Kirli Üçgen: Siyaset - Mafya - Ticaret, "Hep beraber yürüdüler"
Türkiye’de organize suç örgütlerinin de bürokrasi ve siyasi ayağı her dönemde olmuştur. Bu iki ayağın desteği olmadan bu örgütlerin varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Bu kirli üçgen, herkesin malumudur, lakin malumun ilamı ancak ya organize suç örgütlerinin ya da güvenlik bürokrasisinin birbiriyle rekabeti sonucunda gerçekleşir.
Babalar Meyhanesi
Mekân: Yer altı dünyası
Vakit: Geceyarısı
Babalar meyhanesi tıklım tıklım
sigara dumanı, rakı, şarap, bira
Masalarda mezeler ve kapıda firariler
Sıra sıra..
*
Gemiler
TIR’lar...
Pazarlıklar...
Silah, viski, yedek parça, esrar, sigara...
Mark, dolar, lira...
Tehdit, şantaj, cinayet
ve küfrün bini bin para
*
Burası yeraltı dünyası
Vakit geceyarısı
Babalar meyhanesi tıklım tıklım...
*
Ve...
Uzaklarda, çook uzaklarda
Bir polis düdüğünün cılız ve titrek sesi
Ara sıra...
Aslında bu dizi boyunca anlatacağımız kirli üçgenin işbirliğini çok güzel özetlemiş yukarıdaki şiir. Bu şiiri yazan bir kabadayı ya da kaçakçı değil. Yeraltı dünyasının kirli ilişkilerini soruşturan bir yargıç. 12 Eylül’den sonra Yüce Divan’da yargılanıp mahkûm olan eski Gümrük ve Tekel Bakanı Tuncay Mataracı’nın başta uyuşturucu kaçakçıları ve diğer karanlık kişilerle ilişkilerini soruşturmak amacıyla kurulan komisyonun başkanı Yargıç Albay Akdemir Akmut’a ait yukarıdaki dizeler.
Siyaset, bürokrasi ve yeraltı dünyasının ilişkilerini ortaya saçan en somut örneklerden biridir Mataracı soruşturması. Bir ucunda siyaseten bakanlığa gelmiş bir isim, onun altında gümrük kapılarına kaçakçıların isteğiyle atanmış müdürler, bu müdürlerin atanması için milyonlarca döviz rüşveti siyasetçi ve bürokrasiye ödeyen uyuşturucu kaçakçıları, kaçakçılarla siyasetçiler arasında bu ilişkiyi kuran kamuoyunda saygın iş insanları ve uyuşturucu kaçakçısı hakkında “Ona kötü davranmayın, bizim elemanımızdır” diye sıkıyönetim başkanlığına resmi yazıyla başvuran MİT.
***
Mafya ve yeraltı dünyası dediğimiz organize suç örgütleri, kapitalizmin bir türevi, yan ürünüdür. Sınır tanımayan kara para, kapitalizmin bankası, uluslararası deniz ve hava taşımacılığı, limanları, silah sanayiinin eşgüdümlü çalışmasıyla elde edilir. Bunun bir ayağını da siyaset ve bürokrasi oluşturur. Hele terör ortamının bulunduğu istikrarsız bölgeler çok kazançlı pazarlardır. Terör örgütleri ihtiyaçları olan silahların finansmanını başka yasadışı işlerden elde ettikleri kapitalle sağlarlar. Uyuşturucu ticareti bunların başında gelir.
Bu konuda ülkelerin karşı kamplarda olması sorun teşkil etmez. Ticareti yapan organize suç örgütü üyelerinin farklı ideolojik kamplarda olması da...
Soğuk savaş dönemlerinde NATO ülkelerine ait silah sanayiinin ürettiği salihlar. Başta Bulgaristan olmak üzere Doğu Bloku ülkelerinde üslenmiş kaçakçılar tarafından Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya pazarlanırdı. Yine uyuşturucu ayrıştırma merkezi olan Fransa’nın Marsilya kentinde bu işi yapan Ermenilerin, uyuşturucudan elde edilen para ile ASALA terör örgütünü finanse ettiği bilinen bir olguydu. Bunlarla ilişkili olan Türk uyuşturucu mafyasının ülkede terör estiren ülkücülerin, silahlanmasında ve hapishaneden kaçmalarında ve kaçtıktan sonra Sofya’da ağırlandıkları da geçmişte belgeleriyle göz önüne serilmişti.
***
Türkiye’de organize suç örgütlerinin de bürokrasi ve siyasi ayağı her dönemde olmuştur. Bu iki ayağın desteği olmadan bu örgütlerin varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Bir kirli üçgen, herkesin malumudur, lakin malumun ilamı ancak ya organize suç örgütlerinin ya da güvenlik bürokrasisinin birbiriyle rekabeti sonucunda gerçekleşir. Birinci MİT raporu ve Susurluk olayı bu durumun en somut iki örneğidir. Bir de askeri darbeler sonucunda yapılan operasyonlarla üzerlerine gidilir. Ancak orda da ipin ucu MİT, Emniyet ya da Jandarma gibi güvenlik bürokrasisine uzanınca birden operasyonun yönü değişir ve her dönem Emniyet’in çekmecesinde bulunan kumar, içki ve sigara kaçakçılarının listesinde ismi bulunanlar toplanarak iş kapatılır. Uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçılarına nedense hiç dokunulmaz. Onun yerine torbacılar ya da dağıtım işini organize eden aracılar göstermelik olarak alınıp bir süre sonra da bırakılır. Silah kaçakçılığında uluslararası mafya örgütleriyle bağlantısı bulanan Bekir Çelenk ile yine dünyanın sayılı uyuşturucu baronu “Sarı Avni” lakaplı Yaşar Avni Musullulu’ya hangi ülkede, hangi otelde iş tuttukları bilinmesine rağmen ne askeri yönetim döneminde ne de sivil iktidarlar döneminde operasyon yapılmış, bulundukları ülkelerle diplomatik kanallarla ilişki kurularak istenmemiştir. Hoş o ülkelerin de bu ticaretten nemalanmaları nedeniyle bu suçluları vermeleri beklenmez ama bu yol denenmemiştir bile.
***
Uluslararası mafyanın yerli uzantıları, kamuoyunda işadamı olarak lanse edilir. Aslında bunların asıl para kaynağı MİT ve Emniyet tarafından bilinmez değildir. Bu suç örgütü liderleri aynı zamanda kamuoyunda meşruiyet sağlamak için hayır hasenatta da oldukça cömerttirler. Devlet adamları tarafından plaketlerle ödüllendirilir, yaptırdıkları cami, okul ve yurtların açılış törenlerinde kurdeleyi siyasiler ve bürokrasinin tepesindeki isimlerle birlikte keserler. Hemen hepsinin sanat dünyası ile de ilişkileri iyidir. Görünürdeki işleri genellikle eğlence sektörüdür. Kulüpleri, lokantaları ya da müzik şirketleri yoluyla hem sanat hem basın hem de siyaset dünyası ile ilişki kurarlar. Emniyet müdürleri, yargı mensuplarını ağırlar, resimlerini basına servis ederler.
1980’den sonra Türkiye’de bir de yeni tip bir mafya türedi. 12 Eylül’den sonra tutuklanan kabadayıların ya da mafya babalarının yerini ülkücü mafya doldurdu. Dışarıdaki klasik mafya gruplarıyla çatışmaya giren ülkücü mafya, 1981’de ortaya çıktı. Önceleri çek-senet tahsilatı, eğlence yerlerinden haraç toplama, belediyelerin çay bahçesi ve otopark ihale işlerini şiddet yoluyla ele geçirme işiyle ilgilenen Ülkücü mafya, biraz palazlanınca işleri büyüttü. Yanlarında silahlı en az 100 adam bulunan ve çoğu da ülkücü olan bu şebekeler, MİT, Emniyet ve siyasiler tarafından kullanılır. Kimi zaman para sahiplerini korumada, kimi zaman Kürt işadamlarının öldürülmesinde, kimi zaman konuşmasından endişe edilen birinin yok edilmesinde, kimi zaman da yurtdışı operasyonlarda ya da kara para sahiplerinin mallarına çökülmesinde, hatta siyasilerin kurultaylarında rakipleri sindirmede kullanılan bu organize suç örgütlerinin liderlerine Emniyet ya da MİT kimlikleri, sahte pasaportlar, polis koruması, çakarlı arabalar tahsis edilir. Bir süre sonra ya çok fazla bilgiye sahip olduklarından ya da aralarında rant paylaşımı nedeniyle ayrışma yaşandığından bunlardan kurtulmak istenilir. İşte o zaman da ateş topuna dönen bu kullanışlı şebeke liderleri dönüp sahibini vurur.
Son günlerde yaşadığımız Sedat Peker olayı da bir süre yol yürümüş siyaset-bürokrasi ve organize suç örgütünün kendi iç çatışmasıyla kirli işbirliğinin ortaya saçılmasından ibarettir. Bu dizide geçmişten bugüne suç örgütleriyle bürokrasi ve siyasetin ilişkilerini aktarmaya çalışacağız.
GÜNDÜZ SAVCI GECE KABADAYI: MARLON KEMAL
Asıl adı Kemal Şimşek olan ve Eyüp savcılığı döneminde çözdüğü bir cinayet olayı nedeniyle ünlenen Marlon Kemal, boksör olması ve Marlon Brando’ya benzemesi nedeniyle bu lakapla anılır olmuştu. Aslen Oflu olan Marlon Kemal, o zamanın İstanbul’unda bitirimlerin yatağı olarak bilinen Balat’ta büyümüştü. Çift tabanca taşıyan, kabadayılarla oturup kalkan ve kumarhaneleri haraca bağlayan, bu arada kendisi de kumar oynayan Marlon Kemal, Eyüp Savcılığından İstanbul Emniyet Müdürlüğü 3.Şube Teftiş Kurulu4na atandı. Artık gündüzleri savcılık geceleri de kabadayılarla birlikte kumarhanelerde ya da eğlence yerlerinde “bu âlemin kralı” benim dercesine bitirimlik yapıyordu.
Kumarhanelerde sadece kumar oynamıyor, kumarhane sahiplerinden haracını da alıyordu. İstanbul’un yeraltı dünyasından özellikle Oflu Hasan olarak bilinen “Hasan Cevahiroğlu ile Oflu Süleyman olarak nam salmış İsmail Hacısüleymanoğlu ve Dündar Kılıç gibi kabadayılarla oturup kalkıyordu. Yer altı dünyası ile ilişkilerini “Kimi topa meraklıdır, kimi kelebek avcılığına. Bense delikanlı, mert, kabadayı insanların âşığıyım” diyecek kadar fütursuzdu.
KIRMIZI MERCEDES...
Kırmızı Mercedes arabasıyla geceleri eğlendikten sonra Hilton Oteli’ndeki özel odasında dinlenmeye çekiliyordu. Kabadayılığa özeniyor, bekçi, polis, kabadayı dinlemiyor dövüyordu. Çifte tabancalı savcımızın milletvekili dövmüşlüğü bile vardır. Vukuatları çoğalınca Eskişehir’e savcı yardımcısı olarak sürüldü. Savcımız Eskişehir’de sıkılıyordu. İstanbul’un renkli geceleri burnunda tütüyordu. Artık gündüzleri Eskişehir geceleri İstanbul’daydı. Yine İstanbul’da bir kumar âleminde bir kabadayının tetikçisinin kurşunlarıyla can verecekti. 7 Mart 1977 günü Oflu Hasan’ın kumar oynatılan Kulübünde Dündar Kılıç’ın bir adamı tarafından beş kurşunla öldürüldü. Ceketinden çıkan defterde Dündar Kılıç’ın kardeşi İbrahim Kılıç, Ahmet Cevahir ve Yusuf Özbir gibi yeraltı dünyasının tanınmış isimlerinden 2 milyon TL alacağına ilişkin notlar olduğu görüldü.
Marlon Kemal’in ölümüyle ilgili dosya 1980’den sonra da soruşturuldu. “Babalar Operasyonu” sonucunda gözaltına alınan Dündar Kılıç sorgulandı. Dündar Kılıç, Marlon Kemal’i kendisinin vurdurttuğu iddialarını reddederek şunları söylüyordu:
“Marlon Kemal, resmi kisvesine güvenip milleti döverdi. Kulüp sahiplerinden borç alır vermezdi. Zorba bir şahıstı. Birkaç kez nasihatte bulundum. Dinlemedi. ‘Hepsinin kafasını ezeceğim’ derdi.”
SİLAH KAÇAKÇISIYLA DOST OLAN VALİ
Refet Küçüktiryaki
1975-78 yılları arasında Malatya Valiliği görevinde bulunan Refet Küçüktiryaki, II. Milliyetçi Cephe hükümeti tarafından 1979’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne atandı. Malatya valiliği döneminde tanıştığı “Hamal Hüseyin” lakabıyla tanınan silah ve uyuşturucu kaçakçısı Pötürgeli Hüseyin Uğurlu ile dostluğunu Emniyet Genel Müdürlüğü sırasında da sürdürmekten kaçınmaz. Hatta o göreve Hüseyin Uğurlu’nun referansı ile geldiği söylentileri vardır.
Hüseyin Uğurlu, her mafya babası gibi yasadışı yollardan elde ettiği paranın zekâtı bile olmayacak miktarı ile hayır işleri yapar. İşte bu uyuşturucu ve silah kaçakçısı baba, memleketi Pötürgeye bir cami yaptırır. Caminin yapımı ve açılışı nedeniyle Malatya’ya gelip giderken Vali Küçüktiryaki ise tanışır. Küçüktiryaki ile Uğurlu’yu tanıştıran kişi ile AP Milletvekili ve eski İmar İskân Bakanı Ahmet Karaaslan’dır.
Küçüktiryaki’nin Uğurlu ile dostluğu Merkez Valisi olup da İstanbul’a yerleştikten sonra da sürer. Evleri de birbirine yakındır. Uğurlu’nun bürosuna sık sık ziyarete giden Küçüktiryaki, bu dostluğu basına yansıyınca “Malatya’da cami yaptırdığı sırada tanıştım kendisiyle. Tesadüfe dayanan bu tanışıklığın hudutları içinde İstanbul’da da zaman zaman münasebetlerimiz olmuştur” demişti.
Merkez valisi de olsa üst düzey bir bürokratın sabıka dosyası hayli kabarık Hüseyin Uğurlu ile görüşmekte bir çekince duymaması bir yana bir “dostunun” suç profilini önemsiz bir kişiymiş gibi şu sözleriyle küçültüyor:
“Okuma yazma bilmeyen, hareket kabiliyeti sınırlı bir insandan, insanda korku uyandıran bir baba portresi çıkartmışsınız.”
BALCI VE AĞAR...
Eski vali ve sonrasında da Emniyet Genel Müdürü olacak olan Küçüktiryaki’ye göre bir insanın suç örgütü lideri olması için okuma yazma bilmesi ve hareket kabiliyetinin tam olması gerekiyor. Uğurlu’nun uyuşturucu kaçakçılığındaki Türkiye şubesi Örfi Çetinkaya da sonrasında tekerlekli sandalyeye mahkûmdu ama bu durumu uyuşturucu işlerini yürütmede hiçbir engel oluşturmadı.
Emniyet Genel Müdürü olan Refet Küçüktiryaki, kendisi gibi organize suç örgütü liderleriyle içli dışlı olan Şükrü Balcı’yı İstanbul Emniyet Müdürü olarak atar. Şükrü Balcı’nın yardımcısı olarak Mehmet Ağar’ın atanmasında da onun imzası vardır.
‘40 BİN ALEVİYE KAN KUSTURDUM...’
Kenan Evren’in arşivinden çıkan ve Küçüktiryaki’ye ait olduğu iddia edilen mektup Meclis Darbe Araştırma Komisyonu’nda ele alındı. Kendisine ait olmadığını belirten Küçüktiryaki’ye isnat edilen mektupta şu ifadeler yer alıyordu: “Beni emniyet genel müdürü yapan, Başbakan Süleyman Demirel değildir. Beni keşfeden ABD hükümetinin Ankara temsilcilerinin tavsiyesi ile bu göreve atandım. Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim. 1976 yılının ocak ayında Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi Kızılbaşa kan kusturdum. Yavuz Selim’den sonra en büyük Alevi- Kızılbaş düşmanı benim, bunu ispat ettim ve ispat etmeye de devam edeceğim. Ben, Beylerderesi olayları sırasında yanımda Malatya İl Jandarma Komutanı albay olduğu halde ‘Malatya’daki tüm Alevi-Kızılbaş köyleri ortadan kaldırılmalı’ dedim. Benim sözlerimi Mayıs 76 tarihli Halkın Kurtuluşu adlı dergi yazdı. Şu anda Emniyet Genel Müdürüyüm. 76 yılında ben Malatya’da valiyken emniyet müdürü olan –ki o da en az benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır- Abdülkadir Aksu’yu yardımcım yaptım. Ankara’da alevi-kızılbaşların oturduğu “kurtarılmış bölge”lere kan kusturan Reşat Akkaya’yı ankara Emniyet Müdürü yapan benim. Sıkıyönetim komutanının emriyle görevden alındı. Zannedilmesin ki, pasifize oldu, gölgede kalarak gerçek Ankara Emniyet Müdürü yine o olacaktır. Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz, ne başbakan ne cumhurbaşkanı ne de bir başkası. 1981 seçimlerinde AP’den Malatya Milletvekili adayıyım. Beni silah kaçakçılığıyla suçlayanlara şunu söylemek isterim ki; ben, Bulgaristan üzerinden gelen komünist silahlarla Alevi kasaplığı yürütmüş adamım.”
- SÜRECEK -
En Çok Okunan Haberler
- Gözaltına alınan Kadir İpek hakkında yeni gelişme
- Nedir bu Emevi Camisi takıntısı?
- 'Asgari ücret' tepkisi nedeniyle tutuklandı
- 'Senin ne kadar acınacak bir hale geldiğinin...'
- Boykot çağrısı yaptı!
- Suriye’de Aleviler sokağa çıktı
- Emekli ve memura ne kadar zam yapılacak?
- Müebbet hapse çarptırılan 31 er tahliye edildi
- Davutoğlu'nun 'hazırım' çıkışına yanıt verdi
- Merkez Bankası faiz kararını açıkladı