Gideceğim tek yer havaalanı

Gezginler için vardıkları kent kadar o kentin havaalanı da unutulmaz anıların biriktiği bir yer olabiliyor.

Aylin Ayaz Yılmaz

Tom Hanks’in havaalanında mahsur kaldığı “The Terminal” filmini izlediğimde “Ben de havaalanında yaşayabilirim” demiştim. Ancak işler o filmdeki gibi olmuyor çoğu zaman. Havaalanları yolculuk yapmayı sevenler için kimi zaman zorlu kimi zaman da güldürü dolu anı biriktirdikleri bir yer olabiliyor. Örneğin, kız arkadaşımla tüp bebek kongresi için gittiğimiz Ürdün’de, havaalanında ona “Niye Arapça bilmiyorsun” diye sorulmuştu. Ben de kimliğimde başka, pasaportumda başka saç rengim var diye havaalanı polisine gönderilmiştim. Tayland havaalanında ise grubumuzu rastgele sorgulamışlardı. Singapur’da pasaportunun rengi farklı olanlardan dolayı gezi planımız aksamıştı. Sabah gittiğimiz ülkenin havaalanından ancak öğlen dışarı çıkabilmiştik. Bugüne kadar gittiğim ve hayran kaldığım ülke sıralamasında ön sıralara çıkan Singapur havaalanında iyi anılarımız yok. Kahve içmekten ve grubu beklemekten bezmiş, “İlk uçakla dönelim ya” demiştim.

Yıllar önce Londra Heathrow Havaalanı’nda, psikologların ülkeye girenleri izlediğini duyduğumda çekinmiştim. Yaşımın küçüklüğü, otorite beni korkutmuştu. Özellikle Amerika’ya girerken yaptığımız heyecan da dillere destandır. O kadar uzun uçuştan sonra saat farkıyla boğuşurken bir de sorular ve verdiğimiz yanıtlar gerçekten komikti. Sanırım ABD’de görmediğim havaalanı yok ve hepsinde komik, anlatılası anılarım var. İstanbul’dan önce New York, sonra Los Angeles (o zamanlar Los Angeles’a direkt uçuş yoktu) sonra da Santa Barbara uçuşumuz gerçekten unutulmazdı. Santa Barbara havaalanında indik. Küçücük, özel garaj gibi. Valizlerimiz geliyor (ABD’de iç hatlarda uçağa binerken valizinizi uçağın önünde gösteriyorsunuz, valiz ondan sonra yükleniyor). “Nasıl bileceğiz, nereden gelecek?” derken karşıdan onun valizini tanıdım. Güvenlik nedeniyle valizler karıştırılmış ve arkadaşımın iç çamaşırının kurdelesi araya sıkışmış geliyor. Otele gidene kadar gülmüştük.  Aynı gezinin dönüşünde eşimle başka rotalardan New Haevan’a uçuyorduk. Ona valizimi vermiştim, güvenlikten geçerken iç çamaşırlarımı açıklaması bayağı eğlenceli olmuş. Aslında hiç hakları yok ama işte valizlerimiz ve içindekiler herkesin gözü önünde...

ABD’den söz etmişken JFK Havaalanı’nı (New York) es geçmek olmaz. Dönüşlerde Türk işletmecinin olduğu köşede demleme Türk çayı içmek gibisi yok. Hemen restoranın arkasında bize cam bardakta Türk çayı ikram ediliyor. Ne çok gidip geldim o hatta... Bir Amerika dönüşümde tam 12 valiz vardı yanımda, oysa şimdilerde neredeyse bir küçük valizle gidip geliyorum. Gerçi kızımızı Boston’a üniversitesine yerleştirmeye gittiğimizde de sekiz valiz vardı. En duygusal dönüşümüzü de Boston Havaalanı’nda yaşadık. Eşimin ayağı incindi, topallıyor. Ben ağlamaktan perişanım. Üç kişi geldiğimiz havaalanından iki kişi dönüyoruz. Gözüm arkada değildi. Ancak bakmaya kıyamadığım gözümün nurunu oralarda bırakmak bana koymuştu.

Havaalanları maceralarım hep hüzünlü değil tabii. İrlanda’nın Cork şehrinde bir embriyoloji eğitimine gidiyoruz, bütün uçak embriyolog dolu. Dublin’de gümrükten geçerken gümrükçü “Ne renkli bir grup” demişti bize. Soru sorduğunda herkes birbirine bağıra çağıra “Sen ne dedin” diye soruyordu. Yine yıllar önce Kopenhag’a Eshre kongresine giderken -ne akla hizmetse- topuklu ayakkabılar, şıkır şıkır giyinmişiz. Pasaport kontrolünde “Niçin geldiniz” diye sordular, “Kongremiz var.” “Akşamları boş musunuz, Kopenhag geceleri eğlencelidir” dediler ve ülkeye girdik. Gerçekten en eğlendiğim kent olmuştu Kopenhag.

DAVRANIŞ BİLİMİ!

Ülkelerin simgelerini, minyatürlerini havaalanlarında incelemek de eğlenceli. Delhi’de güneşi selamlayan heykelleri görünce orada durup güneşi selamlamıştım. Uzun saatler orada geçirdiğimizi düşünürsek keşke sırf alışveriş değil de sanat galerileri, sinemalar olsa bu bekleme alanlarında. Daha verimli geçerdi. Gerçi ben çaktırmadan insan davranışı biriktiriyorum. Kimin hangi ülkeden olduğunu bilebiliyorum artık. Bakın bununla ilgili bir anım var. Los Angeles’ta Hawaii için bekliyoruz, bir şeyler yiyoruz, bağıra bağıra Türkçe konuşuyoruz. İki yaşlı, komik ABD’li yanımıza yaklaştı, iddiaya girdik, “Nerelisiniz?” dediler. “Türküz” deyince “Yes, yes” demesini duymalıydınız o tontiş amcaların. Demek ki biz Türkler de tanınıyoruz. 

Son söz Hacer Yeni’den gelsin: “Leyleklerin neredeyse kanat çırpmadan bir hava akımından başka bir hava akımına girdiği gibi, hayatın akışına sarılmak insanın yapabileceği en güzel şey değil mi?