Hulki Aktunç’un delikanlılık güncesi! Nursun Erel’in yazısı...
Sevdiğiniz yazarın yaşamını merak etmez misiniz? Yazdıklarının kendi yaşamıyla ne kadar örtüştüğünü, yazmasına nelerin yol açtığını, ona o romanları, öyküleri, şiirleri yazdıran olayları, çocukluğunu, aşklarını, gençliğini, hangi yazarları sevdiğini, hangi yazarları sevmediğini... İşte meraklılarına güzel bir olanak; Sen Buranın Kışındasın-Günlükler: 1964-1967 (Yapı Kredi Yayınları). Hulki Aktunç’un (27 Ocak 1949-29 Haziran 2011) 15 yaşında tutmaya başladığı, Erzincan’da askeri ortaokul ve lise yıllarından başlayıp, okulu terk edip 18 yaşında İstanbul’a dönüşüne kadar tuttuğu Günlükler (Yapı Kredi Yayınları), Doğan Yarıcı tarafından yayıma hazırlanmış.
Doğan Yarıcı tarafından yayıma hazırlanan, delikanlı Hulki Aktunç’un (27 Ocak 1949-29 Haziran 2011) neredeyse her gününü “dolmakalemle” kaydettiği günlükleri Sen Buranın Kışındasın-Günlükler: 1964-1967 (Yapı Kredi Yayınları), sadece iç dünyasını, Erzincan-İstanbul gözlemlerini, askeri okullardaki disiplin anlayışını, o yılların edebiyat ve yayın dünyasını yansıtmakla kalmıyor, siyasi çalkantılardan, Türkiye üzerindeki hesaplaşmalara değin uzanıyor.
Delikanlılığa adım atan Hulki Aktunç’u, çocukluğundan başlayarak tam bir kitap kurdu olarak okuduğu kitaplar, hayranlık duyduğu yazarlar, Erzincan, askeri okul disiplini, İstanbul ve ailesine duyduğu özlem satırlarıyla izliyoruz. Sonra aralıksız sürdürdüğü okuma maratonunun gözlerine yansıdığını, miyopluğun büyük dert olduğunu, tahtayı bile göremediğini dahi paylaşıyor Aktunç:
“Eve şöyle yazıyorum ‘Bir gözlük gönderin bana acele. O tavan arasında Allah’ın günü bin sayfalar okursan işte sorun. Hocalar gelip tahtaya bir şeyler yazıyorlar, gözlerimi kısıyorum, yok okuyamıyorum onları. Fena şey miyop. İnsan ne de acı cezalanıyor. Sen oku daha, gülerek böyle diyor bana. Oku oku kitapları. Kaç zamandır ağlamamıştım’.”
‘TİTRİYORDUK PARASIZLIKTAN!’
Oysa “yatılılık günleri”nin en büyük derdi “parasızlık”tır. İstanbul’dan, babasından gelen harçlık okumak istediği kitaplara yetmez. O yıllarda Erzincan’daki kitapçıların, eski kitap satan bütün dükkanların da müdavimidir. O kadar ki, hafta sonu izinlerini hep kitapçılarda, sahaflardan geçirdiğini öğreniyoruz.
Erzincan’da onca kitapçının, sahafın varlığı, Aktunç’un merak sardığı türden kitapları raflarda bulundurmaları ise bunca yıl sonra Türkiye’de giderek gerileyen eğitim sistemi, nüfus artışına karşın azalan kitap basımı ve satışı dikkate alındığında şaşırtıyor.
İstanbul’u çoktan geride bırakan Hulki Aktunç, doğduğu kenti, yazı, denizi, kızları, gencecik bir delikanlı olarak ne kadar özlese de günlüğüne düştüğü “Yener’le parasızlıktan titriyorduk” notuyla, düşlerine “Sen buranın kışındasın” diyerek nokta koyuşunu anlatıyor.
Acaba Hulki Aktunç, “günlüklerinin kitaba dönüşmesini ister miydi?” Kendisine bunu soran Doğan Yarıcı’ya bir keresinde “Ben bunları basılsın diye yazmıyorum ki” dediğini öğreniyoruz.
Öte yandan günlük yazmak onun için bir direniş eylemi; “Gün gün anıları yazmak, gündelik kişisel ve toplumsal olaylardan paylar çıkarmak çok güzel bir eylem, direnmeyi çağrıştırıyor bana, sürekli bir özeleştiri eylemini çağrıştırıyor.” diyor.
Fotoğraf: ZAFER ÜÇÜNCÜ
AİLENİN KARARI
Doğan Yarıcı, “Ustam gitti çırak kaldım” dediği Hulki Aktunç’un ardından, ustanın eşi Semra Aktunç ve aileyle ortaklaşa kitap kararı aldıklarını anlatıyor, bunun pek kolay olmadığını da… Çetin bir işe girişilerek onlarca defterin taranıp, elektronik ortama aktarıldığını, okunamayan bölümlerin didik didik edilip tekrar tarandığını, eksik parçaların bulunup kayıtlara eklendiğini öğreniyoruz ardından.
Aktunç çocukluk yıllarında el yazısıyla tutmaya başladığı günlüklerini, adeta “eline ne geçerse” yazarak 2000 yılına değin aralıksız sürdürmüş. Binlerce sayfalık kayıtlar bölünerek yayıma hazırlanmış ve Sen Buranın Kışındasın günlüklerin kitaba dönüşen ilki.
ASKERLİKTEN KOPUŞ
Genç Hulki o yıllarda sinemaya çok meraklı, Erzincan’da izin günleri hep sinemalar ve kitapçılarda geçiyor, Berlin Film Festivali’nde ödül alan “Susuz Yaz” için “Çok güzeldi” derken, 10 liralık maaşı için “Aldık ama hemen bitti, 7-8 lira kaldı, bu hafta da kitap almak istiyorum. Ama neyle ve neyi?” diyor.
Bir başka notta ise, “Şehrin istasyona doğru bitiminde yaşlı bir kitapçı var. Dükkanı bir eskici dükkanı gibi. Maaş alır almaz ona gittim. Diriliş, Delikanlı ve Yeni Dünya’yı ayırdım. Çok para istedi, alamadım.” diye yakınıyor.
Peki şiir-yazı denemeleri, resim çalışmalarıyla öne çıkan, münazaraların en iyi ismi, askeri okulun parlak öğrencisi Aktunç, kendi isteğiyle girdiği askeri okuldan sonraları nasıl soğuyor? Günlüklerinde bu durumu ayrıntılarıyla anlatıyor.
Askerliği “Her gün aynı şeyler. Uyan, tüfek al, yorucu bir cimnastik yap, yat-kalk, 10 dakikalarda gölgelerde sigara iç. Günler böylece gelip gidiyor.” sözleriyle anıyor.
Annesinin en ufak ayrılıklarda bile gözyaşı döktüğünü, babası ve ağabeylerinin esnaflıkta didinip durduklarını bir “vicdan yükü” gibi taşıyor: “Kendimi düşünüyorum bu arada, ah subay alayı olmakla ne aptalca bir iş yapmışım.”
Türkiye’de 1967’de zirveye çıkan gerilimli siyasi atmosferin askerliğe yansımaması olası mı? Pek çok olay yaşanıyor, ABD yine devrede, perde gerisinden yönetiyor!
Siyaseti yakından izleyen, sert eleştirilerini kendine saklamayıp, gün be gün sayfalara aktaran Hulki Aktunç’un koğuş dolabındaki kitaplar öğretmenlerinin dikkat çekiyor: Dürrenmatt, Lefebvre, Maublanc gibi yazarların kitapları bunlar, ayrıca Yeni Dergi, Eylem, Dost gibi dergiler de var.
Aktunç çok başarılı bir öğrenci olup, sınavlarda sürekli yüksek notlar almasına karşın “okuduğu kitaplar” nedeniyle Erzincan Askeri Lisesi’nin Disiplin Kuruluna çıkarılıyor. Kurul, nedense dolaptaki Türk Dili, Türk Yurdu dergilerini görmezden geliyor.
Aktunç’a kurulda yöneltilen sorulardan biri, “Eylem Dergisinin neden hep sol içerikli sayılarını alıp okuduğu?”. Yanıtı ise “Derginin bu içerikler dışında yayını yoktur ki”. İç muhasebesine 18 yaşında nokta koyuyor genç Hulki: “Bu Ağustos sıcağında Erzincan’da ter dökmek bana hangi kararlar ve bir kaçış kazandırabilir. Hayatımı değiştiren bir kaçış. Ben Hulki olmalıyım ASKER değil… Belki de soğuk bir akşam bavulumu yüklenip dönerim eve… Bu yedi gün kurula çıkıyorum, üzüldüğüm şey babamın takınacağı tavır.”
Süreç sonunda da “Yaşım17, fakat yaşamımca yaptığım en kendini bilir hareketim askeri okuldan ayrılmak oldu. Benim yerim değil orası, 11 yaşın özenti ve benliğini bilmezliğiyle girmiştim okula” diyerek okula veda ediyor. Ancak o yıllarda bu o kadar kolay değil, aile TSK’ya yüklü bir tazminat ödemek durumunda kalıyor.
TÜRKİYE’NİN BÜYÜK ÇIKMAZI EĞİTİM!
İlk şiirini 13 yaşında yazdığını, roman, öykü, hatta oyunlar kaleme aldığını anlıyoruz, Türk siyasi yaşamıyla da çok ilgili:
“Türkiye’nin büyük çıkmazı EĞİTİMdir. Halkın sömürülen tabakaları, eğitimden yoksundur, kolayca istismar edilebiliyor. Örneğin din konusundaki en adi birkaç fikir bozuntusuna itimat edebiliyor.
Erzincan’da 65 seçimlerinde NUTUK ATARKEN, ezan sesiyle ellerini kaldırıp dua okuduktan sonra yüzüne kapayan, sonra devam eden bir AP adayını anımsıyorum, şimdiki AP iktidarının eğitim çalışmalarını bilerek aksattığı, hatta köylülerin eğitilmesine alttan alta karşı durduğu, öğretmenlere yapılan baskılarla artık gün gibi açık.
İktidar ileride bilinçlenip kendini saf dışı edebilecek bir köylü tabakanın hayalinden bile korkmaktadır. Onlarca muhalefete düşmek, aç kalmakla birdir adeta. AP iktidarının teröre, faşizme giden davranışlarında hedef aldığı kişilerin tek kelimeyle AYDINLAR olması yadırganacak şey değildir.”
Günlükleri, o yıllarda kaleme aldığı kimi öykü taslakları ve şiirlerinin yanında Hulki Aktunç’un geniş bir yazar yelpazesinden okuduklarıyla ilgili izlenimlerini, yazarlara dönük eleştiri ve beğenilerini de ortaya koyuyor.
Aktunç, bir dönem hayranlık duyduğu Reşat Nuri Gültekin için, “Türkiye’me üzülüyorum, Yeşil Gece’yi yazdıktan sonra o tür konulardan elini eteğini çeken Reşat Nuri’ye acıyorum” derken Dostoyevski için “Peygamberim” diyor. En favori ressamlarını “Bosc, Daumier, Munch ve ekspresyonistlerin çoğu” diye sıralıyor.
ÇEVRESİNDEN DESTEK GÖRMEDİ!
Doğuştan gelen “yazma, çizme ve resim yapma yeteneği”ni düzyazı, şiir ve çizimleriyle erken yaşlarda ortaya koymaya başlayan, tüm hevesi ve yaşam amacı “yazmak” olan Aktunç’un çevresinden destek görmediği de anlaşılıyor:
“Ara sıra öyle şeyler oluyor ki, 17 yaşımda olmama üzülüyorum, koca koca adamlar kendilerine rakip sayıyorlar beni… Neden kendilerini mahvedebilecek ufak görünüşlü, kapanık insanlara yükleniyorlar. Tanrı kahretsin…”
DÖNEMİN TÜRKİYE’SİNE IŞIK TUTUYOR!
Aktunç’un günlükleri sadece kendi yaşadıklarına, ortamına değil, o yılların Türkiye’sine de ışık tutuyor. 1966 Martında hükümetin aydınlara, yazarlara nasıl bir düşmanlık beslediğini yazıyor: Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Can Yücel art arda tutuklanıyor, kompozisyon ödevinde Lenin’den bahseden 15 yaşındaki bir ortaokul öğrencisi de aynı kaderi paylaşıyor.
1967 Mayısında Aktunç, aklındaki soruları, “Sevecek yeni bir kız bulmalı mıydım? Eğitim meselem Ne olacaktı? Her şeye karşı düşmanların gözünü çatlatacak mıydım?” diye sıralıyor.
Peki neden günlük tutuyor? Yanıtı net: “Kişi kendini tanımak, gerektiğinde irdelemek, özeleştiriye varabilmek için yazmalıdır. Özü için en girintili çıkıntılı durumlarını yazmalıdır. Kendini gitgide iyiye doğru büyütmeye çalışacaktır.”
Fotoğraf: ZAFER ÜÇÜNCÜ
ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI KONULU YARIŞMANIN KAZANANI!
Askeri okulu bıraktığında, ödenmesi gereken para cezası nedeniyle ailesinin altına girdiği maddi yükün altında ezilen Aktunç, bir keresinde radyoda Orhan Boran’ın sunduğu bir yarışmaya katılarak Çağdaş Türk Edebiyatı konulu soruların hepsini doğru yanıtlıyor ve 2 bin lira ödül kazanıyor:
“Gerekliydi bu para bana, askeri okuldan kalan borcumun (12 bin 189 lira, 34 kuruş) daha 1500 lirasını ödemiştim, babam ödedi daha doğrusu.”
Aynı günlerde bir diş macunu reklamı için yazdığı metin için ikinci kez bin lira kazandığında duyduğu mutluluğu da dile getiriyor. Aktunç’un çeşitli dergilerde yayınlanan öykülerinin, bağımsız kitaplara dönüşmesi zaman alıyor, pek çok denemesinde reddediliyor, neyse ki kendisine bu konuda epey katkıda bulunan Kemal Özer ile tanışıyor.
Yayıncılara kimi değerli eserleri basmaktan kaçınmaları, aşırı paragöz oluşları nedeniyle kızgınlığını da sert dille ifade ediyor.
Aktunç son sayfalarda ise öykülerini ve kendisini şöyle tanımlıyor: “Varlığımın aç bırakılan köşelerini tarıyor yazılanlar, insanları çılgınca sevip kutsayan, iyilikle güzelliğin en uyumlu bileşkesi için kıskanç ve tezcanlı varlığımın.”
Hulki Aktunç’un ilerleyen yaşlarda kaleme aldığı günlüklerinde acaba neler yer alacak? Merakla bekliyoruz...
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İki ünlü markanın balları sahte çıktı!
- 'Üs bölgesi' kamera görüntüleri ortaya çıktı
- Atatürk 'sticker'ına basan kişiyi uçarak dövdü
- 'Sessiz katil' konusunda önemli uyarılar
- Yazarımız Meydan'dan, Acemoğlu'na 'Atatürk' yanıtı
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Alnı secdeye düşenlerin iktidarında...'
- Bahçeli'nin videosu neye işaret ediyor?