'Haber ateşten bir top'

Mirgün Cabas, AKP'nin iktidarda olmadığı son yılı anlattığı kitabında bugünlere nasıl geldiğimizi, 'eski' ve 'yeni' Türkiye'yi sorguluyor. Aynı zamanda gazetecilik ile de hesaplaşıyor: İktidarın uzun bir sopası var ve işini yapmaya çalışan her gazetenin, gazetecinin kafasına o sopa iniyor.

'Haber ateşten bir top'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.06.2017 - 21:31



Bu kitabı, 2001’e ya da AKP’ye övgü olsun diye yazmadım. Bir durum tespiti olsun ve “Biz buraya nereden geldik”, “AKP’nin 15 yıllık ve kim bilir daha ne kadar sürecek olan iktidarına hangi koşullar yol açtı” sorularının cevabını vermek için yazdım.” Gazeteci ve televizyon haberciliğinin önemli isimlerinden Mirgün Cabas, okurla yeni buluşan “2001 Eski Türkiye’nin Son Yılı” adlı kitabını bu sözlerle tanımlıyor. Kitabında “Buraya nereden geldik” sorusunun yanıtlarını arayan Cabas, “1 Ocak 2001’den 31 Aralık 2001’e kadar her günü farklı kaynaklardan taradım. O kadar çok şey yaşamışız ki! Bunların hepsini ben gazeteci olarak yaşadım ve haberleştirdim. O dönemleri yaşamamış çok genç bir nüfus da var. 2002’den bu yana başka bir iktidar görmemiş, bir önceki başbakanı bile kitaplardan bilen bir kuşak var. Onlar, bu Türkiye’nin içine doğdular, bu Türkiye’nin içinde büyüdüler. Biraz da ‘eski Türkiye’yi onlara anlatmak için işe yarayacak bir kitap olacağını düşündüm” diyor. “Eski Türkiye’ lafına  gelince, bunu iktidarın kullandığı anlamda kullanmıyorum. ‘Yeni Türkiye’ lafına alerji duyan pek çok kişi olduğunu da biliyorum, haksız da değiller” diyen Cabas, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama Türkiye, 2000’li yılların başındaki Türkiye de değil. O değişimi tespit etmek ve adını koymak için ‘eski’ tanımını benimsedim. Çünkü sevin ya da sevmeyin, Türkiye aynı Türkiye değil.”

Kitapta eski Türkiye’nin 16 Nisan’dan sonra metafor olmaktan çıkıp bir gerçek haline geldiğini söylüyorsunuz.

 Evet. Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtik, henüz tam anlamıyla uygulanmamasına rağmen gördüklerimiz, Türkiye’nin nasıl bir yer haline geleceğine dair bize yeterince fikir veriyor. Bu yüzden metafor olmaktan çıktı ve burası artık yeni bir Türkiye. Keyfiliğe çok fazla alan tanıyan bir anayasayla, bir başkanın kafasına göre yöneteceği bir yer. Türkiye zaten 1990’larda askerlerin dayattığı keyfilikten, siyasilerin kaprislerinden yargının başına buyrukluğundan çok çekmişti. Şimdi anayasal, sistemli bir keyfilikle yönetileceğiz.


‘AKP, kendini tüketen bir düzenin sonucunda doğdu’


Öyleyse eski ve yeni Türkiye ayrımını yapan tarih, neden 16 Nisan değil?
 Yeni Türkiye anayasa değişikliği ile başlamadı. O, rejim anlamında yeni bir Türkiye. Ama bu ülke siyasal, toplumsal ve kültürel olarak AKP’nin iktidara gelmesinden sonra yeni bir yola girdi. 2001 AKP’nin iktidarda olmadığı son yıl. 2001'i yeni Türkiye’nin sebeplerinden biri olarak da görebiliriz. AKP’nin önünü açan pek çok şey yaşanıyor. O olaylar, onlara sebep olanların siyasi ömrünü tamamlamalarına da sebep oluyor. Merkez sağın, MHP’nin, DSP’nin bir anda çökmesine neden olan bir dizi siyasi gelişme yaşanıyor. Kendini tüketen bir siyasi düzen. Kendini tüketirken AKP için mıntıka temizliği yapıyor, askerlerin ve Anayasa Mahkemesi’nin el birliğiyle AKP dünyaya geliyor...


Sonunun herkesçe nasıl doldurulacağını merak ettiğinizi söylediğiniz “Eski Türkiye pek matah bir yer değildi, ama” diye başlayan cümlenin ardını siz nasıl dolduruyorsunuz?


  Bugünle karşılaştırdığınız zaman çok daha canlı bir medyanın, eğlence ve kültür hayatının olduğunu, siyasetçilerin bu kadar otoriter ve ceberut olmadığını, partizanlığın devletin iliklerine kadar işlemediğini görüyorsunuz. O gün başörtüsüne karşı bir toleranssızlık varken, bugün de başörtüsüz kadınlara karşı yaşanan saldırganlığı görüyorsunuz. O yüzden bugüne bakıp da “Yeni Türkiye, şöyle iyi, böyle iyi” diyeceklere, mutlaka 2001’den başka bir argümanla “Evet, ama” diye başlayacak bir cümle kurabiliyorsunuz.


‘Bir parti, diğer partilerin yok olması için uğraşıyor’


Farklar ve benzerlikler neler?

Eskiden askerlerin durduğu yerde bugün siyasal iktidar duruyor. HDP’nin eş başkanı ve milletvekilleri cezaevinde, her gün bir başka milletvekili ifade vermeye gidiyor ya da gözaltına alınıyor. Ana Muhalefet Partisinin milletvekili tutuklanıyor ve ömür boyu hapisle yargılanıyor. Bütün bunların arkasında bugün asker yok, siyasal irade var. Bir parti diğer bütün partilerin yok olması için uğraşıyor. Hem yasalarla hem ekonomik baskılarla her alanda herkese bir ayar verme gayreti... Cezaevine atılan gazeteciler, Gülen Cemaati ile el ele ülkenin şirazesinin kaydırılması... Bütün bunlar, 28 Şubat döneminde askerin uyguladığı ceberutluktan çok daha fazlası.
Birkaç yıl sonra böyle bir çalışma yapmak istesek bugünün haberleri yarın bize ne söyler?

Pek çok şey söyler, ama gerçeği söylemez. Haber niteliği taşıyan şeyler, gazetelere ve televizyon kanallarına olduğu gibi yansımıyor. İktidarın uzun bir sopası var ve işini yapmaya çalışan her gazetenin, gazetecinin kafasına o sopa iniyor. Bu kadar sansür, baskı ve korku ortamında gazetelerin işlerini doğru yapamadığını biliyoruz.


Kitapta “Gazetecilerin bazıları mesleklerini yapıyor, ama pek çoğu da en iyi yaptıkları işi yapamıyor” diyorsunuz. Bugünkü medyanın çalışan gazeteci niteliğini nasıl buluyorsunuz?

Bu işi ana akım medyada da yapmaya çalışan ama istediği gibi yapamayan pek çok meslektaşım var. Medyada ciddi bir nitelik erozyonu olduğunu da biliyorum. Haber herkes için ateşten bir top, yakmasın diye elden ele atılıyor, sonunda da ortada kalıyor. Hiç kimse elindeki haberin dört başı mamur bir hâle gelmesi, basın toplantısında muhatapların birazcık daha zorlanması, kulisine bakılması gibi yollara sapamıyor. O yüzden de gazetecilik, giderek halkla ilişkiler faaliyetine dönüyor.

Bu durumda, gazetecilere düşen öz eleştiri ne sizce?

1990’larda siyaset oyunlarını oynamaya hevesli olanların, dönemin gazete yöneticilerinin ve etkili yazarlarının külahlarını önlerine koymaları gerekiyor. Nasıl olduysa hemen hepsi hâlâ bu çarkın içinde çünkü. Bugünkü düzende o günkü her unsurun; insanların onlardan illallah etmiş olmalarının payı var.

‘Tekinsiz bir ortamda yaşıyoruz’

Türkiye’de gazetecilerin başına gelenler açıkça ortada. Bilinen ve işsiz olmasına karşın işini yapmaya çalışan bir gazetecisiniz, endişeleniyor musunuz?

Bugün eline kalem alan her gazeteci ya da sosyal medyada iki kelam eden herkes, “derdimi doğru anlatamazsam başım derde girer” diye yazdıklarını üç defa okuyor. Tekinsiz bir ortamda yaşıyoruz. Adaletin fizik kuralı gibi, her ortamda herkes için aynı şekilde işlemediği bir düzende insan elbette kendini güvende hissetmiyor. Tek dileğim şu; umarım birgün başka bir iktidar görürüz ve gazeteciliği o gün de tıpkı bugün yapmaya çalıştığımız gibi yapacağımızı kanıtlayabiliriz ve derdimizin bağcıyı dövmek olmadığını gösterme fırsatımız olur. Bugün “muhalif gazeteci” olarak adlandırılan ama aslında sadece işini yapan insanlar adına dileğim bu.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler