Sevgili şairim, ustam olarak Cemal Ağabey

Tarihi ne yazık ki tam olarak anımsamıyor olsam da Cağaloğlu’nda, Memet Fuat’ın De Yayınevi bürosundaki ilk karşılaşmamız şu andaymış gibi bir canlılıkla belleğimde...

Ataol Behramoğlu

Ağabey kavramının bizim kültürümüzde özel bir önemi vardır.

Günlük konuşma dilinde abi, ağbi, ağbey vb. kısaltılarak söylenen, bazen böyle de yazılan bu sözcük, yaşça büyüğümüz erkek kardeşi adlandırır...

Hem yakınlığı hem saygıyı içeren bir kavramdır.

Bu yazıda sözünü edeceğim Cemal Süreya, benim kuşağımın hem yaşça hem duyguca en yakın ağabeylerindendi. Hiç değilse benim için öyledir.

1931 doğumlu olduğuna göre 11 yaş büyüğümdü. Doğum yeri Erzincan diye biliniyorsa da Pülümür’dür...

İlk şiir kitabı “Üvercinka” 1958’de, demek ki şair 27 yaşındayken yayımlanmış.

O yaşlarda o şiirlerin yazılmış olması büyük olaydır. Üvercinka modern şiirimizin hiç kuşkusuz başyapıtlarındandır...

Kuşağımın ve sonraki kuşakların pek çok şairi gibi benim de en çok etkilendiğim, pek çok dizesi şu anda da ezberimde olan eşsiz güzellikte şiirlerin toplandığı başucu şiir kitaplarındandır.


Tarihi ne yazık ki tam olarak anımsamıyor olsam da Cağaloğlu’nda, Memet Fuat’ın De Yayınevi bürosundaki ilk karşılaşmamız şu andaymış gibi bir canlılıkla belleğimdedir...

Bu tarih ikinci kitabı “Göçebe”nin yayımlanışından sonra yani 1965 sonrasında olmalı...

Çünkü ayaküstü tanışmamızın hemen ardından, gençliğe özgü bir pervasızlık ve açık sözlülükle ona “Üvercinka sonrasındaki şiirlerinizi seviyor musunuz?” diye sormuştum...

Cemal Süreya şaşırmaksızın ve duraksamaksızın, esmer yüzüne, apak dişlerine çok yakışan gülümseyişiyle “Evet, seviyorum” diye yanıtlamıştı bu patavatsız genç şairi...


1969 yılında Ant dergisinde “Toplumcu Genç Şairler Savaş Açıyor” başlığıyla birkaç sayı yayımlanan manifesto çıkışının şairlerinden biri de bendim.

Hedefimiz ise Cemal Süreya’nın başlıca temsilcilerinden olduğu İkinci Yeni şiiriydi.

Fakat bu çıkış, bizim o manifestoda ve sonrasında da Halkın Dostları dergisinde ölçü dışı sayılabilecek bazı sözlerimize karşın hiçbir zaman kişiselleşmedi, kırıcı olmadı.

Kendi adıma konuşacak olursam, onlar (Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya ve kuşkusuz İlhan Berk) benim sevgili şairlerim ve en yakın ustalarım olarak kaldılar...

Büyük olasılıkla 1983’te, bir yıla yakın cezaevi yaşantım sonrasında, bir akşamüstü, neden, ne amaçla yolumun düştüğünü anımsamadığım Bebek Oteli’nin barında, bir mucize gibi Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya ile karşılaştım... Orada o sırada onlardan başka da kimse yoktu... Beni en sıcak sözlerle, geçmiş olsun dilekleriyle karşıladılar... Bu mucize karşılaşmada benim onlara söylediğim bir söz ise yine şu andaymışçasına belleğimdedir: “Aynı anda üçünüzü birden kucaklamak istiyorum...”


Turgut Uyar’la özellikle Ankara’da çok sık karşılaştık, buluştuk. Edip Cansever’le İstanbul’da karşılaşmalarımız oldu. Fakat Cemal Süreya ile sözünü ettiğim 1965 sonrasında ve 1983’teki karşılaşmalar dışında, bir başka karşılaşmamız olup olmadığını anımsamıyorum...

Ta ki yurtdışı sürgünümden döndüğüm 1989 güzüne kadar... Ne zaman, nasıl oldu bilmiyorum fakat sanki bir anda Cemal Süreya, Ahmet Necdet ve (şimdi anımsadığımca) Muzaffer Buyrukçu’yla bir dörtlü oluşturduk ve akşamları Galata Köprüsü’nün Karaköy ayağına yakın bir meyhanede buluşmaya başladık.

Sadece birkaç kez süren bu buluşmalarda Cemal Süreya ile aramızda şiir ve siyaset odaklı büyük bir dostluğun oluşmakta olduğunu sanırım ikimiz de duyumsadık...

Sadece birkaç kez... Çünkü 1990 yılı başlarında otobüsle Taksim’den geçerken elimdeki gazetede Cemal Süreya’nın apansız ölüm haberini gördüğümde gözlerimden yaşlar sözcüğün gerçek anlamıyla fışkırdı... (Bu tarihin 9 Ocak olduğunu az önce internete göz attığımda gördüm.)


Doğduğu coğrafya’da bir TV programında Cemal Süreya’yı anmak için Erzincan üzerinden gittiğim Pülümür’de onun bir heykeli olduğunu öğrenmek ve bu heykele dokunmak beni mutluluk, hüzün ve özlemle karışık duygularla kuşattı...

Ve sonra Pülümür’ün, o yalçın ve doğurgan coğrafyanın çocukları için sevindim...

Çünkü kentlerinde heykeli olan şairi merak edip ondan birkaç dize olsun okuduklarında önlerinde hiç eskimeyecek, yepyeni bir dil, duygu ve düşünce dünyası açılacaktır...