Şehirler, mektuplar, türlü sorular...
Angelsfarm, kimselerin güzel bulmayacağı, istemeyeceği hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Fayton zulmünden kurtarılmış at, ayağı doğuştan olmayan bir inek çiftlik sakini. Hepsi bir arada!
1- Kerameti kendinden menkul milli eğitim bakanı yeni âdet çıkardı, tatilleri böldü. Koca yazı çalışarak tamamladı Nisan. Dinlenmek hakkı: “Söyle bakalım tatile nereye gidelim” diye sordum. Artık genç kız oldu, tercihleri belirgin. Kaç zamandır hayvan sevgisini gözlüyorum. Dobi’nin varlığı onu çok güzel dönüştürdü. Bir hayvanla yaşamanın ne denli öğretici olduğunu gördüm. Tuhaf olan, bendeki gecikme hissi. Keşke yaşamımı böyle bir dostla geçirseydim, diye düşünüyorum.
2- Nisan, Kemalpaşa’da kurulan, çoğunluğu sakat, çaresiz hayvanlardan oluşan Angelsfarm’a gitmek istedi. Sosyal medyadan izliyordu. Hayvanları kurtarma amaçlı çabalıyor Sibel Çakır. Maddi varlığının tümünü bu işe vakfetmiş. Destek olmak gerek. Nisan’ın başka türden seçimler yerine bunu yeğlemesi hoşuma gitti. Defne’yi de aldık düştük yola.
Angelsfarm bizi çoksesli karşıladı. Hemen gezmeye koyulduk çiftliği. Güreştirilmeye çalışılan deve Çamur’la tanıştık önce. Hayvan barışçı çıkınca sucuk yapmaya gönderilmiş. Sibel Hanım ve dostları parayı toplayıp kurtarmışlar Çamur’u. Bu kadar yakından deve görmek, beslemek, tarifsiz, güzel deneyim oldu. Kurban bayramında kesilmek üzereyken kaçan Ferdinand’la tanıştık ardından. Meşhur boğa mutluydu. Baba olmuş, oğlunun adı Ferdi. Derken iki şahane kuzuyla tanıştık. Henüz dünyaya gelmişler, adı Yıldız olanı kucağıma aldım. Anne biraz huzursuz oldu, onu da sevdim, zarar vermeyeceğimi anladı yavrusuna. Bir de ayakkabı bağcıkları çözmeye meraklı Elif’le karşılaştık. Sevimli koyun pek oyuncuydu.
3- Angelsfarm, kimselerin güzel bulmayacağı, istemeyeceği hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Fayton zulmünden kurtarılmış at, ayağı doğuştan olmayan bir inek çiftlik sakini. Hepsi bir arada! Ortam huzurlu gerçi, yine de elle tutulur hüzün var. Hayvanların dünyasına girince başka türlü hissediyor insan. Domuzun güzelliği mesela! Nisan’ın hayvanlar içinde mutluluğu görülmeye değerdi doğrusu. Bunca hoyratlığın kol gezdiği ortamda, çocuğumun müzik eğitimi alması, hayvanlara bunca düşkünlüğü, ne yalan söyleyeyim hem mutlu ediyor hem de kaygılandırıyor.
4- Urla’ya doğru yola koyulduk. Pek alışık değilim kısa tatillere. Yanıma yine türlü kitaplar aldım. Hepsini okuyacak mıyım? Hayır. Bu garip alışkanlık işte, elde olmadan dolduruyorum. Bereket araçla gidiyoruz da yük ağır gelmiyor..
Urla’da, bir tür masal sokağı yaratılmış. Sağlı sollu kahveler, el işi dükkânları var. Uygar görüntü, çeşit çeşit insanlar var. Kendimi niye yabancı sayıyorum? Yapay geliyor çevre. “Sanat Sokağı” çok güzel, nedense ben tedirginim.
Akşam gittiğimiz lokanta pek lükstü. Tatlar güzeldi ama meyhaneyi tercih ederim doğrusu. Öğleden sonra gittiğimiz esnaf lokantası güzeldi. Altı odalı bir aile otelinde kaldık, alt kat galeri. Sadeliğini sevdim.
5- Enis Batur’un “Pasaport Damgaları” kitabını keyifle okuyorum. Kalın kitap için tür adı olarak ne denebilir? Batur “Şehirlerarası” demiş. Güzel buluş. Gezi güncesi desem karşı çıkar mı acaba? Yıllardır günce tutan biri olarak bu türden metinleri seviyorum. “Görsel algının bunca baskın olduğu dönemde, insan neden yazıyla bir şehri kavramak istesin ki” diye sorulabilir. Soru güzel, yanıt kolay: Yazı ruhumuzu derinlemesine açığa çıkaran anahtar görevi üstlenir. Her kişi, içinde bulunduğu şehirle arasında başka türden bağ kurar. Eğer gezenin, yaşayanın dünyasına yakından bakmak isterseniz hiçbir mercek size yetmez.
Batur, lezzetli diliyle bizi gezintiye çıkarıyor. Bir yandan duygusal, düşünsel durumunu görüyoruz; öte yandan o şehirlere dair öznel fikirler sıralıyor, öğreniyoruz. Venedik, Prag, Paris benim de içinden geçtiğim şehirler. Farklı yaşlarda orada bulunup benzer izlenimler edinmek, düşüncelere varmak ilginç geldi. Aramda köprü kurdum Batur ile.
Geç okuduğum, büyük lezzet duyduğum Demir Özlü’nün üçlemesi düştü aklıma. Amsterdam, Paris ve İstanbul’da geçen üç öykü: “Bir Beyoğlu Düşü”, “Berlin’de Sanrı”, “Kanallar”.
6- Hıfzı Topuz’un “Anılar ve Mektuplarla Melih Cevdet” kitabını bitirdim bu arada. Aralarındaki ilişkiye dair açığa çıkmamış bir şeyler olduğu kanısına vardım sonunda. Anı yazmak, hele de ölen biri ardından güçtür. Yanıt hakkı olmayan birine dair kalem oynatmak risklidir. Melih Cevdet’in kolay biri olmadığını seziyorum. Büyük düşünürler, yazarlar açısından yaşama katlanmak güç. Hıfzı Bey “Akan Zaman Duran Zaman” kitabında yazdıklarına yanıt veriyor biraz olsa da Melih Cevdet’in. İhtiyatlı. İnsan derinlemesine bilmek istiyor konuyu. Neden bunca merak sahi?
Sevdiğimiz büyük yazarların yaşamının gizini çözmek isteriz.
7- Mektuplardan birinde Melih Cevdet Anday dostça nasihat ediyor Topuz’a. Yurtdışından gönderdiği kimi yazıların Cumhuriyet’te yayımlanmamasına içerliyor anlaşılan Hıfzı Bey. Bu durumun sıkça başa geldiğinden söz ediyor şair. Artık kolay küsmelerin, bırakıp gitmelerin doğru olmadığından söz ediyor. Şöyle yazıyor:
“Cumhuriyet’te daha çok yazın çıksın diye herkes söylüyor. Yani yazdıkların beğeniliyor. Ben, az yazıyorsun sanıyordum. Demek bazılarını da koymuyorlar öyle mi? Aynı işi bana da yapıyorlar. Nadir Nadi olmasa hiç koymayacaklar. Bu gazetede bir aklı başında adam o. Hatta bir ara ona karşı da harekete girişmişler, gazetenin içinde. (…) Dargınlık çıkarma. Görüyorsun ki bu bahislerde pişmişim artık ben. Öyle ilk mukabil davranışta çekip gitmek yanlış, çok yanlış.”
En Çok Okunan Haberler
- Ailesi köyü terk etti
- Bu düzenin adaleti madaleti yok!
- Nagehan Alçı ve Cem Küçük birbirine girdi!
- Ünlü AVM için acil yıkım kararı
- AKP'den Köfteci Yusuf'a kıyak!
- Galatasaray'dan Beşiktaş'a flaş yanıt!
- Uzmanından Ankara'ya 'Suriye'de demokrasi' çağrısı
- Saray'dan Öcalan'ın mesajına ilk yorum
- Tarih verdi: İstanbul'a 15 gün kar yağacak
- Kadıköy'de 'yılbaşı partisi' hazırlığına baskın!