Diyarbakırlı Angel: Başka bir yol olmalı

7 bölge 7 hikaye yazı dizisinde bugün Diyarbakır'dayız mihmandarımız ise Angel.

Diyarbakırlı Angel: Başka bir yol olmalı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.05.2018 - 23:15

(Fotoğraflar: Kurtuluş Arı)

Sur’dayız. Kıvrıla kıvrıla giden daracık sokaklarda kentin iki yıl önce hendekler kazılan kısmına doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Biz sert virajları alırken sanki şehir de hareket ediyor. Bizimle birlikte sokaklar da meyle göre hafif sağa ya da sola eğiliyor. Diyarbakır, kıpırtılı bir şehir, attığımız her adımda fısır fısır bir şey söylüyor.

Mihmandarımız Angel. Dört Ayaklı Minare’ye, Tahir Elçi’nin öldürüldüğü yere doğru götürüyor bizi. Sur’un oradan ötesi hâlâ kapalı. Hendeklerin kazıldığı bölgeye geçilmiyor. O bölgenin nasıl yeniden yapılmak üzere yerle bir edildiğini gözlerimizle göremeyeceğiz ama anlatılanlara bakılırsa tahta perdenin ardı dümdüz.

Dört Ayaklı Minare’nin orada bir sürü turist var. Biz Angel’ın fotoğraflarını çekeceğiz, onlar birbirlerinin. Aslında emin değilim. Belki de çekilen fotoğrafların hepsi ülkenin üzerine kara bir bulut gibi çöreklenen karmaşık bir cinayetin lanetli lekesinin.

Kan lekesi

Çoğunu muhtemelen birbirimizle paylaşmadığımız tuhaf düşüncelerle ayrılıyoruz Dört Ayaklı Minare’den. Hâlâ Sur’dayız. Tarihi bir binanın avlusundaki bir kafede sayısız parçadan oluşan dev bir kahvaltı masasının başında.

Sanki buralarda hiç kötü bir şey olmamış gibi, sanki hayat hep mutluluk veren kahvaltılardan ve sonsuz içilen çaylardan ve kahkahalardan oluşuyormuş gibi, sanki şahaneymiş gibi Angel’le gülüşüyoruz.

Angel’in kimlikteki ismi İstek Alcu. Ama annesi seyrettiği bir diziden etkilenip doğduğu andan itibaren ona Angel demiş. Gerçek ismini ancak okula gittiğinde kullanmaya başlanmış. Hâlâ etrafındaki herkes ona Angel diye sesleniyor.

“Annemin bir dizi fantezisinin kurbanıyım” derken gözlerinden ışıklar çıkıyor. Her şeye ama her şeye olumlu açıdan bakmayı tercih eden, içinde doğup büyüdüğü coğrafyanın kaderine farklılığı ve farkındalığı ile isyan eden genç bir kadın Angel.

33 yaşında. Fixer’lık yapıyor, yani bölgeye gelen yabancı gazetecilere rehberlik. Yaptığı iş şu dönem çok güvenli değil. Aslında Angel’la bitmek bilmeyen savaşlardan, terörden, kandan, intikamdan, içeridekilerden, dışarıdakilerden, olanlardan, olacaklardan konuşasımız yok. Hayat bizi bıraksa erkeklerden konuşuruz, aşklardan, danstan bahsederiz, kırlarda koşmaktan, dağlara tırmanmaktan, dünyaları gezmekten. Bir karavanda yaşamaktan mesela ya da bir teknede. Alıp başını gitmekten, bir daha istersen dönmekten, istersen dönmemekten.

Güzel şeylerden bahsederiz. Şahane bir gelecekten. Ama biz seçimlerden bahsedeceğiz, bölgedeki gerilimden, ülkedeki endişelerden, cinayetlerden, çözümlerden ve çözümsüzlüklerden. Bu ikimizin de canını sıkıyor aslen.

“Şiddeti sevmiyorum” diyor Angel, “İnsanların derdini anlatabileceği başka bir yöntem mutlaka olmalı”. Kendi halkının öfkesi onu yormuş. Hem de küçük yaşından beri. Şiddete karşı duyduğu ilk öfkeyi iyi hatırlıyor. 90’lı yılların başı. Kimliği belirsiz kişiler tarafından evinden alınan HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın iki gün sonra cesedi bulunmuş. O günlerde Angel daha ilkokul birinci sınıf öğrencisi. Ablalarıyla birlikte okula gidiyor. Okul çıkışı bir protesto gösterisinin ortasından kalıyorlar. Öğretmeninin vurulduğunu görüyor. Öğretmenin bembeyaz ayakkabıları var. Ayakkabıların üzerinde kıpkırmızı kanlar. Öğretmenin bedenini sürükleyerek götürmeye çalışıyor 14- 15 yaşındaki gencecik öğrenci çocuklar.

Başka bir yol

“O yaşlarda böyle şeylere tanıklık etmek genelde insanda öfke ve intikam duygusu yaratır. Ama ben şiddeti hep uzaktan izledim ve anlamaya çalıştım. Her iki tarafı da yargıladığım zamanlar oldu. Ve sonuçta şiddete şiddetle karşılık vermenin çözümsüzlükten başka bir işe yaramadığını gördüm. Hep, başka bir yol olmalı, diye düşündüm.”

Silahlı mücadelenin kaçınılmazlığına ikna olmuş nesillerin genetik bir lanet gibi birbirine aktardığı öfkeyi mutlak bir barış isteğine çevirmek öyle kolay bir mesele değil. Angel bunu yapabilen, hatta bunu yapabilmek için güçlü bir inatla dimdik durabilen bir kadın.

O yalnız bir anne. Klasik Türk ya da Kürt erkeğine hiç benzemeyecek bir çocuk yetiştirdiği için gururlu. “İnsanlar bizim buralarda dul kadın üzgün olmalı, renksiz giyinmeli, makyaj yapmamalı, fıttır fıttır gezmemeli, yüksek sesle konuşmamalı, hep ezik olmalı diye düşünürler. Ben tam aksini yapıyorum. Ve inan oğlum da etrafımdaki kadınlar da benden çok şey öğreniyorlar” diyor.

Yeniden dönüp dolaşıp şiddete geliyor konu. “Başka bir yol olabilmeli diye düşündüm hep, başka türlü olabileceğine çok inanıyorum. İlla şiddete şiddetle karşı koymak gerekmiyor. Eğer öyle giderse bu iş hiçbir zaman bitmez. Çünkü sürekli taraflar kendi tabanlarını şiddetin içine çekiyorlar ve birbirlerine öfke besliyorlar. Bölündük, bölünmedik derken baksana paramparça olduk hepimiz.”

Angel, yedisi kız, üçü erkek on çocuklu bir ailenin sondan üçüncü çocuğu. Kız kardeşlerinden biri bundan birkaç yıl yurtdışına kaçmış. “Rahat durmuyordu. 13 yaşında bir gösteride gözaltına alındı. İçerden çıktığında artık tamamen politize olmuştu. Öyle giderse ya hapse girecekti ya dağa çıkacaktı. Ama orada da rahat durmuyor” derken önce gülüyor sonra bir an bir hüzün geçiyor gözlerinden, ardından yeniden neşeleniyor.

“Ama bizde çeşit çok” diyerek kahkaha atıyor “Bir kız kardeşim de kapandı. Çok gittik üzerine ne yapıyorsun sen diye. Sonunda ağlaya ağlaya bu yaptığımızın ne kadar ayıp olduğunu anlattı bize. Küçüklükten beri varmış içinde. Kendi arzum dedi. Beni neden küçük görüyorsunuz dedi. Utandık hepimiz. Haklı kız”.

En küçük kız kardeşiyse ona benziyormuş hatta ondan daha radikal ve isyankârmış. “Annemi babamı dinlemiyor hiç, barmenlik yapıyor, çılgın giyiniyor, oyuncu olmak istiyor, daha geçen gün aldı başını bir festivale gitti üç gün. Annem bana kızıyor, sana çekti bu, senin yüzünden böyle oldu diyor.”

Peki ablalar?

Onlar evli. En büyüğü gençken siyasi olaylara karışmış. O da gözaltında ağır tecrübeler yaşamış. Onun psikolojik izlerini hâlâ taşıyor. Politik görüşleri daha katı. Angel’in silahlı mücadeleye karşı olmasına öfkeleniyor. Bu yüzden tartışıyorlarmış sık sık.

'Ben babamın kızıyım’

Ama Angel kendi fikirlerinde inatçı. Farklılığının arkasında dimdik duruyor.

Peki, Angel ne oldu da farklı bir kadın oldu?

“Ben babamın kızıyım” diyor. Babası zabıta memuru. Tasavvufla ilgilenen, felsefe okuyan, şiirler yazan bir adam. Babasının bölgeye hâkim olan feodal kültürden uzak bir insan olmasının etkisi Angel’in kendi kimliğini bulmasında çok önemli bir etken.

“Bir de işim sayesinde yabancılarla çok küçük yaşta tanıştım. Onlardan başka bir hayatın mümkün olduğunu öğrendim” diyor. 

O başka hayatı bu coğrafyada yaygınlaştırmak ne kadar mümkün?

"Bak şimdi ilkbahardayız, şimdiden kömür dağıtmaya başladılar yoksullara. Bizim bölgede ekonomik ayaklarımızı güçlendirmemiz lazım önce. Ki gençler şiddetle değil sanatla ilgilensinler, felsefe okuyabilsinler, edebiyatla uğraşabilsinler, hayatta başka şeyler isteyebilecek hale gelsinler. Aksi takdirde biz hep birbirini öldüren, birbirini boğan, çocuğuna şiddet uygulayan, karısına şiddet uygulayan insanlar olarak kalacağız.”

Batıdaki karamsarlığı, endişeyi, şüpheyi doğuda görmek pek mümkün değil. Her ne yaşarsa yaşasın umudu diri tutmak üzere şekillenmiş bir irade hâkim herkeste. O yüzden seçimlerden de umutlu Angel.

“Burada herkes Demirtaş’ı destekliyor çünkü o Kürt halkının gerçek duygularını ifade edebiliyor. Gerçekten barıştan bahsediyor. Yoksulluktan, yoksunluktan bahsediyor. Üretimle ilgili şeylerden bahsediyor. Siyasi dili ayrıştırıcı değil birleştirici. Buna çok ihtiyacımız var”.

“Hep iyimser misindir?”

“Tabii ki. Benim gibi birçok arkadaşım da çok umutlu. Bu savaş böyle sürmez. Elbet bir gün bitecek. Biri çıkacak ve ‘Oturup konuşmalıyız, savaşarak değil konuşarak halletmeliyiz meseleleri’ diyecek. Çözümün silahla olmayacağını iki taraf da anlayacak. Şiddet 40 yıldır deneniyor ve görüyorsun işte sonuç vermiyor.”

“Peki, Diyarbakır nasıl bir yer” diye soruyorum.

“Diyarbakır sürprizlerle dolu bir şehir” diyor. “Muhafazakârını da bulursun ama oturup onunla ateizmi tartışabilirsin. Torbacısı ile oturup felsefe yapabilirsin. Koca koca türbanlı kadınlarla komik cinsel şeyler konuşabilirsin. Muhalif bir şehir burası.”

“Bu muhalifliği nereden kaynaklanıyor?”

“Kötekten. Çok kötek yemişiz ama uslanmaz, iflah olmayız biz. Her şeyi tartışır, çok soru sorarız. Sana kimsenin propagandasını yapmak istemiyorum ama Marksist insanların örgütlediği bir gelenek var bu coğrafyada. Hendek zamanı olanları çok tartıştık biz içimizde. Yanlış olduğunu, böyle bir zamanda özerklik tartışmalarının saçmalığını, hendeklerin gereksizliğini içimizde hep tartıştık. Kendisini yargılamayan bir toplum değiliz biz.”

Ve son soru... “Seçimlerden beklentin ne?”

“Bir de Muharrem İnce çıkardınız şimdi” diyor ve gülüyor: “Ben CHP -HDP ittifakı isterdim tabii ki ama İYİ Parti var, bu şapşallar bizi istemezler!”

SOKAKLARDA DANS

Kendi seçse ismi Delal olsun istermiş Angel. Delal, kadınlara da erkeklere de kullanılan bir sıfat; biricik, demek, güzel demek, zarif demek.

“Yurtdışına kaçan kız kardeşim orada da hep siyasi faaliyetler içinde. Ama ona üzülüyorum. Kendisine hiç vakit ayırmıyor. Bir enstrüman çalmayı öğren diyorum, dans kursuna git, tamam siyasetten vazgeçme yine ama insan olarak ruhunu da besle biraz. Hayatın zevklerini tat. “Siyaset hayatın zevklerini sevmez” diyor bana. Biliyor musun işte ben bu yüzden asla politize olamıyorum. Dans edebilmeli insan. Dans insanı güçlü kılan bir şeydir. Neşe insanı güçlü kılan bir şeydir. Kahkaha atmak da bir devrimdir. Benim hayalimdir, bir gün sokak ortasında ben bir adamla dans edeceğim... Belki caddeyi kapatacağım... Öyle bir şey yapacağım... Biraz anarşist bir şey olabilir ama ruhumuzu beslemeliyiz. Yoksa onu şiddete kolayca teslim ederiz.

 

YARIN: Erzurum - Lokantacı Ruşen 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon