74. Cannes Festivali’nden notlar: İnsanlığa inanmak...

Gerçek sanat, her tür kolaylıktan kaçınmaktır belki de. En azından öyle olması gerektiğini düşünürüz...

74. Cannes Festivali’nden notlar: İnsanlığa inanmak...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.07.2021 - 04:00

Pazarlama kaygısından soyutlanması çok güç olan sinemada, güncel konuların çağrısına kulak kabartmamak, moda angajmanların güven veren, umut dolu çekiciliğine kapılmamak, aslında hiç de kolay değildir. İzleyiciler içinse işin en zor yanı, içten olanla içten pazarlıklı olanı birbirinden ayırabilmektir...

Bir yanda Altın Palmiye ödülünü ikinci kez almayı düşleyen Nanni Moretti (1953); öte yanda “Bal”ın uluslararası başarısı sonrası girdiği duraksama ya da bocalama dönemi ardından Cannes’da, “Un certain regard” (Belirli Bir Bakış) bölümünde yeni bir sıçrama tahtası arayan Semih Kaplanoğlu (1963)...

Filmleriyle, biri büyük kentte diğeri de kırsal bölgede yaşayan insanların, giderek zorlaşan ekonomik ve toplumsal koşullarda verdikleri yaşam kavgasından çok boyutlu farklı kesitler sunan Moretti ile Kaplanoğlu, Akdeniz kültürlerine özgü o sıcak tepki ve uzun süreli kırgınlık dönemleriyle örülü çelişkili insan ilişkilerine, suçlayıcı ya da yargılayıcı olmamaya özen gösteren, gerçekçi, dürüst ve hümanist bir yaklaşımla eğilmişler. Ciddi küresel tehlikeler içeren fırtınalı dünyamızda benimsenmesi giderek zorlaşan “insanoğlunu sevecek ve ona inanacaksın” düsturuyla özetlenebilecek hümanist bir tavır bu... 

Bir yanda alabildiğine laik, hatta ateist bir yaklaşım; öte yanda sevgi, hoşgörü, dayanışma, bağışlama (helalleşme) gibi temel dinsel öğretilerin önemini, inanç sömürüsü yapmadan vurgulayan bir bakış açısı...

Ne “Tre Piani”de (Üç Kat) ne de “Bağlılık Hasan”da, körü körüne hümanist, saf ya da art niyetli ideolojik bir bakış açısı sergilenmiyor. Tam tersine, her iki yönetmen de birbirine neredeyse zıt özgün anlatım dilleri gerisinde deştikleri insan gerçeğine, manikeist değerlendirmelerden bucak bucak kaçan, olabildiğince tarafsız bir çerçeveden bakıyorlar.

Nanni Moretti, Roma’da üç katlı bir binada yaşayan orta-üst gelirli komşuların kesişen yaşamlarını, bireysel iç çelişkileriyle iyice gerilen aile yaşamlarının bunaltıcı yoğunluğu içinde işliyor... Kurnaz geçinen sert mizaçlı Hasan ise verimli tarlaları olan orta halli bir meyve üreticisi. Hacı olmak isteyen karısı da onun kadar içten pazarlıklı, küçük dolaplar çeviren, klasik bir kırsal bölge karakteri...

PEDOFİLİ, EKOLOJİ VE FEMİNİZM...

Küçük kızlarını, göz kulak olsun diye sık sık emanet ettikleri yaşlı komşu adamın pedofil olmasından kuşkulanan genç maço baba karakterinin giderek koyulaşan bu saplantılı davranışı, “daha fazla ilgi çekebilmek için, cinsel ayrımcılık, cinsel yönelim ya da kadına yönelik şiddet kadar güncel hassaslığı olan bu konuya da değinelim” kaygısıyla alınmamış senaryoya. Tam tersine, herkesin bir noktada sanki mağduriyet arar olduğu, kuşkunun kol gezdiği radikal ortamlarda, kurunun yanında yaşın da yanacağını vurgulamak için kullanılmış... Tıpkı, tarlasına yüksek gerilim hattı direği dikilmesine karşı çıkan Hasan’ın, aslında doğal çevreyi korumak gibi hiçbir ekolojik bilince sahip olmayan bencil ve fırsatçı köylü kimliğiyle, içinde bocaladığı çelişkilerin baş mimarı olduğunun altının böylece daha iyi çizilmiş olması gibi...

Son bir benzerlik daha var. İnsanlıktan umudu kesme nedenlerinin giderek çoğaldığı bu küresel ortamda, “insana güvenmekten başka çaremiz yok” diyerek zoraki bir umut mesajına sığınan, politik görüşleri ve manevi inançlarıyla taban tabana zıt iki yönetmen, galiba şu saptamada da birleşiyorlar:

“Düşmanlıkları gidermek, daha iyi, daha güzel, eşitlikçi, demokratik ve dürüst bir dünya kurabilmek için son umut erkeklerden cok kadınlardadır!”

Bu da sanıyorum ki sıradan, sahte, polemist ya da militan bir feminist tavır falan değil. İçtenlikli... 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler