‘İnsanlığa inanıyorum, tarihe sığınıyorum!’

Emre Kongar yeni kitabı İstanbul-Bitmeyen Bir Aşk’da (1940’lardan Bugüne Efsaneler, Anılar, İzlenimler) büyüdüğü ve ömrünün büyük bölümünde yaşadığı İstanbul’u, “geçmiş bir anı, sonsuz bir aşk, güncel bir yaşantı ve bir gelecek olarak” üç boyutlu aktarıyor.

Yayınlanma: 05.07.2020 - 12:19
Abone Ol google-news

İSTANBUL - BİTMEYEN BİR AŞK

Emre Kongar yeni kitabı İstanbul-Bitmeyen Bir Aşk’da (1940’lardan Bugüne Efsaneler, Anılar, İzlenimler) büyüdüğü ve ömrünün büyük bölümünde yaşadığı İstanbul’u, “geçmiş bir anı, sonsuz bir aşk, güncel bir yaşantı ve bir gelecek olarak” üç boyutlu aktarıyor. Kentin geçmişinden bugününe özyaşamıyla bütünleşen bir hatta; semtleri, alanları, ilçeleri edebiyatçılar, mimarlar ve tarihçilerin yapıtları, tarih ve doğa cinayetini yaşama geçiren Adnan Menderes gibi siyasetçilerin, mimar ve restoratörlerin ihanetleri eşliğinde irdeliyor. Günümüzdeki durumuyla kıyaslayarak gelinen iç acıtan noktayı somutluyor.

- Yahya Kemal gibi, Orhan Veli gibi siz de âşık oldunuz ve sonsuz sevdiniz İstanbul’u. Nasıl bir aşk, kitapta da sıklıkla nitelediğiniz gibi “perişan sevgili” ve tutsaklık İstanbul?

İstanbul’da, Çarşıkapı’da cadde üstünde, “Eski İstanbul”un gerçek “kent kültürü” ile ve Çengelköy tepelerinde, “Padişahlar için düzenlenmiş” köşkler, bahçeler içinde büyüdüm. Çarşıkapı’da, Kapalıçarşı’ya, Sahaflara, Beyazıt Meydanı’na, Çemberlitaş’a, Çengelköy’de de, yeşilliklere, çam, ıhlamur, ceviz ağaçlarına, meyva bahçelerine, Boğaz Manzarası’na âşık oldum.

Çocukluğumu ve ilk gençliğimi yaşadığım bu ortama duyulan aşk, ne kadar zedelenirse zedelensin, ne kadar örselenirse örselensin, unutulmuyor; çünkü o aynı zamanda benim çocukluğum ve geçmişim. Beni İstanbul’a tutsak eden bu aşk, kent kültürünün zarafeti ve Çengelköy tepelerinden görünen Boğaz’ın güzellikleri ile harmanlanmış olan çocukluğum ve gençliğimdir!

“NOSTALJİ OLSUN DİYE YAZMADIM”

- “Ben ‘Eski İstanbul’da doğdum… Gerçek ‘Eski İstanbul’da” cümlenizle başlıyor kitabınız. Bu “gerçek, eski İstanbul”u, “geçmiş bir anı sonsuz bir aşk, güncel bir yaşantı ve bir gelecek olarak” üç boyutlu aktarıyorsunuz. Hemen her adımı da hüzün, uyarı, isyan ve direniş duygusuyla kaleme alınmış. Bunu anlatır mısınız?

İnsanın belleği, (en azından benim belleğim) geçmişi, bugünü ve geleceği aynı anda görsel ve iştisel olarak algılayabiliyor. Kültür Bakanlığı Müsteşarlığım sonrasında, İstanbul’a döndüğümde, İstanbul Üniversitesi’nde derse gittiğim günlerde, Beyazıt Meydanı’ndan geçerken, etrafında maytap yakarak koşuşturduğum havuzu, oradaki fıskiyeleri, havuzun etrafındaki tramvay yolunu görür, mevcut beton çirkinliği algılar, çok üzülür ve gelecek için, yeşilliklerin arasından fışkıran rengârenk fıskiyelerin olduğu bir havuzu hayal ederdim.

Bu kitabı da sadece anılarımı nostaljik olarak kaleme almak için yazmadım: Okurlar, kentin geçmişini aktardığım satırlarda da, kitabın sonundaki iki “epilog”da anlattığım “distopya” ve “ütopya”da da, nasıl bir İstanbul hayal ettiğimi görecekler. Dedim ya, ben geçmişi, bugünü ve geleceği aynı anda, üç boyutlu yaşarım; böylece yaşamımı üçe katlıyorum; (elbette sadece mutlulukları değil, hüzünleri de.)

ÜÇ BOYUTLU, İKİ OLASILIKLI BİR DÜNYA...

- Üç boyutlu ama iki olasılıklı olarak aktarıyorsunuz.

Evet; birinci “Epilog” yani “Distopya”, “Kötüler kazansaydı İstanbul ne hale gelirdi” üzerine bir fantezi. İkinci “Epilog” yani “Ütopya” “İyiler kazanınca İstanbul ne olabilir” üzerine bir fantezi.

Her iki metni de okurların kendi birikimlerinin çağrışımlarını tetikleyecek ve kendi iç dünyalarındaki hayalleri açığa çıkaracak, ucu açık serbest denemeler olarak yazdım.

- Kitabınızın özellikle çocukluk ve kent tarihi bağlamlarında kimi söylencesel kimi oryantalist bir biçemden el alan yaklaşımını da konuşalım. Bu yaklaşım biçeminizi ne yönde etkiledi?

Hocaefendi’nin Sandukası adlı romanımı okumuş olanlar bilirler, ben edebiyatta ciddi olarak, tarihsel ve güncel gerçeklerle, romanın kendi gerçeklerini harmanlamayı seven, bunu da “başarıyla yapan” bir yazarım. Bu “başarıyla yapan” ifadem sakın bir övünme olarak algılanmasın: Doğrudan doğruya gerçeği ifade ediyorum.

Hocaefendi’nin Sandukası’nda güncel ve tarihsel gerçekleri romanın kendi kurgusuyla o denli harmanladım ki, pek çok okurum, (başta uyardığım halde), kitabı bitirdikten sonra bana kitapta “alıntıladığım” mektupların eksik olanlarını bulup bulmadığımı, gerisini ne zaman yayımlayacağımı sordu.

Ama İstanbul’u yazarken hem alıntıladığım efsaneler, hem de kendi yaşamımdan aktardığım anılar yüzde yüz gerçek. Evliya Çelebi’yi, Poseidon’u ve Byzas efsanesini literatürde kabul gören en yaygın biçimleriyle aktardım. Anılarım ise yüzde yüz gerçek, hiçbir uydurma yok.

YEŞİL BAHÇELER, SEMAVİ EZANLAR VE VAHDETTİN KÖŞKÜ...

- Çocukluğunuz denilince İstanbul’da aklınıza gelen semtler; kışları Çarşıkapı, yazları Çengelköy. Hele ki 6 yaşınızdan 15 yaşınıza kadar yaşadığınız Vahdettin Köşkü’nün sizdeki yeri apayrı. Orada roman gibi bir yaşam sürmüşsünüz. Bu semtlerin sizdeki yerini ve yıllar sonra restorasyon adı altında buldozerlerle katledilen Vahdettin Köşkü’ndeki yaşamınızı anlatır mısınız?

İçinde istediğin kadar koşabileceğin uçsuz bucaksız yeşil bahçeler... Başka hiçbir yerde görmediğim çeşitte, renkte ve tatta meyveler, özellikle de erikler: Mürdüm erikleri, sarı kayısı erikleri, kocaman yemyeşil papaz erikleri... Her tarafta, özellikle de üçüncü köşkün bahçesinde ceviz ağaçları... Aynalı havuzun arkasındaki meyva bahçesinde bir daha hiç görmediğim kadar büyük, yumruk büyüklüğünde ceviz veren bir ağaç, nar, şeftali ve armut ağaçları... Fıstık çamları...

Dalları muntazan basamaklar gibi birbirine dik olarak yükselen çam ağaçları... Karşı yakada güneşin parıltısıyla göz kamaştıran pencereler... Yağmurlu ve fırtınalı günlerde üzerinde şimşeklerin çaktığı, bu kitabın kapağında da yer alan ünlü İstanbul silueti... Henüz hoparlör cızırtılarıyla kirlenmemiş, adeta gerçekten göklerden gelen semavi sabah ezanları...

- Sizden önce ailenizin de yaşadığı evler Menderes’in İstanbul’u imar (!) harekatı sırasında yok olanlar arasındaydı. İstanbul bu sözde imarından en çok zarara uğrayanlar kimlerdi?

Menderes “Eski İstanbul”u mahvetti. Ne yazık ki Çarşıkapı-Aksaray-Topkapı ile Aksaray-Edirnekapı ekseni bundan en çok etkilenen yerlerdir. Ödenen istimlak bedelleri ise evlerine el konulanları çok daha yoksul yaşamlara mahkûm etti. İstanbul’un yağması 1950’de Demokrat Parti iktidarı ile başlamıştır ve bu yağma “sadece iç değil doğrudan doğruya dış güçlerin de yönlendirmesiyle devam etmiştir.

“‘İSTANBUL İSTANBULLULARINDIR’A İNANIYORUM”

- Her şey çok güzel olacak olmasına ama belli ki epey vakit alacak! Ne dersiniz?

Sanıyorum “İstanbul İstanbullularındır” söylemi gelecek için de umutlarımı barındıran bir slogan! 31 Mart ve 28 Haziran seçimleri İstanbul için umut tohumları attı. Bakalım bu tohumlar yeşerecek mi?

- Ezilmeye, yok oluşa direnmek için; var olmak için nelere sığınıyor, direniyorsunuz?

İnsanlığa inanıyorum, tarihe sığınıyorum. Eylem insanı değil, düşünce insanı olmayı tercih ettim.

- Yeni çalışmalarınız?

Şimdilik birbirinden bağımsız üç projem var: Bir arkadaşımla birlikte yazdığımız bir kronoloji... AKP dönemini kapsayan bir siyasal çözümleme... Aşk ve maceraya dayalı bir siyasal roman!

İstanbul-Bitmeyen Bir Aşk (1940’lardan Bugüne Efsaneler, Anılar, İzlenimler) / Emre Kongar / Remzi Kitabevi / 223 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler