Bir ayrıntılı gökkuşağı: İslâm
Hem İslâm’ın fundamentalist savunuları, hem de anti-İslâmi polemikler bir ‘yekpare İslâm’ kavrayışında birleşir ve bu dinin söylem ve uygulamadaki tarihsel-yöresel çeşitliliğini gözden kaçırır.
“İslâm’ı yargılamadan önce tanımalı; suçlamadan önce anlamalıyız. Bizim boğazımızı biraz da haklı olarak sıkan bu sonsuz eşarp, Beyazıt’tan beri Batı’nın korkulu rüyası olan sarayın dilsiz cellatlarının yağlı ilmeği değildir. Bu, başka bir evrendir. Bu, ayrıntılı bir gökkuşağıdır ve fanatizm yağmurları geçtikten sonra açılacaktır.”
Paul-Jean Franceschini, İran İslâm Devrimi’nin Batı’da ürpertici etkilerinin hâkim olduğu günlerde Le Monde’da kaleme aldığı bir yazıda bu ifadeleri kullandığında yıl 1986 idi. Sözler, “Batı’da Bir Nakşi Cemaati” adlı kitabımın giriş cümleleridir. Çalışmam, tam da Franceschini’nin altını çizdiği şekilde İslâm’ı tanıma- anlama yolunda bir katkıda bulunmayı hedeflemekteydi.
Aradan yıllar geçti. Humeyni İran’ından küresel El Kaide tedhişine, şimdilerde de IŞİD kâbusuna ilerledik. Salman Rushdie, Charlie Hebdo gibi bu akışa tuz-biber olan vahim ve elim hadiseler de var tabii...
Ve o zamandan bugüne İslâm’ı tanıma-anlama yolunda ne kadar ilerleyebildik, “ayrıntılı gökkuşağı”nı ne ölçüde açabildik, bu hayli tartışmalı ve hemen herkesin karamsarlığı sürdürdüğü bir nokta. “Fanatizm yağmurları” bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyor. Belki “gökkuşağı”nı açma yolunda en çok umut vaat eden Türkiye de rotası şaşmış, “şaft”ı kaymış bir beceriksiz İslâmcı iktidarın tasarruflarıyla o fanatizm yağmurları altında hanidir sırılsıklam...
Yine de çıkmamış candan ümit kesilmez diyerek şu “ayrıntılı gökkuşağı”nın içine kendi halimizce dalıp kayda düştüğümüz bazı noktaları bu vesileyle tekrar tartışmaya açalım!..
İslâm çoğuldur!
İslâm, Ortadoğu kökenli üç büyük tektanrıcı dinin sonuncusu. Ahlaki, hukuki ve sosyopolitik tezler bakımından oldukça zengin bir söylem geleneği ve pratikler çeşitliliği ile karakterize olmakta. Peygamber Muhammed’in bir yeni dini hayata geçirme ve sürekliliğini sağlama mücadelesi içinde oluşan, onun ölümünden sonra da bu dine temel karakteristiğini kazandıran “ümmet”, yani siyasi bir örgütlenme dolayımıyla inancını dışavuran insan topluluğu, İslâm’ın sosyopolitik çerçevesini oluşturuyor.
Kısa sürede bu sosyopolitik oluşumun işleyişini düzenleyen kurallar silsilesi ve bu kurallara işlerlik kazandıran aktörlerin (ulema) belirmesiyle bir hukuk sistemi (şeriat) temayüz etti. Bireysel-psikolojik gereksinimler mistik açılımlara (tasavvuf-tarikatlar), entelektüel duyarlılık ve arayışlar felsefi- düşünsel çeşitlenmelere (Mu’tezile, Eş’arilik, Matûridilik), siyasal-ekonomik çekişmeler ise hizipleşmelere (Sünni-Şii) doğuş verdi. Dolayısıyla ahlâktan siyasete varıncaya değin insan toplumsallığını şekillendiren bir kurumlar çokluğu/çoğulluğu, “İslâmiyet” zemininde boy atma ve gelişme imkânı buldu.
Gökkuşağı renkleriyle tasarımlanmış bir Kur’an-ı Kerim
İslâmi özcülük
Doğuş yeri Arap Dünyası ve Ortadoğu ile sınırlı bir etkiden öte İslâm, kısa sürede Afrika, Orta Asya, Güney ve Güneydoğu Asya’da da geniş yaygınlık gösteren bir din oldu. Bu yaygınlık, genellikle hem İslâmi hem de antiİslâmi perspektiften (şüphesiz birbirine karşıt yönde) bu dini değerlendiren pek çoklarınca bir “yekpare İslâm” kavrayışına yol açar. Bassam Tibi’nin ifadesiyle, hem antiİslâmî polemikler, hem de İslâm’ın “kökten” (fundamentalist) savunuları, böylesi bir yekpare İslâm kavrayışında birleşmektedir (“Islam and Cultural Accommodation of Social Life”, 1990, s. 32).
Ancak ne İslâm’ı kendi içinde mükemmel bir uyuma sahip, iççatışmalardan uzak bir varlık alanı olarak; ne de modern dünyayı tehdit eden saldırgan bir “totallik” olarak görmek, İslâmi zeminde yaşanan gerçekliğe karşılık gelir. İslâm’ı “sevmek” ile “yermek” şeklinde iki karşıt kutupta demirlemiş olmakla birlikte, aynı “özcü” anlayışla bu dini değerlendiren her iki yaklaşım da İslâm’ın tarihsel ve yöresel bağlamlarda sergilediği söylem ve pratik çeşitliliğini gözden kaçırır. Toplumsal pratik, İslâm adına karşımıza tarihsel, coğrafi ve kültürel dinamiklerden beslenen farklı, çeşitli, hatta birbirine karşıt dışavurumlar çıkarır. Öyle ki tek bir toplulukta bile, birden fazla “Müslüman bakış açısı” ortaya çıkabilir ve bunlar Müslüman gerçekliği tanımlarken birbirleriyle iktidar mücadelesi içerisine dahi girebilirler.
Ancak İslâm adına karşımıza çıkan bu çeşitlilik, bu dini “kitabına uygun” yaşamayı vaaz eden çevrelerce reddedilir ve yerilir. Kitabî, püriten ve normatif nitelikli bir İslâm anlayışını temsil eden ulema açısından bu “melez” (senkretik) pratikler, “hurafe”, “boş inanç” ve “batıl itikat” şeklinde olumsuzlanır.
“Özcü”lüğün bir başka örneği olan bu tavır, İslâmi söylem ve pratiklerin tarihsel değişmelerden, kültürel ve ekolojik dinamiklerden etkilendiği gerçeğini reddeder. Buna bağlı olarak pek çok yerel pratiğin temel İslâmi esaslara uymadığı için İslâm-dışı, yanlış ve sapkın olduğunu, bu pratikleri İslâm adına hayata geçiren insanlar kendilerini “Müslüman” addetse de ileri sürer. Türbe ve yatır ziyaretleri, adak adama, ağaçlara çaput bağlama, hatta kandil kutlamaları ve mevlit törenleri, bu püriten İslâm’ın temsilcileri tarafından “orijinal” İslâm’da bulunmadıkları ileri sürülerek reddedilir.
Fundamentalist Selefilik
Lâkin bu pratikler, kendilerini “Müslüman” olarak kimliklendiren geniş halk kesimlerinin kafasında “yaşayan” İslâm’ın ayrılmaz ögeleridir. Üstelik bu “uyuşum”ların reddi, en azından tarihsel ve sosyolojik olarak, İslâm’ın bugünkü geniş coğrafi yayılımını da reddetmek anlamına gelir. Çünkü İslâm’ın doğuş yeri olan Arap Yarımadası’nın dışına, söz gelimi Afrika, Anadolu, Orta Asya, Hint Yarımadası ve Güneydoğu Asya’ya yayılması, daha çok bu bölgelerde varolan İslâm-öncesi inanç motiflerinin, geleneklerin ve diğer kültürel örüntülerin İslâm tarafından içselleştirilmesi sayesinde mümkün olmuştur.
Günümüz dünyasında İslâm’a “özcü” bakış, en karakteristik karşılığını Selefi/Vahhabi anlayışta bulmakta. Aslında Batı’daki yaygın “İslâmi fundamentalizm” tabirinin karşılığı, çoğu kesimlerce sanıldığının aksine İran ve Humeyni değil, Selefilik’tir. Bu “özcü” İslâm anlayışı, küresel ölçekte türettiği siyasalideolojik şiddet bir yana, İslâmi söylem ve pratiğin kendi bünyesinde mevcut çeşitliliği, iç rekabet, gerilim ve çatışmaları göz ardı eden bir genellemeye yol açması itibarıyla da oldukça “sorunlu”dur.
İslami fanatizm yağmurları İran devriminden El Kaide’ye ve şimdilerde IŞİD’e kadar tüm dünyada adeta bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyor.
En Çok Okunan Haberler
- Yoğun kar yağışı beklenen iller açıklandı!
- Yandaş yazar, son anket sonuçlarını açıkladı!
- Afyonkarahisar'da feci kaza
- Saadet'te yeni genel başkan belli oldu
- Yıkımda son perde
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- 4 kişiyi öldürüp intihar etti!
- 'Bu işin şakası yok, herkes ayağını denk alsın'
- Ölü ve yaralı var!
- AKP'li isim açıkladı!