Delirtilen kadınlar!

Ataerkil toplum bin yıllar boyunca kadınları, “deli” damgası vurarak terbiye etmeye çalıştı. Sonuçta deliliğin kadınlara özgü bir hastalık olduğunun düşünülmesi, kâh zincire vurulmakla kâh cadı diye yakılmakla sonuçlandı kadınlar için. Delilik ve kadın kavramının yan yana gelmesinin yarattığı çekicilik, tüm sanat alanları gibi edebiyatı da etkiledi. Edebiyat dünyası da roman, şiir, tiyatro oyunlarıyla çeşitli dönemlerin delilik anlayışına ayna tuttu. Gönül Bakay’ın, Delirtilen Kadınlar kitabı, çağdaş yazarların da yapıtlarına yer verdiği analizleriyle, “kadın deliliği”ne ilişkin kapsamlı ve ilgi çekici bir derleme.

Delirtilen kadınlar!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.12.2020 - 12:05

İngiliz ve Amerikan edebiyatları bağlamında kadınlar üzerine araştırmaları ve kitaplarıyla tanınan Prof. Dr. Gönül Bakay’, Delirtilen Kadınlar’da; Ortaçağ’dan günümüze İngiliz ve Amerikan edebiyatında, kimi zaman kendisi de “deli” olarak nitelendirilmiş 30 seçkin yazarın 37 yapıtını feminist eleştirinin temel kavramlarının ışığı altında inceliyor.

Kitap, değerli siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Fatmagül Berktay’ın önsözünün ardından, tarih boyunca insanoğlunun delilikle macerasının izini süren ilk bölümünde, Batı dünyasının yanı sıra Arap, Türk ve Osmanlı kültürünün deliliğe bakışını ele alıyor ve psikiyatrinin bir disipline dönüşmesiyle farklılaşan delilik yaklaşımının iniş çıkışlarında gezinerek günümüze ulaşıyor.

Handan Dedehayır’ın hazırladığı bu bölüm, kadınların dünden bugüne delilikle sınandığı acılı yaşamlarına değinen bir ufuk turuyla tamamlanarak, Bakay’ın edebiyat bağlamındaki analizlerinin tarihsel, toplumsal ve felsefi arka planını oluşturuyor.

Son tahlilde Bakay, hem kadın sorunlarına ilgi duyan hem de edebiyatı hayatlarından eksik etmeyen okurlar için farklı bir pencere aralıyor.

DENETİM ALTINDA TUTULMASI GEREKEN VARLIKLAR

Deliliğin toplum düzenini zorlayan, toplum tarafından kabul gören davranışlarla çelişen, çoğu kez din ve ahlak değerleriyle çatışan aykırılığı, her çağda sanatçıların ilgi odağı oldu.

Önce İngiliz, sonra Amerikan edebiyatları delilik ve deli kadınlarla ilgili çok zengin ve yaratıcı bir birikim ortaya koydu. Bir yandan yaşadıkları döneme ayna tutan, bir yandan da yaratıcı ve duyarlı saptamalarla öncü fikirlerin temsilcisi olan sanatçılar deliliği yapıtlarına yansıtırken, onların ayrıksı davranışlarının ve karmaşık iç dünyalarının, toplumsal normların bir yansıması ve bireyin kendini ifade biçimi olduğuna dikkat çektiler.

Öte yandan delilik, yüzyıllar boyu gerek simgesel gerekse mecazi olarak, ağırlıkla bir kadın marazı olarak algılandı. Tarih boyunca yaratılan kadın deliliği ile ilgili imgeler kadınların zayıf, tehlikeli ve denetim altında tutulması gereken varlıklar olduğuna ilişkin mesajlar verdi.

Yeryüzündeki birçok din ve inanç sistemi kadının “denetlenemezliği”ni vurgularken, kadın “ayrıksılığı” hatta “sapkınlığı” uzun yıllar egemenliğini korudu.

Oldukça genç bir bilim dalı olan psikoloji de yakın zamanlara kadar erkek egemen bir alan olarak toplumsal önyargılardan kurtulamadı. 1960’lardan sonra yükselen kadın hareketi sonucunda yeni bir feminist psikoloji alanı gelişti ve baskın düşünce sistemine karşı çıkan, sorunları sosyo-politik ve kültürel bağlamda değerlendiren kadın merkezli bir psikoloji doğdu.

Kadın ve erkek, biyolojik farklılıklarının yanı sıra toplumsal normlar ve değerler sistemi tarafından oluşturulan toplumsal cinsiyet açısından da ele alınır oldu.

20. yüzyılda Lacan, Foucault, Laing, Szasz ve Goffman gibi düşünürlerin de etkisiyle, kültürel bir inşa olarak delilik ile kadınlık arasında bağlantı kurulmaya başlandı.

Giderek kadınların ıstıraplarını, yaşam deneyimlerini ve duygularını dikkate alan, onları yaşadıkları ortam ve koşullar çerçevesinde değerlendiren bir bakış açısı gelişti ve edebiyat yapıtlarına yansıdı.

Bu anlamda, deliliğin edebiyat yapıtlarındaki temsilleri; toplumsal cinsiyet, toplumsal sınıf ve aile yapısına ilişkin farklı bakışları ve bunların akıl sağlığı üzerindeki etkilerini izlemek açısından zengin bir kaynak oluşturdu.

EDEBİYATTA KADIN İMGELEMİ

14. yüzyılda Chaucer, Orta Çağ’ın toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğine ilk dikkat çeken yazarı olarak öne çıktı. Hatta Canterbury Hikâyeleri yapıtında Chaucer’ın Bathlı Kadın tiplemesi ile ilk feminist kadını yarattığı söylenebilir.

16. ve 17. yüzyıllara damgasını vuran Shakespeare gerek insanlığın farklı tarihsel dönemlerine gerekse insanoğlunun ruh hallerine ve duygu dünyasına nüfuz eden yaratıcılığıyla yapıtlarında deliliği de derinlemesine ele almıştı.

Hamlet piyesindeki Ophelia, Macbeth’teki Lady Macbeth ve Hırçın Kız’daki Kate karakterleri, akli dengesi bozulmuş kadınlara iyi birer örnektir.

Shakespeare, çağını aşan bir yaklaşımla kadınlarda deliliğin farklı toplumsal baskılarla da oluşabileceğini vurgulamıştır. Ophelia’nın düzensiz ve tutarsız sözleri karmaşık duygularının ve ruh halinin dışavurumu olarak “kara sevda”ya tutulmuş deli kadına örnektir.

Shakespeare bu karakterleri etkileyici bir incelik ve derinlikle ele alırken, yaşadığı toplumun kadına ve erkeğe ilişkin egemen değer yargılarını da gözler önüne sermiştir.

Kate, erkek egemen toplumun kurallarına isyan etse de sonunda güçlü bir erkeğe yenik düşer ve teslim olur. Desdemona tüm suçsuzluğuna rağmen erkekler arası bir entrikanın kurbanı olur. Sınır tanımaz hırsıyla kocasını felakete sürükleyen Lady Macbeth bu hırsının bedelini çok ağır öder.

19. yüzyılda artık kadın yazarların, sorunlarına sahip çıkarak kendilerinin ve çevrelerindeki kişilerin yaşamlarını, duygularını ve iç dünyalarını kaleme aldıklarını görürüz.

İlk önemli kadın yazarlar bu çağ ve sonrasında görünür olurlar, ancak birçoğu takma erkek isimleri kullanmak zorunda kalır: Mary Ann Evans “George Eliot”, Charlotte Brontë “Currer”, Emily Brontë “Ellis” ve Anne Brontë ise “Acton” adlarıyla eserlerini yayımlarlar.

Dickens’ın aşkta mutsuzluğu işlediği Büyük Umutlar ve Collins’ın varlıklı bir kadının aile mirasını ele geçirmek için akıl hastanesine kapatılmasını konu alan Beyazlı Kadın romanları önemli örneklerdir.

19. yüzyıl edebiyatında artık deli kadın imgesi kültürel baskıyı temsil eder. Charlotte Brontë’nin Jane Eyre romanındaki Bertha Mason karakterinde olduğu gibi, ataerkil baskıya delilikle isyan eden kadın tipine sıklıkla rastlanır.

Bugün Charlotte Brontë’nin Jane Eyre romanı, kadın deliliğinin kadınca bir başkaldırı olarak ortaya çıkışını simgeleyen bir yapıt haline gelmiştir.

Aynı özelliklere, 20. yüzyıl başlarında Jean Rhys’in Jane Eyre’e bir bakıma nazire olarak yazdığı Geniş, Geniş Bir Deniz romanında da rastlanır.

Charlotte Perkins Gilman’ın 1892’de kendi yaşamından esinlenerek yazdığı Sarı Duvar Kâğıdı ise erkek ağırlıklı, kontrolcü tıbbın temsilcisi doktor eşinin baskısına ruhsal dengesizlikle karşı koymaya çalışan bir kadının yaşadıklarını ve duygularını dile getirir.

Gönül Bakay’ın Delirtilen Kadınlar kitabı, çağdaş yazarların da yapıtlarına yer verdiği analizleriyle, “kadın deliliği”ne ilişkin kapsamlı ve ilgi çekici bir derlemeyi okurla buluşturmaktadır.

Delirtilen Kadınlar - İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kadın Deliliği / Gönül Bakay / Kırmızı Kedi / 352 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler