Yazının yaşattığı binyıllar... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Edebiyat, oturduğumuz yerde geçmişten bugüne dünyayı gezdiğimiz, konup göçtüğümüz ya da farklı kurmacalar eşliğinde fantastik evrenler yaratıp bu yönde kendimizi yeniden var ettiğimiz bir etkinlik...
İster ütopyacı ya da fantastik ister bilimkurgusal ya da gerçeküstücü olsun yazınsal anlatılar zaman, uzam kaydırmalarıyla, insanın önünde olağanüstü bakış ve ufuk zenginliği açıyor hep. Öyle ya, bin yıllardır dinleye anlata, yaza çize, bu akışla örtüşerek gelen nice kurmaca nasıl göz ardı edilebilir?
Edebiyat yaratıcı akılla, yöntemle bütün bunları simgeleyen farklı zamanlarda, uzamlarda bizi gezdirip donatırken bir büyüyle de yoğuruyor kuşkusuz. Kapısından adım atıp herhangi yapıtı okumaya girdiğimizde, çıkarken artık o biz değiliz çünkü yazın bizi bizden alıp başka biz yapıyor olmadığı kadar.
TURAN ALİ ÇAĞLAR’IN ROMAN DÜNYASI
Turan Ali Çağlar adını biliyordum ama doğrusu herhangi yapıtını okumuş değildim onun. Art arda iki romanını okuma fırsatı yakaladım, iyi oldu. Literatür yayını yapıtlar Amasanga (2020) ve Zalalı (2021) adlarını taşıyor. Yaşam öyküsüne göz attığımda, Turan Ali’nin, yazınsal açıdan oldukça gerilere uzanan bir yazınsal geçmişi olduğunu gördüm. Ne var ki sessizlikle karşılanabiliyor kimileyin yazarlar ya da İlgi dermesi gerekirken bakıyorsunuz, bir kıyıda örtük, öylece durakalıyorlar.
Gelişmiş anlatı kurucu yanıyla dikkati çekiyor oysa Turan Ali Çağlar. Bundan böyle usta anlatıcılar arasında sayacağım onu da. İlk basımı on yıl önce yapılan Zalalı’yı (ilk basım; 2010) okudum ilkin, sonra Amasanga’ya geçtim. Her iki anlatı, kadıncı bakışla yapılandırılıyor. Zalalı, bir “mit”ik karakter, bir tür “sosyal eşkıya”. Bu yanıyla yeni bir İnce Memed, Memo, Hasan Hüseyin’in diliyle söylersek, görece “Koçero”, yani “vatan şiiri”.
Amasanga, Mısır’dan Sümer’e geçen, sonrasında Hitit’in eklenişi ve yazınsal, tarihsel, mitolojik dolantı eşliğinde geniş bir yelpazeyle okuru sarsan, yeni bakışla farklı temelde anlatısal tümlük kurululan bir yapıt. Görünenin ardına bakmanın, bunu eleştirel süzgeçten geçirmenin önünü açıyor bu yanıyla roman. Sonuçta söz konusu iki yapıt da Anadolu uygarlığından başlayıp bunun son ardılı Anadolu Aydınlanmasına uzanan derinlikli bir ufuk genişliği getiriyor.
Romanlarıyla tanıdığım Turan Ali Çağlar, söylensel anlatı kurmayı önceleyen yazar olarak, günümüzde izleyeni pek kalmasa da, âdeta yaşayan “tarihsel anlatıcı yazar” konumu sergiliyor denebilir. Yazarı tanımak mutlu etti beni. Bu yazıda, yapıtların içine zaten giremeyeceğimden kurduğu anlatının özüne değgin hiç değilse iki satır söylemekten geri durmayayım istedim.
Yazar, geleneksel anlatı damarı içinde kalsa da buna kazandırdığı ses-görüntü dağarıyla, derinlikli, katmanlı açılımları, bunları doğa-tarih bütünlüğü içinde birbirine girdiren kıvrak tartımıyla bir canlı anlatı müzesi izlenimi bırakıyor okur üzerinde. Geleneksel anlatıyı bilmeyen genç yazarlar Turan Ali Çağlar’ın bu iki romanını, kendi dağarlarını genişletmek amacıyla da okumalı derim.
Turan Ali Çağlar, özetle görmezden gelinemeyecek bir yazar.
MÜMTAZ GÖKÇEBA: ‘SOLİNKA’
Resimde, denemede adını duyuran Mümtaz Gökçebağ’dan deneme kitabı okumuştum, tablolarını da biliyorum onun. Ama bu kez romanla çıkageldiğini görünce şaşırmadım diyemem. Kapaktaki “Fantastik Tarih” notu da ilginç elbet: Solinka (2020).
“Kısa İnka Tarihi” başlıklı girişte, “kendi tarihlerini anlatabilecek o insanlardan hiç birisi(nin), toplu yok oluştan kurtulama(dığını)” söyleyen Mümtaz, bunun ardından masal, söylen eşliğinde âdeta yeni bir tarih kurmaya girişiyor. Mayalarla İnkalar üzerinden yeni bir tarih yazmaya girişiyor değil yazar, hayır, ne yapıyor? Geçmişteki yaşanmışlığa, dolaylı olarak tarihe yorum getirmeye çabalıyor demek daha doğru bunun için. Onun zaten göstermeye, bizimle paylaşmaya çalıştığı düşüncenin, söz konusu kültürleri yitirirken, uygarlık açısından nelerden yoksun kaldığımızı bize kavratmak olduğu açık.
Mümtaz’ın derdi, yaşadığımız şu dünyada Maya’nın ardından İnka’nın da yok oluşuyla uygarlığın yanı sıra elbette insanlığın neler yitirdiğini somut biçimde gösterebilmek okura. Doğayla uyumlu, doğanın kabullendiği, insanın da bu kavrayışla örtüştüğü, yıkımdan koruyucu bir uygarlık olanaklı o halde.
Bunu pekiştiriyor Mümtaz Gökçebağ, kurduğu hüzünlü hikâye eşliğinde.
SERAP TEĞMEN: ‘VE GİTTİK’
Amasanga’nın mitsel “Amazon” kadınlarından sonra Serap Teğmen, Hindistan’a uzanan hikâyeler eşliğinde diyelim bir roman evrenine yerleştirdiği çağdaş on üç Amazon kadınını anlatıyor yapıtında: …Ve Gittik (İkinci Adam, Üçüncü Bası, 2021). Kadın duyarlığından beslenen iç şiiri yüksek bir anlatı bu.
Kadınlar, birlikte bir yolculuğa çıkıyor, metnin dış yüzünde anlatılan bu kuşkusuz, ancak asıl eylem, kadınların, fiziki yolculuk sırasında kendi içlerine doğru yol almaya girişmeleri. Üstelik Serap, bu kez çocukluğunun “küçük kız”ından kalkarak gidiyor, kendi serüvenine konuk ediyor okuru. …Ve Gittik, bu yanıyla dikkat çekici bir gezi, bundan öte iç yolculuk yapıtı aynı zamanda.
Biz, Serap’ın anlatısında kendilerini bu yönde birer kurmaca kişisi olarak alan, ama eylem sırasında kendilerini de yaratan kadınlarla çıkıyoruz yolculuğa.
Andığım yapıtlar, bunları biçimlendiren anlatıyla birlikte, önümüze herhangi yaşam anlayışından ya da bununla örtüşen gerçeklikten ipuçları getiriyor, bir bir önümüze seriyor böylece.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
En Çok Okunan Haberler
- ‘Binadan çıkamıyorum, bu çaresizliğe...'
- CHP'den Erdoğan'a sert yanıt!
- Öğrencisinin Suriye'de Bakan olduğunu öğrendi
- Volkan Demirel'den Şenol Güneş'e sert sözler
- Evini kiraya verecekler için geri sayım
- Fidan ve Colani yeni dönemi açıkladı
- Bombacı Mülayim neden tutuklandı
- CHP'nin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?
- Mis kokulu portakallı kurabiye tarifi
- 'Çocukları diri diri yakıyor; Filistin'e özgürlük'