90 Yıl ve Basın Özgürlüğü

08 Mayıs 2014 Perşembe

Dün, Cumhuriyet gazetesinin 90. Yıl eklerini okurken çok etkilendim. Bunda belki de birkaç gün önce Paris’te UNESCO Merkezi’nde katıldığım “Daha iyi bir Gelecek İçin Basın Özgürlüğü” toplantısının rolü vardı.
Basın Özgürlüğü Günü çerçevesinde düzenlenen Fransız Televizyonlar Birliği, Al Jazeera, “Sınır Tanımayan Gazeteciler”, Latin Amerika’daki “Guillermo Cano Vakfı” gibi sayısız kuruluşun katılımıyla gerçekleşen toplantıda, dünyanın her yerinden gelmiş gazeteciler ve uzmanlar konuyu tartıştılar.
Bu toplantı Birleşmiş Milletler’e üye ülkeler tarafından 2015’e dek yerine getirilmesi gereken hedefleri kapsadığı için önemliydi. Hedeflerden biri de evrensel basın özgürlüğü...
Karamsarlık benim işim değil, ama ülkemdeki gidişata bakıp “2015 - Bin Yıl Zirvesi”ne dek bu hedefe ulaşacağımıza pek inanamıyorum.

Kalkınma ve özgürlük
İki gün süren toplantıyı özetlemek olanaksız. Ancak vurgulanan olay şu:
Bir ülkenin kalkınmasıyla basın özgürlüğü arasında doğrudan, (dolaysız) bir ilişki var. Hükümetler, politikacılar, her ne kadar “kalkınma” kavramını sadece ekonomiyle, sayılarla değerlendirmeye meyilliyse de bu doğru değil.
Hayır “kalkınma” deyince artık kimse, kaç AVM’niz, kaç gökdeleniniz var diye bakmıyor. Cinsiyet eşitliği, eğitim oranı, fırsat eşitliği, çocuk ölüm oranını azaltmak, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması, nefret söylemini geriletmek, sanatın yaygınlaştırılması, ayrımcılığı ortadan kaldırmak, vb... Ve de basın özgürlüğü... Dünya bunlara bakıyor.
Ve dünya, “Freedom House”un raporunun farkında. Nitekim toplantıda da gündeme geldi.
Bu arada dikkatimi çeken: UNESCO, Ahmet Şık’a “Guillermo Cano Basın Özgürlüğü” ödülü verdi ya. O gün o törende Türkiye’nin tüm haber ajansları vardı. Hepsi görevini yapan gazetecilerdi. Ama Türkiye’ye dönünce Cumhuriyet dışında hiçbir gazetenin Ahmet Şık’ın ödül töreni konuşmasına yer vermediğini görecektim.
Madem öyle göreve devam:

Utanç ve kıvanç
Ahmet Şık, ödülünü alırken hem kıvanç hem de utanç içinde olduğunu söyleyip siyaset bilimci Lawrence Britt’den alıntı yaptı. Britt bir makalede, diktatörlüklerin özelliklerini 14 ana başlıkta toplamıştı. Dünyanın her yerinde, baskı rejimlerinin ve sahiplerinin hikâyelerinin birbirine ne çok benzediğini de gösteren Britt’in tespit ettiği tanımlayıcı 14 özellik şunlardı: Bilmekte yarar var!
Güçlü ve sürekli milliyetçilik.
İnsan haklarının tanınmaması.
Milli birlik amacıyla bir düşmanın ya da günah keçisinin tanımlanması.
Ordu ve benzer militarist yapıların hâkimiyeti.
Cinsiyet ayrımcılığının yaygınlaşması.
Medyanın baskı ve denetim altında tutulması.
Milli güvenlik takıntısı.
Dinin ve hükümetin iç içe geçmesi.
Büyük sermaye sınıfının ya da iş dünyasının kollanması.
İşçi, emekçi sınıfların ezilmesi.
Aydınlara, entelektüellere ve sanata karşı nefret.
Suç ve ceza takıntısı.
Yolsuzluk ve adam kayırmacılığın yaygınlığı.
Seçimlerde usulsüzlük ve hile.

Çok mu tanıdık, bildik geldi? Öyleyse ben de tekrarlayabilirim: Türkiye’de yaşamakta olduğumuz “Sözde Basın Özgürlüğü” utancına, Cumhuriyet’te çalışıyor olmanın kıvancı karışıyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dans hayattır 2 Mayıs 2024
Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları