Bir Amerikan, bir Rus
Jim Jarmusch’un “Gizem Treni” yıllar sonra gösterimde.
Memphis Blues..
Kısa filmleri, Tom Waits’e, Neil Young’a çektiği video klipleri ve 1982 yapımı ilk filmi “Permanent Vacation”dan günümüze o minimalist, bol göndermeli üslubunun gittikçe belirginleştiği uzun metrajlarıyla nerdeyse 40 yıldır özdeşleştiği Amerikan bağımsız sinemasının öncü temsilcisi ve simgesi olagelen, yenilikçi, mizahi yaklaşımı ve erken ağarmış uzun saçları, artist gibi yakışıklı fiziğiyle yedinci sanatın yaşarken efsaneleşmiş en sıradışı yaratıcı yönetmenlerinden, 1953 Akron-Ohio doğumlu Jim Jarmusch’u İstanbul film festivalinin daha Sinema Günleri dönemindeyken gösterdiği “Cennetten de Garip”, “İçerdekiler” gibi ilk filmleriyle tanıyıp sevmiştik 1980’lerin ortasında. Yeni haftanın Bir Film’den sinefillere gelen hoş sürprizi de işte Jarmusch’un 4. filmi “Mystery Train-Gizem Treni”nin yıllar sonra yeniden gösterime girmesi. 3 bölümden oluşan “Gizem Treni”nin ‘Far from Yokohama’ başlıklı ilk hikâyesi, Graceland’e ziyaret için aralarında tartışıp duran, genç bir Japon turist çiftin, rock’n’roll kralı Elvis hayaletinin taşına toprağına sindiği Memphis-Tennessee’ye trenle gelişiyle başlıyor. Delidolu Japon kızını Youki Kudoh’un, aksi erkek arkadaşıysa Masatoshi Nagase’nin oynadığı filmin ‘A Ghost’ başlıklı 2.bölümünde Romalı bir dulla (Nicoletta Braschi) kaçak bir kadın (E.Bracco) aynı otel odasını paylaşıyor.’Lost in Space’ başlıklı son bölümse acısını viskiyle unutan terkedilmiş bir kocayla berber kayınçosu (Steve Buscemi, Rick Aviles) üstüne. “Night on Earth”, “Dead Man”, “Ghost Dog” gibi nice unutulmaz filmin yönetmeni Jarmusch’un uçlarda gezen, yalın, zarif, gevşek bağlantılı, parçalı ve eşzamanlı bir anlatı yapısına dayanan (hüzün de barındıran), bol ‘gönderme’li o epizodik ve ‘cool’ tarzıyla yeniden karşılaşacağımız (bağımsız ama bu seferlik JVC tarafından finanse edilmiş!) “Gizem Treni”nde birbirlerinden habersiz karakterlerin hikâyelerini sesler, görüntüler, mekânlar aracılığıyla birbirine bağlıyor üstat bu 24 saatte Memphis’de geçen bu minimalist yol filmi ve zaman komedisinde. Kuşkusuz meraklısınca kaçırılmayacak bir ‘auteur’ filmi “Gizem Treni”.
“Dovlatov” - Baskı -sansür hep aynı..
Brejnev liderliğinde totaliter bir rejimin hüküm sürdüğü 1970’lerin Sovyetler Birliği’nde, sisteme yala
kalık yapmadığı için dışlanan, Yahudi asıllı muhalif yazar Dovlatov’un 1971 Kasım’ındaki 6 gününü konu edinen “Dovlatov”, dönemin baskıcı, kasvetli atmosferini de yansıtan, kısaca alışılmış biyografik film türünden biraz ayrılan, yeni ve farklı bir ‘Bio-pic’ örneği de denebilecek, ilginç bir Rus yapımı. Emekçi sınıfına mesafeli oluşuna karşın ekmek parası için bir fabrika gazetesinde sipariş yazılar kaleme alan, dar gelirli edebiyatçı Sergey Dovlatov (Milan Maric filmin lokomotifi) yayımcılar birliğine üye olamadığından yazdıklarını hiç bir yerde yayımlatamıyor. Onu terketmiş karısı Lena’yla (Helena Sujecka) arada bir görüşüyor, sıcak bir baba-kız ilişkisini sürdürdüğü küçük kızı Katya’nın hatırına. Rejimin sosyalizm adına ‘tuhaf’ uygulamalarıyla karşılaştıkça görmezden gelemediği gerçekleri yazar Kuznetsov, Brodski, ressam Şolom gibi sanatçı arkadaşlarıyla bir araya geldiği eş-dost meclislerinde hep dile getiren aykırı bir ses o. Yaşadığı 1971’ın (adı SSCB’nin dağılmasıyla SenPetersburg’a çevrilmiş) Leningrad’ında Komünist parti iktidarı için düzenlenen şenliklere ilgisiz. Rus kültürüne damga vurmuş Tolstoy, Dobtoyevski, Gogol, Puşkin, vb. gibi ünlü yazarların canlandırıldığı bir propaganda filminin çekim setindeki dalgacı tavrıyla tepki çekse de ‘omurgalı’ duruşundan hiç ödün vermez. Kitabı toplatılan, basında kendine yer bulamayan, yazarlar birliğinden de şutlanınca, çareyi kapağı ABD’ye atmakta buluyor, 1987 Nobel’ini kazanacak şair arkadaşı Joseph Brodski’ye özenerek. Eserleri kendi dilinde ve ülkesinde ancak ölümünden yıllar sonra basılabilmiş, çeşitli yasaklamalarla daha önce sansüre uğramış Bulgakov, Zamyatin, Mandelştam, Soljenitsin gibi büyük yazarların kaderini yaşamış Dovlatov’un da değeri sonradan verilmiş olduğunu anımsatan bu film dünkü sansürcü Sovyetler Birliği’ni yerdiği kadar günümüzün otokrat-despot Putin Rusyası’nı da eleştiriyor alttan alta. Senaryoyu Yulia Tupikina’yla birlikte yazmış Rus yönetmen Aleksey German’ın, biyografik filmle kaynaştırarak baktığı ve ülkesinin yakın dönem tarihini de çağrıştırdığı, günümüze dair saptamalar da içeren bu ‘tavsiyeye şayan’ filmi, ayrıca kameraman Lukasz Zal’ın da katkısıyla başarılı bir görselliği de yakalamış.
En Çok Okunan Haberler
- Futbolda pis kokular yükseliyor
- TÜPRAŞ'ta patlama: 12 kişi yaralandı
- 'Erdoğan bize göre tek seçenektir'
- CHP’de çelişen başkanlara uyarı
- AKP’li vekilin PKK yöneticisiyle fotoğrafı gündem oldu!
- Son seçim anketinde çarpıcı sonuç!
- Hekimlerin istifaları hızlandı
- 'Erdoğan ömür boyu Cumhurbaşkanı olacak diye...'
- 'Atatürk ile Cumhuriyet ile bayrak ile...'
- İşte sıfır faizli kredi veren bankalar…