koğuşlardan, gardiyanlardan ne çok insanın Alp Selek’i aradığını, derdini açtığını, dilekçe yazması için rica ettiğini biliyorum.
Yüksünmez, kimseyi geri çevirmez, durumunu açıkça anlatır, yapılacak bir şey varsa yapardı.
Kendi başına gelenleri hiç konu etmedi. Yakınmadı. Hapis yatışını sanki doğalmış gibi karşıladı.
Alp Selek’te sevdiğim yan, hiçbir haksızlığı olabilir saymamasıydı.
Yapılan iş yanlış ise kabul edilmemeliydi...
Onu tanımak hukuka saygımı arttırdı.
Hukukun çiğnendiği bir ortamda bile, hukuka dayanmak güzel bir şeydi.
Berlin’de hâkimler vardı.
Sağmalcılar’da da avukatlar...
Pınar Selek hapishane ile tanışıyor
Alp Selek’in, haksızlık karşısındaki dirençli tavrının kendisine çektiğini sonradan anlayacağımız kızı Pınar Selek, iki haftada bir çarşamba günlerinde, annesi ile birlikte, babasını ziyarete gelirdi. O zaman daha küçük bir kızdı. “O, bölmeli, parmaklıklı arada camlı ziyaret bölmesi acaba bu küçük kızın ruhunda nasıl yaralar açar?” diye düşünürdüm hep.
Meğer Pınar Selek’in hapishane ile ön tanışmasıymış o ziyaretler, aradan yıllar geçti, Pınar büyüdü, sosyolog oldu, babası gibi kendisini topluma adadı, ama bu arada Mısır Çarşısı olayı yüzünden yıllarca hapishaneler ile mahkemeler arasında gidip geldi.
Alp, bu kez yine bir haksızlığa karşı hukuk mücadelesi veriyor, ama bu sefer aynı zamanda öz kızını savunuyordu.
Ben şahsen Alp’in eski kader arkadaşı ve Pınar’ın bir büyüğü olarak, bu mücadelede, onlara yeterli desteği verip veremediğimden kuşkuluyum, iki üç yazının ötesine geçmeliydi bu destek.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- Erdoğan belayı satın aldı
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- 'Hadi gelin kapatın!'
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Yeni dönem başlıyor: Taksi, otobüs, dolmuş...
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Bir sonraki ve en büyük ekonomik patlama...
- Al Nassr'dan Talisca açıklaması!
- Yetki kısıtlayan teklif komisyondan geçti