Şahin Aybek

Mağara Duvarlarından Akıllı Tabletlere: Eğitime Felsefi Bakış

13 Aralık 2022 Salı

Eğitimci Taner Beyter ile eğitimimize felsefi açıdan bakmayı konuştuk.

“Eğitim, bir anlamda uygulamalı matematik gibidir, soyut olan ile somut olan arasında bir ilişki kurmanızı ve anlamlı-pratik çıktılar elde etmenizi sağlar. Dewey gibi birçok düşünürün dikkat çekmek istediği şey çoğunlukla buymuş gibi geliyor bana. Eğitim en temelde yazının da evrimi ile birlikte nesiller arası bilgi ve beceri aktarımını sağlar.”

“Okullarda “diğerleri” ile ilk ortaklıklarımızı görerek “biz” olmayı, problemler ve beceriler ile ilk kez temas ederek kendimiz yani “birey” olmayı mümkün kılan, eğitimin bizzat kendisidir. “Biz” ve “birey” olmanın çıktıları, toplumsal yeniden-üretime eşlik eden önemli unsurlardandır. Günümüzdeki en acil problemlerden biri sürdürülebilir çerçeveye oturtulmuş bir eğitim politikasının var olmamasıdır. Göreve gelen neredeyse her yeni Milli Eğitim Bakanı, “eğitimi güncelliyoruz” veya “Eğitimi çağın gereklerine uygun olarak değiştiriyoruz” sloganları ile sistem değişikliği yapıyor.”

Öncelikle röportaj teklimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Kendiniz ve çalışma alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Davetiniz için ben teşekkür ederim. İsmim Taner Beyter. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Coğrafya bölümünden mezun oldum, aynı fakültede Felsefe yüksek lisansını bırakarak akademi-dışında felsefe içerik üreticiliği ve editörlüğüne başladım. Berat Mutluhan Seferoğlu birlikte 2017 yılının sonunda ülkemizin ilk popüler analitik felsefe dergisi olan Öncül Analitik Felsefe Dergisi’ni kurduk. Bu dergi zamanla giderek büyüdü 52 kişilik gönüllü bir ekibe dönüştü, lise ile üniversitelerde söyleşiler düzenlemeye başladık. İnternet sitesi üzerinden 1200’e yakın içerik oluşturduk ve 8 sayı çıkardık. Bir diğer yandan ise Evrim Ağacı’nda felsefe yazıları yazmaya ve çeviriler yapmaya, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında ise gönüllü eğitmenlik yapmaya başladım. Görme engelliler ile sağır ve dilsiz yetişkinlere gönüllü eğitmenlik yaparken çok güzel deneyimler paylaşma şansım oldu. Birçok yayınevi ile birlikte Analitik felsefeye dair kitaplarda editörlük yapmaya ve öğretmenlik mesleğimi sürdürmeye devam ediyorum.

Kaleme aldığım metinlerde veya editörlüğünü üstlendiğim metinlerde genellikle bilgi felsefesi, uygulamalı etik, din felsefesi, eğitim felsefesi, metafelsefe gibi alanlarla meşgul oluyorum.

Çoğu zaman eğitimin kutsal olduğunu duyarız. Fakat eğitim tam olarak nedir sorusunu sorduğumuzda nadiren tatmin edici yanıtlar alırız. Eğitim hem bir felsefeci hem de bir eğitimci olarak sizin için nedir? 

Çok güzel ve anlamlı bir soru. Eğitim mefhumunun kökenleri muhtemelen ilk insanların mağara duvarlarına çizdiği tasvirlere kadar uzanıyor. Büyük ihtimalle bu tasvirlerde, avcı babalar (anaerkil ise avcı anneler) çocuklarına hangi avları hangi aletler ile hangi yol üzerinde nasıl avlayacaklarını gösteriyordu. “Bu hayvanları avla!”, “Bu aletler ile avla!”, “Bu yol üzerinde bekle!” İlk eğitim, çoğunlukla hayatta kalma başarısı ile alakalıydı gibi duruyor. Tabi ki bu fikri kanıtlamak epey zor, birçok antropolog ve arkeolog geçmişte yaşayan insanların ardında bıraktığı somut nesneler ve izler üzerinden birçok çıkarımda bulunabiliyor; ancak söz konusu olan biraz da soyut bir miras ise konu çok daha tartışmalı bir hal alıyor. Haliyle, soyut olan şeyler ve fikirler ardında her zaman bir iz bırakmıyor. Somut olan miras ve izlerden soyut olana dair çıkarımlarda bulunmak dışında elimizde çok bir seçenek yok gibi duruyor. Ancak yine de elimizdeki en güçlü ve tutarlı açıklamalardan biri buymuş gibi duruyor; geçmişten günümüze dek eğitim, bilgi ve beceri paylaşımı ile ilişkilidir. Türkçeye çevrilirken farklı anlamlar kazanan kavramlardan biri (sezgi, metafizik gibi kavramlar da buna dahil) pragmatikliktir. Kimileri bu kavramdan “faydacılığı veya bencilliği” anlıyor olabilir. Ancak literatüre dikkatli bir şekilde baktığımızda pragmatik olmak; problem çözme, alternatif beceri kazanma ve pratik olma ile ilişkilidir. “Peki bu Matematik günlük hayatta ne işimize yarayacak?” diye soran öğrencileri gördüğünüzde, söz konusu öğrencinin bulunduğu eğitim kurumunda, eğitimin bu özelliğinin talihsiz bir şekilde ıskaladığını düşünmemiz mümkün. Çağdaş Dünya, matematik üzerine kurulu değil midir? Şehrin ışıklarının her gün aynı saatte otomatik olarak ve eş zamanlı olarak açılıp kapanmasını mümkün kılan algoritma, YouTube’da ve Spotify’de daha önce izlediğiniz ve dinlediğiniz şeylere benzer içerikler öneren algoritma veya internete bağlanarak Google’da bir arama yaptığımızda bizi uygun içeriğe yönlendiren algoritma; matematik sayesinde mümkün değil mi? Eğitim, bir anlamda uygulamalı matematik gibidir, soyut olan ile somut olan arasında bir ilişki kurmanızı ve anlamlı-pratik çıktılar elde etmenizi sağlar. Dewey gibi birçok düşünürün dikkat çekmek istediği şey çoğunlukla buymuş gibi geliyor bana. Eğitim en temelde yazının da evrimi ile birlikte nesiller arası bilgi ve beceri aktarımını sağlar.

Eğitim işaret ettiğiniz üzere toplumsal bir kurumdur. Eğitim, bir toplumu için en önemli kurumlardan biri olduğu sık sık söylenir ama bu tam olarak ne anlama geliyor?

Searle gibi birçok filozof, insanları diğer canlılardan ayıran şeylerden biri olarak “kurumsallaşma”ya işaret eder. Birçok hayvan ve canlı ile benzer eylemlerde bulunabilir ve birçok ortak noktaya sahip olabiliriz. Ancak biz, sahip olduğumuz bilgi ve beceriyi, kurumsallaştırarak bir sonraki nesle miras olarak bırakma konusunda çok daha başarılıyızdır. Kurumsallaşma, bir topluluğun hayat pratikleri ve toplumsal ilişki ağlarını çok daha rasyonel ve verimli bir çerçeveye oturtması anlamına gelir. Eğitim bilim, askeriye, ekonomi, sağlık vb birçok alandaki toplumsal sermayemizi kişilerin tasarrufuna bırakmaksızın korur, geliştirir ve sonraki nesle armağan eder. Çoğu zaman öğrencilerim ile paylaşmayı çok önemli gördüğüm bir konu başlığıdır bu. Onlara şöyle söylemeyi tercih ederim: “Başınızı kaldırın ve camda dışarı bırakın, bu binalar, yollar, uçaklar, fabrikalar, enerji santralleri vb her şey sizi şaşırtmıyor mu? Dünyaya gözünüzü açtınız; muazzam bir bilgi-beceri eseri olan ve hayatı kolaylaştıran, hatta kolaylaştırırken ona yeni anlamlar yüklememizi mümkün kılan pratikler, kolaylıklar ve gelişimlerin olduğu bir dünya hazır olarak sizi beklemektedir!” Bir an olsun düşünün, 50.000 yıl önce, üst paleolitik çağda yaşayan bir insan günümüze ışınlanmış olsun. İlk şaşıracağı, ya da en azından kendimi o ışınlanan insanın yerine koysam benim epey şaşıracağım ilk üç şey şunlar olurdu, ki bunlar kurumlaşmış bilgi ve becerinin bir sonucudur: Işık ve enerjinin kontrolü, daha az emek ile daha çok çıktı elde etmek, ürün çeşitliliği ilk akla gelenler olsa gerek.

Günümüz dünyası büyük oranda eğitimin kurumsallaşmasının sonucudur. Örneğin, geçmişte büyük ihtimalle her icadı tekrar tekrar icat etmek zorunda kalmıştık. Tekerleği, iğneyi veya halatı yalnızca bir kez icat edip daha sonra bir sonraki nesle, tekrar icat etmelerine gerek kalmaksızın gerekli bilgi ve beceriyi aktarmak, yazının keşfi ve eğitimin kurumsallaşması ile mümkündür. Bu yüzden 7 milyon yıllık tarihimizde en hızlı yenilik ve icat döngülerini, ilk mağara tasvirlerini gördüğümüz son 50.000 yılından itibaren görmemiz bir tesadüf değil. Kabaca 6 milyon yıl boyunca aynı icadı binlerce kez icat edip bu icatların çoğunu unutmuş olabilir ve bir sonraki nesle aktaramamış olabiliriz; bu yüzden yenilik ve icat döngüleri epey uzun süreye yayılmak zorunda kalmış da olabilir. Ancak günümüzde durum çok farklı, yeni bir bilgi veya beceri çok hızlı bir şekilde yenilik döngüleri zincirine eğitim sayesinde daha kolay eklemlenebiliyor.

İşaret ettiğiniz noktalar önemli fakat eğitimin yurttaş ve birey olma noktasında da önemli bir süreci kapsadığını söylememiz mümkün sanırım. Katılır mısınız?

Çoğu zaman ailemiz dışındaki ilk tanıştığımız insanlar ve toplum ile kurduğumuz ilk organik ilişki eğitim yoluyla olur. İlk arkadaşlarınızı düşünün, büyük bir kısmı aynı zamanda ilk okul arkadaşlarınızdır da. Toplumu ilk kez okulda, eğitim aracılığıyla pratik olarak tanır ve ailemiz dışındakilerle ilk kez eğitim yoluyla temas ederiz. Toplumsal kabuller, hedefler, ortak inançlar, ortak sermayeler ve kültürel kodlar eğitim yoluyla tüm bireyler ile temas eder. Birçok tarihçinin modern ulus-devletin doğuşunu anlatırken okulların ve eğitimin standart hale gelmesine özellikle dikkat çekmesi önemlidir. Okullarda “diğerleri” ile ilk ortaklıklarımızı görerek “biz” olmayı, problemler ve beceriler ile ilk kez temas ederek kendimiz yani “birey” olmayı mümkün kılan, eğitimin bizzat kendisidir. “Biz” ve “birey” olmanın çıktıları, toplumsal yeniden-üretime eşlik eden önemli unsurlardandır.

Biraz daha günümüze odaklanalım. Bugün eğitim alanındaki problemler nelerdir?

Günümüzdeki en acil problemlerden biri sürdürülebilir çerçeveye oturtulmuş bir eğitim politikasının var olmamasıdır. Göreve gelen neredeyse her yeni Milli Eğitim Bakanı, “eğitimi güncelliyoruz” veya “Eğitimi çağın gereklerine uygun olarak değiştiriyoruz” sloganları ile sistem değişikliği yapıyor. Her gelen bakan, kendisinden önceki bakanı aşarak başarılı olmak adına sistemi değiştiriyor. Son 20 yılda en az 7 kere sistem değişti. Fakat sürekli değişen sistemler altında yalnızca öğrenciler değil, öğretmenler ve aileler de yıpranıyor. Son 20 yılda eğitim sisteminin bu kadar çok değiştirilmesi hiç de normal görünmüyor. 

Kapsamlı ve sürdürülebilir bir eğitim politikası mevcut değil. Eğitim politikaları, kağıt üzerinde muhteşem görünen yönetmeliklere rağmen iktidarın ideolojik saiklerine göre şekilleniyor, gündelik politikalara kurban ediliyor. 

Fakat tek problem bu değil, mevcut eğitim sistemi üniversiteye giriş sınavına indirgenmiş durumda. Öğrenciler TYT ve AYT sınavını, okulda gördükleri derslerin önüne koymaktadır. Bu anlamda okulda öğrendikleri şeyleri onlar için anlamlı kılan şey, üniversite sınavında ilgili konudan soru çıkıp çıkmayacağına indirgenmiş durumda. Bu hiç de doğru görünmüyor. Okullar elbette akademik başarıyı ölçmeli fakat bunun yanı sıra istenildik davranışların alışkanlık hale getirilmesini mümkün kılan ortam ve motivasyonlar da yaratmalıdır. Öğrenciler haklarını, özgürlüklerini, yurttaş olmanın ne anlama geldiğini veya doğru davranışların neler olduğunu içinde büyüdükleri aile ve kültür ile birlikte okullarda öğrenirler. Eğer okullar bu temaları kaçırır ise, öğrencilerin bireysel yaşanmışlıklarının dışında dünya görüşünü belirleyen şey büyük oranda aile ve kültürden ibaret olacaktır. Bu hiçbir çağdaş toplumda tercih edilir bir durum değildir. Kaldı ki bizim toplumuzda bazı dini cemaatlerin kurdukları kirli ve gizli politik ilişkiler ile eğitim alanında tahakküm kurması söz konusu. 

Atanamayan öğretmenler, motivasyonunu kaybetmiş öğretmenler, uygulayıcı eksikliğinden ötürü bir türlü uygulanamayan bilgi kuramı gibi dersler, okulların sabun, tuvalet kağıdı gibi fiziksel yetersizlikleri ve daha birçok başka problem de kenarda çözülmeyi bekliyor ancak bu çözümü hayata geçirecek bir iktidar ne yazık ki yok. 

Siz özel sektör de çalışan bir öğretmensiniz. Durumun bir de bu boyutu var. Özel sektörde eğitimin durumu nedir?

Ne yazık ki içler acısı. Özel eğitim kurumlarında ne olduğuna ve nasıl bir sistem işlediğine dair hiç kimsenin bir fikri yok. Neredeyse hiçbir denetleme mekanizması işlemiyor. Yasak olmasına rağmen işverenlerin çoğu yaz aylarında maaş vermemek için kısa süreli yani 1 yıldan daha kısa süren (9 ay gibi) sözleşmeler dayatıyor. Yine yasak olmasına rağmen asgari ücretten az maaş veriliyor (Örneğin bankaya yatan 5.500 lirayı çekiyor ve 1.000 lirasını işverene elden teslim ediyorsunuz, bunu yapmazsanız kovulmakla tehdit ediliyorsunuz). Ortalama maaşlar 4 ile 6 bin arası değişiyor ve çoğu öğretmen geçinemiyor; nitelikli öğretmenler sektör değiştirerek hayatta kalmaya çalışıyor. Yine yasak olmasına rağmen 20 saat üstündeki haftalık ders ücreti verilmiyor; özel sektör öğretmenleri ortalama haftada 35-40 saat derse giriyor. Zorla veliler telefonla aratılıyor, sınavlarda ücretsiz gözetmenlik yaptırılıyor ve haftanın 6 günü çalıştırılıyor. TYT-AYT sınavında başarılı olmak dışında hiçbir entelektüel motivasyona yer yok derslerin içerisinde. Tüm eğitim; öğretmenlerin tüm kariyerleri TYT-AYT sıralamasına indirgenmiş durumda. Bu koşullar altında idealize edilmiş eğitim değil, gönüllü kölelik koşulları söz konusu olur sadece.

Peki neler yapılmalı? Bir probleme işaret etmenin yanı sıra problemin çözümünden de söz etmek gerekiyor.

Yanlış olduğu aşikar olan eğitim politikalarına karşı durmak için omuz omuza vermekten başka bir çözüm yok. Öğretmenler olarak öncelikle kendi haklarını savunma noktasında daha cesur olmalıyız. Hem kamuda hem de özel sektörde yalnızca öğretmenlerin haklarını savunma değil sürdürülebilir bir eğitim politikasını hayata geçirmek için öneriler sunan sendikalar mevcut. Bu bağlamda Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın kutladığımı söyleyebilirim. 1 yıldan uzun bir süredir öğretmenlerin taban maaş hakkı için mücadele veriyorlar. 

Birkaç adım geriye adım atarak büyük resmi görmeye çalıştığımız sürdürülebilir bir eğitim politikasının büyük oranda politik bir mesele olduğunu görebiliriz. Alanında yetkin olan ve ciddi çalışmalar yürüten birçok eğitim bilimci ve akademisyen var ülkemizde. Fakat onların bu çalışmaları bir politik gücü bulamadıkça ne yazık ki yalnızca makale sayfalarında kalıyorlar. Problemin çözümü basit fakat bunu hayata geçirecek bir özne yok diyebiliriz. Örneğin 4+4+4 sistemini tekrar gözden geçirmemiz gerekir, özel sektördeki okulları denetlememiz gerekir, öğrencilerin entelektüel yetileri ile erdemlerini geliştirmek için öğretmenler ile verimli çalıştaylar veya uygulamalar hayata geçirilmeli, eğitime daha çok ödenek ayrılmalı, doğaya zarar vermemenin önemini gösteren uygulamalar veyahut bir restoranda insan ilişkilerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğine dair okul-dışı dersler yapılmalı. Bu ve daha birçok başka çözüm önerisini değerlendirebilir ve uygulamaya koymadan önce tartışabiliriz. Fakat öncelikle eğitimin ekonomik ve politik bağlamındaki problemleri çözmeye odaklanmamız gerekiyor. Bu ise yalnızca el ele vererek gerçekleştirebileceğimiz bir projedir.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları