Güray Öz'den 'Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela'

“Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela”, Güray Öz’ün yıllara yayılan denemelerini bir araya getiriyor. Öz’ün kaleme aldığı metinler; kitapların dünyasından geçmişe ve bugüne uzanan, sanatla felsefeyi buluşturan deneyimli bir gazetecinin bakışını yansıtıyor.

Güray Öz'den 'Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 23.04.2018 - 17:51

‘Özgürlük kalemle kağıt arasındadır’
  
-Her kitabın bir hikayesi olmalı, oradan başlayalım. Kitabınızın adı çok ilginç. Herhalde onun da bir hikayesi vardır.

-Angela, Angela Davis Amerikalı ünlü siyahi devrimcidir. Ömrü mücadele ile geçti. Tutuklandı, uluslararası çapta bir dayanışma sonucu serbest bırakıldı. Onun yaşamını anlatan çalışmalardan birinin adı Eğer Şafak’ta Gelirlerse’dir. Kitabı hazırlarken Angela ile Berlin’de bir otelde karşılaştığımı, daha doğrusu onu orada gördüğümü hatırladım. Kitaptaki ilk deneme o karşılaşmayı anlatıyor. Bu arada beni dokuz ay Silivri’de tutanlar da şafakta gelmişlerdi. Bir değişiklik yoktu yani. Kitabın adının hikayesi o “hâlâ” sözcüğündedir.

-Peki kaç yıllık bir birikimin ürünü bu denemeler? Hangi zaman aralıklarında, hangi dönemlerde yazıldı?

-Haklısınız her kitabın bir hikayesi vardır. Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra, uzun süre uzak kaldığım Türk edebiyatını yeniden keşfetme gereksinimi duydum. Türk edebiyatından seçtiğim, yorumlamaya değer bulduğum kitaplar üzerine yazmaya başladım. Bu yazıları dünya edebiyatının aydınlanmacı yazarları arasında saydığım eserler üzerine denemeler izledi. Almanya’da göçmenler arasında bir göçmen olarak yaşadığım dönemde yazdığım denemeler de kendiliğinden kitaba girdi. Hepsi de bir bütünün parçası; hem benim yaşamımın izlerini taşıyor hem de yakın tarihimize ve günümüze tanıklık ediyor.
 
“DENEMEDE ŞİİRSELLİK”

-Denemelerin kitaplaşma sürecine gelelim. Hangi fikirle yola çıktınız? Bu yazıları bir araya getiren amaç neydi? Yazılar nasıl seçildi ya da seçildi mi? Bu denemeleri bir arada tutan duygu, düşünce ne?

-Doğrusu bu yazıları kitaplaştırma fikrinin babası Silivri Kapalı Tutukevidir. Oranın koşulları. Tutukevinde yapılacak en iyi iş kitap bulabiliyorsanız okumak, her koşulda yürümek ve özgür kalmanın yollarını aramaktır. Yazarak özgür kalabilirsiniz. Kağıttaki dünyanızı tutuklayacak savcı yoktur. Özgürlük kaleminizle kağıt arasındaki ilişkidedir. Orada şiir çalışırken yazıları da bir düzen, bir mantık içinde toplama fikri gelişti. Bu arada sabahın erken saatlerini bana bırakan koğuş arkadaşlarıma buradan teşekkür ederim. Aslında fikir eşime aittir. Ben de mırın kırın ederek razı oldum. Sonrası yoğun bir çalışma gerektirdi. Çünkü yazılar arasında seçme yapmak zordu. Bu kitaptakilerin iki katı kadarı dışarıda kaldı.

-Kurumuş Gül Ağacı adlı şiir kitabınız dışında, yazdıklarınız genellikle sosyoloji, siyaset ve ekonomi odaklı. Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela ise bu alanlardan soyutlanmadan edebiyata yönelişinizin bir verimi sanki? Siz nasıl nitelersiniz bu yeni kitabı?

-Benim gazeteciliğe başlama yılım 1969 ama şairliğim daha eski. İlk şiirlerimi Halil İbrahim Bahar’ın, ışıklar içinde yatsın, Soyut dergisinde yayımlamıştım. Gönderdiğim şiirleri yayımlayan Bahar, bana da uzun bir mektup yazarak hem yol göstermiş hem de yüreklendirmişti. Kısacası benim edebiyata ilgim gazeteciliğimden, köşe yazarlığımdan daha eskidir. Kurumuş Gül Ağacı ne yazık ki talihsiz, fazla duyulmamış, dağıtılamamış bir kitaptır. Oradakiler arasında hak ettiği ilgiyi göremeyen en az 10-15 şiir var. Şimdi de “Silivri Kapalısı” adlı bir şiir dosyam yayımlanmayı bekliyor. Bu kitabın üslubunu şiirsel bulduysanız ne güzel, benim denemede ulaşmak istediğim, tarz üslup bu zaten. Deneme zor bir edebiyat dalıdır, öyleyse ona hak ettiği üslupla yaklaşmalısınız; yoksa vazgeçmeniz daha doğru olur.
 
“ÇOK OKUDUM, AZ YAZDIM”

-Edebiyata yönelişten ziyade bir dönüşten söz ediyoruz o zaman. Edebiyat tarihinde iz bırakmış isimler ve yapıtlarıyla günün toplumsal ve siyasi olaylarını birlikteele alıyorsunuz. Bunları birleştirip ele alırken zorlanmadınız mı?

-Tersini hiç düşünmedim. İlkokul zamanlarından beri okurum. Yazıcılığım, yazarlığım dışında sürekli olarak, politikayla ilgilendim, zaman zaman içine girdim. Zaten dünya görüşüm ve tarzım yöntemim Marksizmin günümüze, dünyaya, tarihe bakışı, değerlendirmesi. İyi bir öğrenci olmaya ve olayları gelmiş geçmiş en iyi yöntem olan diyalektikle değerlendirmeye hep çaba gösterdim. Kitabın önsözünde de bu duruşumu yazdım. Bu duruş size fazladan bir sorumluluk yükler. Sözünü ettiğiniz benim kitabıma aldığım isimler de yaşadığı çağları yansımakta en usta olanlar. Çok okudum az yazdım. Kural bu.

-Okuyup yazmaktan konu açılmışken denemenin bugünün edebiyatındaki yerini de konuşmak isterim. Ciddi bir geleneğe sahibiz bu konuda fakat bugün birkaç deneme yazarı dışında kimse yok. Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum...

-Çok usta üslup sahibi deneme yazarlarımız var. Berna Moran, Uğur Kökden gibi denemecilerin gösterdiği, iyi bir entelektüel olmadan iyi bir deneme yazarı da olunamayacağıdır. Ben bu alanın çırağıyım. Deneme edebiyat dalları arasında en zor alandır, birkaç özellik birden istiyor. Çetrefil bir sorunu ya da iyiliği, güzelliği düzgün bir şekilde anlatacaksınız. Ama aynı zamanda bir üsluba da sahip olmanız gerekiyor. Üsluptan yoksun denemelerin okunması zordur. Belki az ilgi görmesinin nedeni budur.

-Çağının tanığı bir gazeteci olarak bu belleği felsefe ve sanatla buluşturduğunuz metinlerden bir kefaret ödediğiniz vurgusu yansıyor sıklıkla. Öyle ki kitabın giriş yazısında "...yazı insanlara, ötekilere, dünyaya, hayata borçlu olduğumuz için yazılır." diyorsunuz. Bu sorumluluktan söz edelim mi biraz?

-Sorumluluk bütün dallar için geçerlidir. Çağının, ülkesinin sorunlarında uzak yaşamayı, yazmayı deneyenler ne ele aldığı konuyu iyi anlatabilir ne de okura ulaşabilirler. Yaşıyorsak hayata borçluyuz. Onu mümkün olduğu kadar düzgün yaşamak, doğayla, insanlarla ilişkide de bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek zorundayız. Şimdilerde bu borcu başkaları için de ödeme gibi bir sorumluluğumuz var: Dünyayı, doğayı hor kullananlarla hem didişmek hem de o doğayı korumak gerekiyor. Bunun en iyi yollarından biri edebiyattır.
 
“AKTİF EYLEMLİ ÖZNE OLMALIYIZ”

-Peki, siz bu denemelerle borcunuzu ödediğinizi düşünüyor musunuz yoksa yazı yeni borçlar, sorumluluklar mı yüklüyor sırta?

-İnsanlara, hayata, ötekilere olan borcumuz biz bitene kadar bitmez. Benim denemelerim, öteki yazılarım ve şiirlerim henüz bu borcu ödedim, diyebilmek icin yeterli değil. Nicelik ve nitelik açısından daha çok işim oluğunu düşünüyorum. Ne yazık ki işlerin tümünü tamamlayabilmek için yeterli zamanımın kalıp kalmadığını bilmiyorum. Bu nedenle de acele ediyorum.

-Kişisel tarihiniz de toplumsal belleğimizle kesişiyor çoğu noktada. Bunu gazetecilik mesleğiyle birlikte ele almak yanlış olmaz sanıyorum, sizce de öyle değil mi?

-Kişisel tarihim bildiğiniz gibi dağdağalı yılların tarihiyle iç içe. 1960 Askerî Darbesiyle yeni bir döneme giren Türkiye, edebiyatın hızla serpildiği, insanlara güven veren, politika ile olumlu anlamda ilişkilerin geliştiği bir ülke olma şansı elde etti. Cumhuriyet’in kazanımlarının bir ölçüde doğrulma, yanlışlardan arınma fırsatı yakaladığı bir dönem bu. 1971 arızasına rağmen 1980’e kadar da sürdü bu olumlu gelişme. 1960’lardan bu yana dünya sanki daha hızlı dönüyormuş gibi gelir bana. Kuşkusuz bu bir yanılsama; eski çağlar önceki dönemler de herhalde öyleydi. Ama insan kendi çağından sorumlu. Eski tarihi anlamak durumundayız ama yaşadığımız zamanların tanıklığıyla yetinemeyiz. Aktif eylemli öznelerinden olmak zorundayız. Gazeteciliğe gelince; bu meslek çağının tanığı olmayı kolaylaştırır. Eylemli öznesi olabilmek içinse daha fazlası gerekir. Eskiden, olup bitene en iyi müdahale yönteminin ve yolunun köşe yazarlığı olduğunu düşünürdüm, şimdi şiirin önde geldiğini düşünüyorum. Türkiye’deki büyük değişimde Nâzım’ın payını kim inkâr edebilir? Elbette kendimizi Nâzım’la kıyaslama doğru olmaz ama bizler de birikimin zeminini oluşturuyoruz. Muhafazakarlığın, tutuculuğun çok çabalamasına karşın dikiş tutturamamasının temel nedeni de bu. Onlar Türkiye’nin eski tarihinde yalıtılmış bir alanda geliştiler, halkla bir alışverişleri olmadı. Cumhuriyet döneminde ise gelişmeye açık, aydınlanmadan, sosyalizmden etkilenen, Batı’daki gelişmeleri eleştirel bir tarzda edinebilen bir kuşak yetişti, yeni bir yol açıldı. Tüm engelleme çabalarına karşın o yolda yürüyoruz.

 
Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela / Güray Öz / Ayrıntı Yayınları / 336 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler