Chuck Palahniuk’un yeni romanı “Lanetli”

“Lanetli”, Chuck Palahniuk’un ölü bir genç kız aracılığıyla okuru cehenneme doğru yola çıkardığı romanı. Yazar, toplumsal eleştirisine, gerçeklik vurgusuna ve mizaha oradan devam ederken pis kokuların ve her çeşit sahteliğin peşine düşüyor.

Chuck Palahniuk’un yeni romanı “Lanetli”
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.05.2014 - 12:27

Bozulmaya terk edilen bir kenar mahallede

Bir aile düşünün; anne Oscar’a yürüyen, egosu tavan yapmış ve dünyayı kendisinin yarattığını, her şeyin kendi etrafında döndüğünü sanan bir aktris. Baba, ünlü bir işadamı. Onların şımarık ve biraz da kompleks sahibi kızı Madison Spencer. Bir de itibar kazanmak ve gösteriş yapmak için evlat edinilen çocuklar. 

Madison Spencer’ın geçirdiği kaza sonucu ölümüyle macera başlıyor; Lanetli, Pandora’nın Kutusu’nu açıyor. Palahniuk, cehenneme yolladığı Madison Spencer aracılığıyla kolay kolay sorgulanmayanların alanına giriyor.

Palahniuk’la ilgili ön bilgi vermek anlamsız ama şunu söylemeden geçmemeli: Adam, her kitabında anlatım biçiminin üstüne bir kat daha çıkıyor. Hiçbir zaman eksik etmediği mizah ve hicvin yanına sürekli yeni malzemeler ekliyor. Lanetli de aynı şekilde değerlendirilmeli. Palahniuk, bu kez direksiyonu Sırat Köprüsü’nden cehenneme kırıp hem eğlenceli hem de tedirginlik yaratan bir maceraya sürüklüyor bizi.

DÜNYAYI CEHENNEM YAPMAK

Palahniuk’un kahramanı Madison Spencer, günümüzde hiç de yabancısı olmadığımız, elde pek çok örneği bulunan tiplerden. Yazar kitapta, kahramanının hayatını (ve ölülüğünü) anlatırken Madison da kendisini anlatmaya koyuluyor.

“Dünyayı cehenneme çeviren onun cennet gibi olması gerektiğine dair beklentimiz, dünya dünyadır, ölü de ölü” diyen Madison, sanki karşısına bir ayna almış ve kendisiyle yüksek sesle konuşup hesaplaşıyor. Cehennem, hücrelerden oluşan bir hapishane ve hemen yanı başında da tutsak arkadaşlar: “Cehennemle ilgili hatırladığım bir başka ayrıntı da şu: Ne zaman birine sonsuza kadar lanetlendiğini sorsanız kırmızı ışıkta geçme, kahverengi ayakkabıyla siyah çanta ya da bu gibi eften püften cevaplar alıyorsunuz. Cehennemde insanlardan yüksek dürüstlük standardı beklemek aptallık olur. Hoş, aynı şey dünya için de geçerli ya!”

Genç günahkârlar ya da lanetlilerden oluşan güruhla cehennemde vakit geçirmeye başlayan Madison’ın Şeytan’la diyalogları (aslında monologları demek lazım), biraz fantastik biraz korkutucu ama çoğunlukla eğlenceli. Bulunduğu yerden dünyada karıştırdığı haltları (ve kendisiyle benzer şeyleri yapanları) oldukça açık bir biçimde ifşa ediyor. Ofsayta düştüklerinin bilincindeler ama yine de sormadan edemiyorlar: “Biz neden buradayız?”
Madison’ın dolaştığı fantastik koridorlar ve Şeytan’a ikide bir “Orada mısın? Benim, ben Madison” diye seslenişi, bir bakıma hem iç ses hem de oradaki herkesin ortak sesi: Şeytan’a bir çeşit başkaldırı bayrağı. Bunun yardımıyla Madison “perdenin arkasını gördüğünü” söylüyor, iyi insanların bulunduğunu, iyilerin ölüler arasında ve ölmeden aldığı aşırı dozun da “hayat deneyimi” olduğunu ekliyor. Aynı iç ses ve deneyim ona “bu hiç adil değil ama öyle görünüyor ki ölümlülerle cilveleşmesine izin verilen tek ölümsüz varlık Tanrı’nın kendisi” dedirtiyor.

Annesinin çılgın Hollywood ortamında yaptıkları ve babasının iş dünyasındaki gücü Madison’ın dünyayı algılayışını etkiliyor elbette. Fakat bütün bu yanılsamalara rağmen o, hemen her şeyin farkında; on üç yaşında bir çocuk olmasına rağmen nasıl bakıp neyi görmesi gerektiğini biliyor: “Kişisel olarak ben annemle babamın başarısının tatmin edici bir aynası gibi hizmet veremedim hiçbir zaman. Çünkü bütün lükslere doğuştan sahiptim. Bütün dünya zaten nasıl olması gerekiyorsa öyle yaratılmıştı. Ben olsa olsa kim bilir belki uyuşturucu ya da grunge müzik gibi anne babamın mazide kalmış gençliğini hatırlatan bir hatıra olarak işe yarayabilirdim. Evlatlık çocuklardan beklenen ise annemle babamın zorlu çalışmalarını ve sonuçta aldıkları ödülleri olumlamalarıydı.”

Madison’ın yaptığı, ailesiyle beraber kendisini de eleştirmek, cehennemle Şeytan işin bahanesi. Hayatı boyunca hiç çalışmaya ihtiyaç duymayan Madison’ın kendisini “şımarık zengin fırlama” diye tanımlaması, az önce sözü edilen farkındalığın bir parçası.

Onun ayırdında olduğu başka şeyler de var tabii. Örneğin artık iyiden iyiye alışmaya başladığı cehenneme gelenlerin ruh halinin hiçbir şekilde değişmediği. Zorbaların zorba, öfkelilerin yine öfkeli olduğu bu ortamda, insanlar buraya nasıl ve neden gelmişse aynen öyle devam ediyor. Bir bakıma dünyanın belli bir yansıması orası da.

HER YERDE TANIDIK YÜZLER

Palahniuk, Madison’ın hayatını anlatırken cehennem metaforuyla hem bir ayaklanmayı hem de bir tür “günah çıkartma” eylemini hatırlatıyor. Bu eylemde başrolü Tanrı’nın değil de Şeytan’ın oynaması, vaziyeti en baştan esprili kılıyor zaten. Palahniuk, kahramanı sayesinde ters manyel vererek ironinin dibine vuruyor. Romanın on üç yaşındaki kahramanı da cehennemi bir paralel dünya şeklinde algılamamızı istiyor: Lanetliler ve günahkârlardan kurulu paralel bir dünya.

Yeryüzünde bulup bulabileceğiniz ne kadar yamuk ve sakat insan varsa aynısını cehennemde de yakalamak mümkün ve Madison’ın her günü bunlarla yan yana geçiyor. Hangisiyle temas etse dünyadaki yaşantısı aklına geliyor: “İnsanlar ‘dünya küçük’ diyor. Bu durumda cehennem için eski dostların buluşma yeri diyebiliriz. Gerçekten, herkes beni tanıyor sanki burada; tersi de doğru aslında, ben de herkesi tanıyorum sanki (…) nereye baksam sanki tanıdık bir yüz bana bakıyormuş gibi hissediyorum.”

Madison’ın cehennem günlerinden öğrendiği en önemli şeylerden biri de insanoğlunun, dünyayı cehenneme çevirmesinin en başta gelen nedeni hayatın sonsuza dek sürmesine dair beklentisi; hayatın kısa, ölümün ebedi olduğunu bir türlü tam kavrayamama.

Bir ölü olarak “çılgın kalabalıktan uzakta” dursa da Madison, onların makyajlarının ve saç spreylerinin kokusunu alır. Ölü olmak ya da hayatta kalmak pek fark etmiyor; yani kural değişmiyor: Sahte yüzler ve aldatıcı kokular etrafını gözleyeni her zaman buluyor.

Madison’ın orada kendini güçlü hissettiği ve bunu biraz daha arttırmak istediği de göze çarpıyor. Ama bu amaçsız veya aciz bir güç değil: “Ölü olmak hiç de pişmanlık içinde düşünclere dalıp amaçsızca kendini suçlayıp kıçüstü oturmak değil. Ölüm de tıpkı hayat gibi başardığın şeydir.” Yeryüzünden daha cüretkâr bir Madison var karşımızda. Şeytan’a seslendiğinde söylediği gibi “tadına vardıkça gücü kullanma kabiliyeti günden güne artan”, zaman dışı bir yerde durdukça sınırları da ortadan kalkan bir kahraman. Aynı bir hapishanede, kurduğu çeteyle kendine nüfuz sağlayan bir reis gibi ortalıkta salınmaya başlıyor. Böylece cehennemin ne olup olmadığını da anlıyor: Orası yakarak cezalandırma merkezi değil, “aşırı derecede bozulmaya terk edilmiş bir kenar mahalle.” Öte yandan kendine sorduğu sinir bozucu bir soru var: “Ben akıllı ve şefkatli biri miyim gerçekten yoksa Şeytan tarafından yazılan zekice, boktan bir diyalogu mu okuyorum?”

Öyle ya da değil, Madison’ın verdiği “yeryüzünü cennetleştirme çabasının onu daha da cehenneme çevirdiği”ne dair ders bütün pisliği ve leş kokuları ortaya saçmaya yetiyor. Palahniuk da Madison’ın yardımı ve cehennem metaforuyla yine o müthiş gözlemciliğini konuşturuyor; kitapta geçen hücrelere aslında çoktan tıkıldığımızı, bizi rahatsız ederek göstermeye uğraşıyor.

alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr

Lanetli/ Chuck Palahniuk/ Çeviren: Gökçe Çiçek Çetin/ Ayrıntı Yayınları/ 256 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler