'Çiçek alan da kalmadı'
Yedi Bölge Yedi Hikâye dizimizin ilk konuğu Levent’te çiçekçilik yapan Gültepeli Zeynep. “Savaş çıktığından beri kimsenin keyfi yok, parası da. Çiçek alan kalmadı. Eskiden sezonun sonunda cebimde on bin lira olurdu. Şu an iki yüz lirayla kapatıyorum sezonu” diyor.
Başlarken Birkaç hafta sonra hep birlikte ortak bir iradeyle hem ülkenin kaderini hem de kendi kaderlerimizi belirleyecek olan bir seçimde daha tercihimizi kullanacağız. Bu düzen değişsin ya da değişmesin, iktidar el değiştirsin ya da değiştirmesin, hepimiz önümüzdeki seçimlerden bir şey bekliyoruz. Kimimiz umutlu, kimimiz endişeli, kimimiz kendine güvenli. Hepimiz sıradan birer seçmeniz ama biliyoruz seçimlerimiz değerli. Hayata bakışımız, yaşam tarzlarımız, eğitim düzeyimiz, umutlarımız ve endişelerimiz birbirinden farklı da olsa bir bütünün parçasıyız. Ve o bütünün geleceğinden sorumluyuz. Peki biz kimiz? Bu sorunun cevabını bulmak için uzun bir yolculuğa çıktık ve ülkenin yedi bölgesinde, yedi şehrinden yedi kişiyle hayat ve siyaset üzerine söyleştik. “Biz kimiz” sorusuna cevap olabilecek farklı hayatlardan hikâyeler derledik. İstanbul’dan çiçekçi Zeynep... Bodrum’dan çiftçi Miyase... Antalya’dan mimar Emine... Konya’dan kahveci Cemal... Erzurum’dan lokantacı Ruşen... Diyarbakır’dan tercüman Angel... Ordu’dan çiftçi Zekeriya... Hepsi bize kapılarını açtılar, kendi hayatlarını ve hayallerini anlattılar. Onlardan şunu öğrendim: Coğrafya çoğu zaman insanın kaderi olabilir ama bir yandan da tercihleriyle insan coğrafyanın kaderidir. O yüzden başımıza gelenler ve gelecekler aslında bizim hayat hikâyelerimizde ve tercihlerimizde gizlidir. |
İSTANBUL |
Çiçekçi Zeynep: Kimse çiçek almıyor
İstanbul’un zengin semtlerinden birinde, Levent’te bir parkın kapısında küçücük bir tezgâhta çiçek satan Zeynep Demir, şehrin yoksul bir semtinde, Gültepe’de yaşıyor. Ve yıllardır her gün iki mahalleyi birbirinden ayıran otoyolu geçip tezgâhının başına geliyor. Tezgâhında mevsimine göre çiçekler, zihninde türlü türlü dertler. Zeynep 47 yaşında. Kırk yıldır çiçek tezgâhının başında. Küçükken okumayı hayal ediyordu. Büyürken evlenip evden kurtulmayı, gençliğinde çocuklarına güzel bir hayat yaşatmayı... Şimdilerde de şizofren kocasının böbrek hastalığını düşünüyor. Hapisteki oğluna göndereceği parayı düşünüyor. Okulu bırakmak isteyen kızını yeniden okumaya nasıl ikna edeceğini düşünüyor. Neden insanların eskisi kadar çok çiçek almadığını düşünüyor. Neden yoksullaştığını düşünüyor. O, çiçeklerin renklerinden ve soyunun geleneğinden sesine bulaşan neşe bir yana, bir kendi halini düşünüyor, bir memleketin halini... Ve derin derin iç çekiyor. Çiçek sattığı köşenin karşısındaki taksi durağında, ilkbahar güneşini gölgeleyen çardağın altında karşılıklı oturmuşuz, Hacer’den bahsediyoruz.
Siyasetin gücü
-Hacer Fuggo, seçimlerde aday olsun mu olmasın mı?
Serbest gazetecilik yapan Hacer benim eski bir arkadaşım. Avrupa Roman Hakları Türkiye Gözlemcisi. Çeyrek asırdır kentsel dönüşüme kurban verilen mahallelerde hayatları kararan insanların kaderlerini değiştirmek, sorunlarını çözmek, yaralarını iyileştirmek için çalışıyor.
Bu seçimlerde CHP’den aday adayı olmaya karar vermiş.
Zeynep, kendisine de yardım eden, her derdine koşan Hacer’i canı gönülden destekliyor. İşsize iş bulan, maaşsıza maaş bağlatan, davalara avukatlar bulan Hacer Meclis’e girerse daha iyi işler yapar diye düşünüyor.
“Peki” diyorum, “Siyaset biraz karışık bir mesele değil mi? Sivil olarak sahada çabalarken özgür davranabiliyor. Meclis’e girerse siyasi sorumlulukları ona yük olmaz mı?” “Olmaz” diyor Zeynep kararlı bir tonla. “Hacer ablam girsin Meclis’e, biz tüm Romanlar onun arkasındayız.” Zeynep siyasetin gücüne inanıyor. Siyasetçilerden beklentileri var. En çok da kadın siyasetçilerden. Eskiden Tansu Çiller’i çok severmiş. Bugün de Meral Akşener’i beğeniyor. Zeynep evini tek başına geçindiriyor. Üç çocuğunu da okutmak için dişini tırnağına takmış. Hasta kocasına bağlanmış üç ayda bir ödenen özürlü maaşı dışında düzenli bir geliri yok. Çiçek tezgâhında ne kadar kazanırsa o kadar.
Çocukların eğitimi
Büyük oğlu üniversitede mimarlık okumuş. Şimdi Almanya’da yaşıyor. Küçük oğlu bir olaya karışıp cezaevine girmiş. Üç yıllık cezasının bitmesine birkaç ay var. O da içerideyken iki yıllık bir yüksekokulu kazanmış. Yarı açık cezaevinden okulunu bitirmeye çalışıyor. Bir yandan da dört yıllık bir üniversiteye girmek için yeniden sınavlara hazırlanıyor. Zeynep kızından biraz dertli. “O hırçın” diyor. Kızı Gültepe’deki okulda okumasın diye büyük uğraşlar verip onu Levent’teki okula yazdırmış. Kendi mahallelerinden uzakta olsun, kendi mahallelerindeki insanların kaderi ona da bulaşmasın diye. “Burada biraz yadırgadılar onu. İstemedi bazı veliler ama ben direttim” diyor. Başlangıçta her şey yolundaymış. Kızının notları çok iyiymiş. Ama bir süre sonra serseri bir oğlana âşık olmuş. Okumayı bırakmış. Zeynep onları ayırmak için çok uğraşmış. Daha 16 yaşındaki kızının erkenden evlenmesini, okumamasını kabul etmesi mümkün değil.
“Şimdi artık başka bir sevgilisi var. Tek bacağı olmayan, mahalleden bir oğlan. Ankara’da Osmanlıspor’da ampute takımında oyuncu. Onunla görüşüyor” diyor. Kızını ikna etmiş, okulu bitirecek. Dışarıdan diploma alacak. 18 yaşından önce asla evlenmeyecek. Bu arada kızının erkek arkadaşını da zorlamış, o da dışarıdan ilkokul diplomasını almış. Şimdi sıra lise diplomasındaymış. “Okuyacaklar” diyor Zeynep, “Okumadan hayat olmaz. Okuyacaklar. Oğlan lise diplomasını alsın, ona belediyede bir iş de bulacağım.” Çok istediği halde ilkokuldan sonra eğitimine devam edemeyen Zeynep, çocuklarının hepsinin kendi ayakları üzerinde durması için elinden geleni yapıyor. “Bizim mahallede kimse benim gibi değildir” diyor.
“Peki sen neden farklı bir kadınsın” diye soruyorum. Bir an durup düşünüyor. “Ben melezim” diyor. “Annem Roman ama babam Nevşehirli. Çok güzel bir evde büyüdüm ben babam ölünceye kadar, ondan sonra hayatım değişti, çadıra geçtik ve çok kötü bir hayat yaşamaya başladık.” Kadıköy’de bir evde doğmuş. Dört kız kardeşmişler. Ama annesi babasının ikinci eşiymiş ve nikâhlı değillermiş. Baba erkenden ölünce, klasik hikâye, üvey ağabeyler onları evden göndermişler. Annesi en küçüğü iki aylık dört kızla ortada kalınca bir başkasıyla evlenmiş.
Çadırda geçen çocukluk
“Üvey babam Kozyatağı’nda çadırda yaşıyordu. Onun yanına geçince hayatım değişti. Çok dövdü bizi” diyor, “Biz giymek istemezdik, hep şalvar giydirirdi. Ben Roman dilini yedi yaşından sonra orada öğrendim”. Roman dili ve Türkçe... Gültepe ve Levent... Zeynep iki kültür arasında incecik bir ipin üzerinde düşmeden yürümeye, hayatta kalmaya inat eden ve her türlü mücadeleye göğüs geren güçlü bir kadın. Evden kurtulmak için 14 yaşında evlenmesi, kocasının dertlerine katlanması, çocuklarına daha iyi bir hayat verebilmek için gece gündüz demeden çalışması boşuna değil. Biliyor, kendi mahallesinden çıkmazsa bu ülkede çocukları soyunun kaderini bire bir tekrarlayacak.
Savaş çıktığından beri
Onların mahallede arkadaşları olmamasıyla övünüyor. Kendisi de pek kimseyle görüşmezmiş. “Sadece uyumak için giderim ben eve” diyor. O kendisini geceleri uyuduğu Gültepe’ye değil, gündüzleri çalıştığı Levent’e ait hissediyor. Hayatı yoksulluk içinde geçen ama aynı zamanda kaderine de devamlı başkaldırmış bir kadın. “Evime gelsen inanamazsın, o kadar düzenliyimdir ki” diyor, “Babadan kalma eski bir bina. Bakımsız. Ama içi pırıl pırıldır”. Beni evine davet edemediği için üzgün. Koltuklara süt dökülmüş, hepsini kaplatmaya göndermiş. Gelmelerine bir ay var. O yüzden dışarıda buluşuyoruz. Evi toparlayınca beni mutlaka evde ağırlayacağına söz veriyor. Çadırda yaşadığı günlere bir başkaldırı gibi hayata tutunuşu. “Bizim mahalleden kimse gitmezdi, ben çocuklarımı küçükken ellerinden tutar Akmerkez’e götürürdüm. Görsünler başka dünyaları diye. Romanlar gidemezler öyle yerlere. Ama ben işim bitince şu önlüğümü çıkarır, katlar çantama koyarım. Üstüm başım hep derli topludur. Otobüse biner Akmerkez’e giderim. Bu tezgâhın başından ayrılınca kim bilebilir ki benim Roman olduğumu, çiçek sattığımı? Herkes gibi olurum ben de...” Konu yine dönüp dolaşıp çocukların okumasına geliyor. “Okumuş insandan zarar gelir mi, sadece cahil insandan zarar gelir” diyor Zeynep. “Emin misin? Siyasetçiler hep okumuş insanlar, hiç zarar vermediler mi bu ülkeye?” Durup bir an düşünüyor. “Orası öyle ama yine de okumak önemli.” Sonra eski siyasetçilerden bahsetmeye başlıyoruz. Özal’ı çok beğenirmiş Zeynep. Onun zamanında kazandığı parayı hiçbir zaman kazanmamış. “Bolluk bereket vardı. Herkes mutluydu. Para harcıyordu insanlar. Çok güzel çiçek satardım o zamanlar.” Şimdiyse tam tersi. “Savaş çıktığından beri kimsenin keyfi yok, parası da yok. Çiçek alan kalmadı. Eskiden bir sezonun sonunda cebimde on bin lira param olurdu benim. Şu an iki yüz lirayla kapatıyorum sezonu.” “Demek çiçek almıyor artık insanlar” diyorum. “Müşterilerim artık selam bile vermekten çekiniyorlar bana. Hepsi çok tedirgin. Ben de onlara ‘En azından haftada bir çiçek alın. Küçük esnafı destekleyin’ diyorum.” “Ne yapıyorlar sen böyle deyince?” “Utanıp, ‘Haklısın’ diyorlar, alıyorlar.” “Peki, seçimlerden sonra değişir mi bu durum dersin? Zeynep büyük değişiklikler beklemiyor. Gelen gidenden daha iyi olur mu emin değil. O da çoğumuz gibi... Siyasetin gücüne inanıyor... Ve siyasilere güvenemiyor.
AŞAĞIDAKİLER VE YUKARIDAKİLER
Sizin mahalleden kime oy çıkar?” “Gültepe AKP’dir hep” diyor. “Daha önce Kır At’a verirlerdi. Şimdilerde hep AKP.” “Peki Levent?” “Buralar da hep CHP.” “Peki, neden yoksullar sağcılara, zenginler de solculara oy veriyor” diye soruyorum. Zeynep “Eğitimli insan bilir ne yapacağını, eğitimsiz nereden bilsin” diyor. Ve ekliyor. “Ama nankörlük de yapmamak lazım. Bunlar hastane yaptılar. Yol yaptılar. Ben eskiden hastaneye senet imzaladığımı bilirim. Şimdi kimliğimi veriyorum, hiç para ödemeden her şeyim halloluyor. Kapıdan gelip kocamı bedava alıyor ambulans, diyalize götürüyor. Benim akrabalarım Kartal’da. Metroya binip kolayca gidiyorum artık o kadar uzaklara. Hani haklarını da vermek lazım.” Peki, son bir soru... “Gültepe’dekiler mi daha mutlu bu ülkede, Levent’te yaşayanlar mı şu günlerde?” “Tabii ki Gültepe’dekiler” diyor. “Fakirin kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Ama parası olan zenginlerin gözü şimdilerde uyku tutmuyor.”
YARIN: ANTALYA - MİMAR EMİNE
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- İlk kez tek bir fotonun nasıl göründüğü gösterildi
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- Yıkılması gerekiyor!