Hırsız Bekçiyi Döverken...

01 Mart 2014 Cumartesi

“Keşke sanatçı olsaydım..” takıntım hep vardı. Zaman zaman düzyazıyla derdimi anlatmakta zorlandığımda bu duygumu sizlerle de paylaşmışımdır. Sanatçının, sanatıyla halkla, insanlarla bire bir iletişim kurabilme gücünü hep kıskanmışımdır. Yine de yazı, hele de yorumla derdini anlatabilmeyi unutun, okunabilir, katlanabilir olamama duygusunun yaşandığı anlar var ki... Gündem eksikliğinden değil, gündem patlamasından, konudan konuya atlayıp, gündemin üzerinizdeki çarpıcı etkisini yansıtmada yetersiz kalacağını düşünüp, yazdıklarınızı siler durursunuz...
Kim bilir kaçıncı kez ekranı sil baştan temizlemişken, sevgili, vefalı dost Erol Toy gülümseyerek başını kapıdan uzatıp, “Hâlâ yazını yazamamışsın, kaçıyorum” diyerek kaçacaktı ki.. Yakınmamla dönmek zorunda kaldı. Yazamadığım yazının başlığını, “Hırsız Bekçiyi Döverken”i ondan çaldım... Ne de olsa yılların deneyimli, solun, emeğin yanında örgütçülüğün üzerine, ülkesini, halkını çok seven bir usta edebiyatçısı... Sevgili İlhan Selçuk Ağabey’den kalan öğretide ise başlık atıldıktan sonra yazının yazılmasının kolaylaştığı var değil mi?
On yılın üstü kankalık yapmış İktidarlarının güçlü ortakları, aynı siyasal İslam çizgisi, aynı mezhepten ayrılmamış da olarak, kendilerinin “inanmış, mağdur edilmiş Müslümanlar, 28 Şubat sürecinin mağdurları” olduklarının da altını çizerek... Bir diğerlerini, yeni 28 Şubat suçlusu, iç dış odaklı düşman ittifakı cephesinin hainleri.. olarak ilan edebiliyorlar... Sizin de en az biz gazeteciler kadar, işimizin gereğinin olmasının ötesinde, kendi ortak geleceğimiz, çocuklarımızın nefes alınacak bir hukuk devleti, insan hakları geçerli demokratik düzende yaşayabiliyor olmaları adına, kaygıyla, sinir içinde gelişmeleri kaçırmadan izlemeye çalıştığınızı biliyorum...
Sonuç olarak “duymamışlardır, bilmiyorlardır” diyebileceğim, paylaşabileceğim anlamlı yeni bilgiler dağarcığımda yokmuş gibi geliyor... Zaten en çarpıcı gelişmeler, mizah dilimize, sloganlara, cepheleşmiş tarafların laf atmalarına, sosyal medyanın kısa cümlecikli diline öylesine vurucu yansıtılıyor ki... En kaygı duyulması gerekeni, sözle derdini anlatabileceğe güven sıfırlanmış, sadece tabanda değil, en tavanda herkes herkese bağırmanın ötesinde hakaret ediyor, küfrediyor, en ağır sözcüklerle suçluyor... “Şeytan, deccal, yalancı, hırsız..” sıfatları liderlere yakıştırılmış, yapıştırılmış, kimlik tanımına dönüşmüş adların geçirilmesine bile gerek kalmıyor...

***

CHP’li parlamenterler, hafta boyunca Meclis’te yaşanan yaralama, kavga olayları üzerinden çıkan haberleri dün düzeltmek gereğini duyuyorlardı... “Meclis yayınları da sansürlenince, medyatik güdülemede AKP’nin korsan çıkarmakta olduğu diktatoryal yasalarda sanki tartışma, kavga varmış haberleri doğru değil.. Biz bu yasalarla tek amacın, yargının tüm süreçlerini Başbakan’a, iktidara bağlayıp yolsuzluk, hırsızlıkları örtbas etme olduğunu anlatmaya kalkıştığımızda, tekme tokat, yumruk saldırıya uğruyoruz, hepsi bu.”
Yolsuzluk, rüşvet operasyonlarının son tutuklularının dün serbest bırakılmaları haberindeki, yargı sürecinin bilgileri ise çok daha trajikomik... “Delillerin karartılması, kaçma şüphesi yok” gerekçelendirilmesi, İktidarlarının yargılama kadrolarındaki büyük temizlik operasyonlarından sonra “Savcılığın 15 Aralık sonrası yapılan dinleme kayıtlarının imhasını istemesi..” bilgilendirmesinin verildiği haberleriyle daha renkli bir anlam kazanıyor. Üzerlerine Başbakan ile oğlu arasında geçtiği öne sürülen dinleme kayıtlarındaki evdeki paraların sıfırlanması telaşının diyalogları eklemleniyor... Onlara Başbakan’ın “Raporlar sahte, yandaş medyanın montajı” açıklamalarına, rapor verdikleri söylenen uluslararası uzmanlık kurulaşlarından gelen, “Asıl bize ait olduğu söylenen raporlar sahte” açıklamaları katılıyor...
Tahliye kararının verilmesindeki yargı sürecine ilişkin gelişmelerin, savcı, mahkeme, yargıç atamalarının artık bir haber değeri bile yok. Düne kadar o türden o kadar çok taktik, yöntem, anında görev almalar süreçleri yaşandı ki... Beyinlere kazınan tek gerçek, Başbakan Erdoğan cephesince, tümünü artık şeytanca işler yaptıkları ilan edilmiş cemaat cephesinin paralel devlet kadroları olarak soluksuz temizlenmeye çalışıldıkları ancak hâlâ temizlemenin bitirilemediğinin ötesinde bir algılama olmuyor... Artık “İktidar olarak kör müydünüz ki, böylesine ağır bir paralel devlet oluşumuna seyirci kaldınız, sorumlusu sizsiniz. Ortak düşman bildiklerinizde, Ergenekon, Balyoz, KCK yargılamaları, operasyonlarındaki çok ağır insan hakları ihlallerinde neden suç ortaklığı yaptınız?..” türünden eleştirilerin bile bir anlamı yok gibi duruyor...
Sivil darbe, özel yargı hukuku, icraatlarının mağdurları binlerce insan yıllardır yatarken, oğullar, kasalar, kutular içindeki kayıt dışı dudak uçurtan kara paraların sahipleri, sanıklarının serbest bırakılışlarının görüntülerini izliyoruz... Göz göre göre çoğunluğu haksız, en azından aynı yöntemli yargılama düzeninin mağduru tutuklular, yakınları ne hallerdedirler?..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları