Kürşat Ayvatoğlu nasıl bir siyasi profili, yaşam tarzını ve dönüşüm hikayesini temsil ediyor?
Kürşat Ayvatoğlu, son günlerde Türkiye'de en çok konuştuğu isim oldu. Peki, günümüz Türkiye'sinde nasıl bir siyasi profili ve yaşam tarzını temsil ediyor? Marjinal bir örnek mi yoksa belli bir eğilimi mi yansıtıyor? Bu örnek, muhafazakârlığın dönüşümüne dair fikir veriyor mu?
"Daha fazla nüfuz sahibi olma, olduğundan farklı görünme çabasıyla gücün yanında görünme, hükümetteki güçlü insanlarla fotoğraf vererek kendime yeni kapılar açma düşüncesi beni her gün başka bir yanlışa sürükledi."
Bu sözler, son günlerde Türkiye'nin en çok konuştuğu isim olan Kürşat Ayvatoğlu'na ait.
AKP Genel Merkezi çalışanı Ayvatoğlu'nun lüks bir araçta uyuşturucu kullanırken çekilen görüntülerinin sosyal medyada paylaşılması, kamuoyunda derin tartışmalara yol açtı.
Üzerine bir de "pudra şekeri" ifadesi eklenen olay, sosyal medya platformlarında adeta infial yarattı.
Ayvatoğlu, kamuoyunda muhalif kesimden büyük tepki çekti ancak konu, en aşağıdan en yukarıya kadar AKP çevrelerinde de ciddi bir şekilde gündem oldu.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, "ortaya çıkan görüntülerde samimi olarak kendilerine oy veren insanlardan üzülenler olduğunu" söyledi.
Hükümete yakın medya organlarındaki bazı köşe yazarları, olayın ciddiye alınması gerektiğini belirtip partiye uyarılarda bulunan yazılar kaleme aldı.
Neden bu kadar çok tepki çekti?
Öncelikle olay, neden bu kadar çok tepki çekti ve bu derecede gündem oldu?
BBC Türkçe'ye konuşan, İstanbul'un bir işçi mahallesinde iktidar partisinin nasıl işlediğini içeriden gözlemlerle ele alan "Mahalledeki AKP" kitabının yazarı, araştırmacı-sosyolog Sevinç Doğan'a göre olayın bu kadar gündem olmasının arkasında, "Ayvatoğlu nezdindeki temsil ile iktidarın öne sürdüğü değerler arasındaki çelişki var".
Doğan, bu temsili, "En merkezinde, çok bariz biçimde para ve güç istencinin olduğu bir hayat tarzı ve siyaset biçimi. Aynı zamanda erkeklik ile ifade bulmuş bir gösteriş, çok lüks ve pahalı arabalar, şatafatlı eğlence mekânları, pahalı olan tüketim biçimleri, pahalı bağımlılıklar…" sözleriyle yorumlayıp ekliyor:
"Bulunduğu konum, bir insanın yaşı ve mesleği ile orantısız görünen bir yükseliş ve elde etmeler hikâyesi olarak algılanıyor. Buradaki imgeler, öznel ya da nesnel koşullardan azade siyasal ağlarla-parti ağlarıyla açılmış kapılar, 'hatır şikeleri'yle elde edilmiş kazanımlar, konumlar ve makamlara işaret ediyor."
Doğan'a göre "diğer yandan, tüm bunlar iktidarın inşa etmeye çalıştığı ve propagandasını yaptığı kültürel ve ahlaki değerlerle neredeyse tam bir tezat teşkil ediyor":
"Maddiyatla, dünya nimetleriyle içe içe geçen bir siyaset ve yaşam tarzı imgesi görünür oldu. Bu ise iktidar tarafından sunulan ve iddia edilen ile pratikteki gerçeklik arasındaki tezatlığı ortaya çıkarıyor. Gündeme bu kadar oturmasının diğer bir sebebi de şu: Türkiye'de toplumun geniş kesimleri için geçinmek zorlaşırken toplumsal alanda bir kesimin fark edilir derece ayrıcalıklar elde etmesi ve zenginleşmesi.
"Yani toplumun genel çıkarları yerine kendi çıkarını düşünen, liyakat ve adalet yerine kayırma siyasetini merkeze alan bir siyaset ve siyasetçi imgesinin iyice görünür olması."
Marjinal bir örnek mi yoksa belli bir eğilimi mi yansıtıyor?
Ayvatoğlu'nu tanıyan ve olayla ilgili sosyal medyada da birçok paylaşımda bulunan gazeteci Muhammed Vefa, Ayvatoğlu'nun zenginleşmesinin, Kastamonu Belediyesi'nde işe girmesiyle başladığını ve sonrasında da AKP Genel Merkezi'nde çalışmaya sürdüğünü öne sürüyor.
Vefa, Ayvatoğlu'nun "şatafatını" sosyal medyada payşlaştığı için göz önüne geldiğini ancak aynı "şatafatı" yaşayıp bunu paylaşmayan bir kesim de bulunduğunu belirtiyor.
Peki Ayvatoğlu, marjinal bir örnek mi yoksa iktidara partisi alanında siyasetle uğraşırken "lüks, para, kariyer, güç" peşinde koşan büyük bir kesimden bahsedilebilir mi?
Sevinç Doğan, "ülke tarihindeki zengin imgelerine bakıldığında, Demokrat Parti döneminde göbekli, büyük toprak sahibi hacıağaların, ANAP döneminde ise haksız kazançla köşe dönme peşindeki banker Bilo imgesinin olduğunu" belirttikten sonra AKP döneminde de kez farklı zengin imgesi oluştuğunu savunuyor:
"AKP döneminde yaşam tarzı ve bedensel duruşu ile İslami kimi sembolleri referans alan; tüketim biçimlerinde, tatil anlayışlarında, kıyafet tarzlarında bu tür sembollere gönderme yapan ve aynı zamanda 'lüks' ile barışık olan yeni bir zengin imgesi oluştu. İş peşinde koşan, yatırımlar kovalayan, lüks arabası, janti kıyafetleri, bakımlı saçları ve stili, kariyerist planları ile öne çıkan bir kesim oldu bu.
19 yıllık dönemde, iktidarla ilişkili büyük sermaye grupları yanında yerellerde orta sınıflaşmaya başlayan kesimler olduğunu belirtiyor Doğan:
"Partili kadroların kendisi aynı zamanda farklı sermaye gruplarını oluşturuyor. Bunlar siyasal ilişkilerle sınıf atlamış, sınıfsal dönüşüm yaşayan kesimler. Hem siyasetle profesyonel olarak ilgilenen hem de diğer yandan kendi işini yapan yani ticaret, inşaat, maden, kentsel tüketim ve rant gibi önde gelen ekonomik faaliyetlere katılan girişimciler arasındalar."
Doğan, "Bu kesimler bilinçli olarak, kasten böylesi bir güç, şatafat, lüks peşinde koşuyor değiller" dedikten sonra şunu ekleme ihtiyacı duyuyor: "Ancak kaynakların çoğunu elinde toplayan ve gücü merkezileştiren bir iktidarın yarattığı dağıtım mekanizmalarının sonucu böylesi pratikler üretiyor. AKP toplumun belli kesimlerine kaynakları dağıtırken, hegemonyasını da gittikçe bu kesimlere dayandırdı."
AKP bir 'sınıfsal yükseliş' partisi olarak mı algılanıyor?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın verilerine göre, son dönemdeki üye kampanyalarını takiben AKP'nin yasal üye sayısı 11 milyonun üzerine çıkmış durumda.
Ayvatoğlu, mektubunun bir bölümünde, "AK Parti Genel Merkez'de bir işim olursa siyasi büyüklere daha yakın olursam daha güçlü olurum düşüncesiyle orada işe girmek için bütün koşulları zorladım" ifadesini kullanıyor.
Bu ifadeler, ülkede yurttaşların iktidar partisiyle hangi motivasyonlarla ilişki kurduklarına dair de bir tartışmayı açmış durumda.
BBC Türkçe'ye konuşan, 'muhafazakâr mahalledeki' dönüşümü İstanbul'daki Fatih ve Başakşehir ilçelerinin karşılaştırması üzerinden inceleyen 'Fatih-Başakşehir' kitabın yazarı İrfan Özet'e göre "bu tür radikal örnekler üzerinden yürüyerek mutlak yargılara varma mümkün değil ancak bunlar, uzun bir dönem bu mecralarda yaşanan değişimlere dikkat çeken tartışmaları, daha bir görünür kılma imkanı sağlaması yönünden önemsenebilir."
Aksaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde Dr. Öğretim Üyesi olan Özet, "kendi kitap çalışmasında iktidar sahasının parti, cemaat, sivil toplum vb. gibi kamusal mecralarında bulunmaya dönük motivasyonların arka planına cevap aradığını" belirttikten sonra bu motivayona dair bir örnek veriyor:
"Görüşme yaptığım dönemde İstanbul Fatih'teki birçok STK'ya başkanlık eden ve Necmi adını verdiğim önemli bir muhafazakâr seçkin:
"Ben dava adamı arıyorum, onlar 'İmkânlarım ne olacak, bana bir faydası olacak mı?' diye soruyor" diyerek yaşananları özetliyordu:
"Dolayısıyla bugün parti, sivil toplum, hatta cemaat kurumları fark etmeksizin bu tür mecralara yönelimde, sosyal ve simgesel sermaye edinimi arzuları, hiç de yabana atılır konular gibi görünmemekte. Nitekim 'parti patronajı' olarak adlandırılan ve kamusal kaynakların 'tercih edilen bireylere ve gruplara aktarıldığı' şeklinde tartışmaların giderek ivme kazandığı bir ortamda, bu tür stratejilerin daha da yaygınlık kazandığını görebiliyoruz."
Sevinç Doğan, Ayvatoğlu'nun mektubundaki bazı ifadelerin bireysel bir algıyla sınırlı olmadığı kanısında. Ona göre "parti, farklı toplumsal kesimlerin gözünde cazibeli bir alan olarak algılanıyor."
Doğan bu konudaki yorumlarını, sahadaki gözlemlerini de içererek anlatıyor:
"Parti ağlarına dâhil olanlar, partili kimlikleriyle kamusal alanda statü, prestij ve unvan kazanma olanakları elde edeceklerini düşünüyorlar. Kamusal alana çıkmak, parti eğitimlerine katılmak, sosyal çevreyi genişletmek, ihalelerde avantajlar sağlamak…
"Üniversite imkanından yoksun, üniversiteli olsa bile geleceğini ön göremeyen gençler ya da çalışma hayatına dâhil olamayan kadınlar için de durum böyle idi. Örneğin Sultanbeyli'nde konuştuğumuz bir gençlik kolları üyesi gençlik kollarına başvurmak isteyen çok kişi olduğunu, başvuranların en başta partiyi bir 'iş' kapısı olarak gördüklerini söylemişti. Ellerinde onlarca, yüzlerce CV vardı. Tıpkı bir şirket başvurusu gibi burada elemeler ve seçimler yapılıyordu, tanıdık olma önemli bir etkendi.
AKP tabanında 'zenginliğe' nasıl bakılıyor?
Ayvatoğlu'nun video ve fotoğraflarında dikkat çeken bir şey uyuşturucu kullanımıysa diğeri ise zenginliğe dair görsel ayrıntılar oldu.
Sevinç Doğan, parti tabanında zenginliğe bakışı yorumlarken, bu konuda Refah Partisi dönemine kıyasla algılardaki büyük farklılıklar olduğunu savunuyor:
"Partinin yerel sözcüleri için adalet, sömürü gibi mefhumlar soyut idealler olarak görülüyor artık, oysa gerçekçi olmak gerekiyor. Siyaseti de bu temelde somut projelerle ve hizmetlerle yapmak gerekiyor. AKP bu anlamıyla makul, çağı yakalayan, koşulların gerektirdiğine uygun bir siyaset yürütüyor, onlara göre."
Bununla birlikte Doğan, araştırmasında partililerin kitle çalışmalarında bazen sahip oldukları 'lüksü' saklamak gereği duyduğunu gözlemlediğini aktarıyor.
Bu durumu bir örnekle de açıyor:
"Görece yoksul ve emekçi semtlerde, orta ve üst sınıf İslami-muhafazakâr semtlerden ve sitelerden farklı olarak, 'zenginliği' ve lüks yaşamı göstermemek gibi bir kaygıdan bahsedilebilir. Benim dâhil olduğum toplantılardan birinde, seçim çalışmalarında mahallelerde gezinirken, partililere 'lüks ve pahalı' araçlarıyla gelmemeleri söylenmişti. 'Halktan görünmek' vurgusu yapılmıştı. Özellikle de mütevazi görünmek önemliydi.
"Kitle siyasetinde kullanılan kelimelere, hitaplara da dikkat ediliyor, mütevazi bir imge oluşturulmasına dikkat ediliyordu. Fakat bu kaygı aslında bir gerçekliğe işaret ediyor elbette ki. Partililer pratik kaygılarla mütevazi görünmeye çalışsalar da, görece daha refah bir yaşama sahiplerdi ve bunu saklamak pek mümkün de değil aslında."
Son dönemde, bu yeni yaşam tarzı örneklerine 'mahalle' içinden de yer yer eleştiriler geldiği görülüyor.
Örneğin Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçaraslan'ın 2019 yılında gazetedeki köşesinde kaleme aldığı ve çok ciddi eleştirileri içeren "Muhafazakâr orta sınıf nasıl delirdi?" başlıklı yazısı çok ses getirmişti.
Sevinç Doğan, yeni yaşam tarzlarına dair bugün tabanda, 'mahalle içindeki' eleştirilerin ağırlıklı olarak, "partililerin eski yol arkadaşları, yani Milli Görüş Hareketi içinde yer almış olanlar, İslami kesimler arasındaki kimi Nakşibendiler ya da dini hassasiyeti olan STK'laşmış kimi cemaatlerden ile MHP'nin belli bir tabanından geldiği" kanısında.
Bu eleştirilerin odak noktalarını şöyle tanımlıyor Doğan:
"AKP gönüllü çalışanlardan oluşan bir dava hareketi değil, tersine onlara göre artık motivasyonlarda makamlar, mevkiler ve ekonomik değerler daha ağır basıyor. AKP, Müslümanın yaşamını kolaylaştırsa da gerçek anlamda herhangi bir dini anlayış ya da kuraldan uzak bir parti, onlara göre.
"Fakat diğer yandan tüm bunları kaçınılmaz olarak görüyorlar. Çünkü kim gelirse gelsin sistemin böyle işleyeceğine inanıyorlar. AKP'yi bir anlamda mazur görebiliyorlar ve bunda ekonomisi zayıf insanları bir yerlere getirdiği inancı da etken."
Muhafazakârlığın dönüşümüne dair fikir veriyor mu?
Türkiye'de muhafazakârlığın dönüşümüne dair tartışmalar son yıllarda, farklı entelektüel çevrelerde yoğun olarak yapılıyor.
Peki Ayvatoğlu örneği de bu dönüşüme dair fikir veriyor mu?
İrfan Özet bu konuda öncelikle "bu tür karelerden hareketle geniş kitlenin bir dizi yapısal dönüşümüne, hatta güncel manzarasına ilişkin hemen mega analizlere soyunmak, hayli yanıltıcı olabilir" hatırlatmasını yapıyor.
"Öte yandan" deyip ekliyor Özet:
"Muhafazakârlığın dönüşümü' üzerinden yürüyen tartışmaları, belki de bugünler için daha görünür kılması yönüyle 'Ayvatoğlu olayı'nı önemseyebiliriz."
Özet, bu tartışmaları şöyle aktarıyor:
"Bu, temel olarak, 21. yüzyılla birlikte siyasal ve toplumsal düzeyde yakaladıkları iktidarın beraberinde taşıdığı 'merkezleşme hikayesi'. Bu hikayeyi, muhafazakârlığın siyaset sahnesindeki elitlerinin dışında kalan geniş kitleler üzerinden anlamlandırırsak, egemen gruplara özgü zihniyet ve davranış kalıplarının ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
"Kamusal alanın görünür mecralarında bir siyaset tekniği olarak sergilenen keskin muhafazakârlığın arka sahnesi hayli seküler, hatta radikal tonlara açılabilmekte."
Tabanda kuşak farkı var mı?
Kürşat Ayvatoğlu 1993 doğumlu, yani 28 yaşında.
Bu durum, günümüzde muhafazakâr taban içinde yer alan gençlik ile önceki kuşaklar arasında siyasetle ilişki ve yaşam tarzı açısından büyük farklar olup olmadığını da gündeme getiriyor.
İrfan Özet, "muhafazakâr tabanın gerek kuşak gerekse ideolojik donanım açısından nispeten farklılaştırılabileceği" kanısında.
Özet, iki katmadan bahsediyor ve ilk katmanı şöyle açıklıyor:
"Katmanların ilkinin zihinsel referanslarının köşe taşları, önemli ölçüde soğuk savaşın çatışmacı ortamı ve daha sonra 28 Şubat'ın yaşattığı travmatik deneyimlerle örülü. Benim 'ideolojik kuşak' olarak adlandırdığım bu katmanda, bahsettiğiniz lüks, israf ya da şatafat gibi görüntülerin referans değeri hayli düşük.
"İktidara ve neredeyse onunla bütünleşen tüm aktörlere biçtikleri ana rol, daha çok istikrarlı bir 'hesaplaşma arzusu'yla iç içe. Bu hesaplaşmanın ülke içerisinde yöneldiği başlıca adresler ise, Kemalist modernlik ve kendi toplumsal ideallerine rakip olarak gördükleri belirli toplumsal kesimler."
Özet'a göre "yeni yeni filizlenen ikinci katman" ise kendisinin "metropol kuşağı" olarak adlandırdığı, muhafazakarlığın genç, kentli ve orta sınıflaşan yüzlerini temsil ediyor.
İkinci grubu yorumlayıp, ikisini karşılaştırıyor Özet:
"Önceki kuşakta, iktidar aygıtından faydalanma imkanına bakılmaksızın keskin bir aidiyet öne çıkarken; 'beyaz muhafazakârlar' olarak da adlandırılan yeni kuşağın, bu alana dönük bakışında 'rasyonel bir filtre'nin hakim olduğu söylemek mümkün. Bu da tabi iktidar seçkinleri adına, etkileri giderek artan bir toplumsal fay hattı olarak öne çıkıyor. Nitekim yaşanan dönüşümü okumakta zorlanan ve siyasal iletişimi hâlâ 'taşra-kent', 'laik-muhafazakâr' vb. ayrımların ürettiği konfora yaslanarak sürdürmekte ısrar eden elitler için risk alanları bana göre giderek büyümekte."
Sevinç Doğan ise kuşak farkından ziyade dönemsel farklar ve koşullara dikkat çekiyor.
RP'den AKP'ye geçişte "dava mücadelesinin yerini hizmet siyasetine bıraktığını" savunuyor Doğan:
"Yani soyut vaat, ya da ideallerle değil, somut alanlar üzerinden siyaset yapmanın önemli olduğuna vurgu yapıyorlar; yapılan yollar, binalar, projeler…Artık mevcut düzenin pasif ya da söylem düzeyinde de olsa eleştirilmesi çok geride kaldı, AKP ile kadrolar düzenin merkezine yakınlaştıkça ve yerleştikçe kendi statükolarını oluşturdular.
"Dolayısıyla yeni kuşaklar, Ayvatoğlu da dahil, içinde yaşadıkları dönemin ve siyasal habitatın nasıl işlediğini görüp bunları benimsediler. İktidar ağlarına dahil olan ya da olmak isteyen genç kuşaklar oyunun kurallarını görüp ona göre konum almaya çalışıyorlar.
Bununla birlikte Doğan, tersten örneklerin de verilebileceğini hatırlatıyor:
"2018 yılında Konya İl Eğitim Müdürlüğü'nün İmam Hatip Liseli gençlerle ilgili yaptığı araştırmanın sonuçları çok manidar. Belirtilenlere göre, gençler siyasetçilere ve dini liderlere eleştirel bakıyor çünkü sundukları imajla yaşadıkları ve pratiklerinin farklı olduğunu düşünüyorlar. Araştırmaya göre de bu durum, gençlerde inanç problemine yol açıyor."
Kürşat Ayvatoğlu olayı önümüzdeki günlerde doğal olarak gündemden düşecek. Ancak AKP tabanı ve daha geniş olarak muhafazakâr tabandaki değişen siyasetçi profili ve yaşam tarzına ilişkin tartışmalar sürecek gibi görünüyor.
En Çok Okunan Haberler
- Meyve suyu devi konkordato ilan etti
- Erdoğan'dan 'emekliler' açıklaması
- Can Grubu'ndan 'şimdi ne olacak' sorusuna yanıt!
- CHP'nin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?
- Belgrad Ormanları yapılaşmaya mı açılacak?
- Özel: Hepimizin vicdanlarını sızlattı
- Kuzey Altuğ'dan korkutan haber! Çağla Şıkel paylaştı
- 'Erdoğan’ın programıyla ilişkisi var mı?'
- 'Kürt dostlarımız tarafından...'
- 'Bahçeli efendi yeni uyandı!'