Şan(Mon)taj!

28 Şubat 2014 Cuma

“Şantaj” ve “montaj” sözcükleri dilimize Fransızcadan girmiştir…
Bir kişiyi, suçunu açıklamakla korkutma karşılığında çıkar sağlama “şantaj”dır. “Şantaj” bir “tehdit”tir.
Değişik veri, belge ya da görüntüleri amaca uygun birleştirme ise “montaj”dır. Bu “iftira”dır…
17 Aralık “yolsuzlukları” patladığından bu yana Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bize de şantaj yapıyorlar” sözünü ağzından düşürmedi. “Şantaj” suçlunun sırrını bilen ve argo deyimle “gebe kaldığı” kişilerce yapılır. Bu sözleriyle Başbakan, başkalarına “gebe kaldığını” yani “şantajla tehdit edildiğini” itiraf ediyor.
Bununla da yetinmedi, “Ne istediler de vermedik!” dedi. Şantajcı, bugün “bir” ister, yarın “iki” ister. İsteklerinin ardı arkası kesilmez… Karşılama durunca “telefon kayıtları” da patlar!
Dört bakanın kabineden uzaklaştırıldığı günlerde Bilal oğlanın da adı yolsuzluklara karıştı. Ardından ne oldu? Önce İstanbul Emniyeti, adliyesi hallaç pamuğu gibi atıldı. Sonrasında Bilal oğlan “gizlice” gidip yeni savcıya ifade verdi. Ardından Başbakan, “şantajın” çıkış noktasının ABD’deki Feto Efendi olduğuna işaret etti. Kısaca Feto Efendi, Tayyip Efendi’yi “tehdit” ediyordu.
O ana kadar sahnede “montaj” yoktu, ama “şantaj”ın varlığını ve “telekulağın” nereye uzandığını Başbakan biliyordu. Bir gece “YouTube” kaynaklı dört parçadan oluşan telefon kaydı kamuoyuna düştü. Bundan sonra Tayyip Efendi “montaj” demeye başlayıp, “iftira” kavramına sığındı.

***

ABD’de alışılmış bir biçimde yönetim, bazı “düşünce kuruluşları” aracılığıyla ilgili hükümetleri uyarır ve kendi kamuoyunu bilgilendirir. Ankara’da büyükelçilik yapmış öncül Morton Abramoviç ve ardılı Eric Edelman ile bazı aydınların, “ABD’nin Erdoğan’ı artık defterden silmesi gerektiğini” açıklayan bir “belge” ekim ayında yayımlandı.

***

Amerikan Merkezi Haberalma Örgütü’nde “şifre” görevlisi Edvard Snovden, ülkesinin gizli belgelerini açıklayıp Rusya’ya sığındı. Belgelerde ABD’nin, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in cep telefonlarını dinlediği ortaya çıktı. Ardından İngiliz The Guardian gazetesi, ABD’nin Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (UGA) adı açıklanmayan 35 dünya liderinin telefonlarını dinlediğini yazdı
Alman ZDF kanalının sunucusu Claus Kleber ile söyleşisinde Başkan Barack Hussein Obama, “Merkel’i bir daha dinlemeyeceğiz” güvencesini verdi. Kleber, Obama’ya şu soruyu da yöneltti:
“Erdoğan’ı dinliyor musunuz? Türkiye şu an kritik bir süreçten geçiyor. Gizli servisiniz, Başbakan Erdoğan’ın iletişim faaliyetlerini merak ediyordur. Peki, siz istemediğiniz için Erdoğan bu sınırların dışında mı tutulacak?”
Soru karşısında şaşıran Obama, önce, “Ülke ülke yorumda bulunmayacağım” dedi ve ekledi: “Başkanlık kararnamesinde de görebileceğiniz gibi sürekli birlikte çalışmalar yaptığımız yakın dost ve müttefiklerimiz var. İstihbaratımız dünyadaki her ülkede, devletlerin niyetleriyle ilgilenmeyi sürdürecek. ABD Başkanı olarak benim için önemli olan yakın bir işbirliği yaptığımız ülkelerle aramızdaki güveni korumak.”

***

17 Aralık yolsuzluk olayına karışanlar, paralarını Türkiye’deki bankalara yatırma yerine, evlerinde ayakkabı kutuları içinde tutuyorlar. Türk halkında genel eğilim, tasarrufların banka yerine “altına” çevrilip “yastık altında” saklanması biçimindedir. Bu olayda paralar “yastık altına” sığamayacak boyutta oldukları için “Avro’ya” çevrilip ayakkabı kutularına konulmuştu.
Eskiden yolsuzluk yapan dünya liderleri yasadışı paralarını İsviçre’deki bankalara yatırırlardı. Bu bankalardan da bu gizliliğe saygı duyulur “çıt” çıkmazdı. 3 yıl önce İsviçre “Yolsuzluk Gelirlerinin İadesini” öngören bir yasa kabul etti. Yasaya göre İsviçre hükümeti, kuşkulu malvarlıklarının iadesinde bu paraların yasal olduğunu kanıtlama sorumluluğunu hesap sahibi olan devlet adamına yüklüyor. Kanıtlanmazsa para ilgili hükümete verilebiliyor.
17 Aralık öncesinde Alman basınında Tayyip’in İsviçre bankalarındaki hesaplarının Merkel’in elinde olduğu da öne sürülmüştü!

***

Baba-oğulun konuşmalarında “kriptolu telefonlardan” söz ediliyor. “Kriptolu telefonların da” dinlendiği, TÜBİTAK’ta kuşkulu 5 kişiye görevden el çektirildiği açıklandı. Demek ki konuşmalar “montaj” değil… Bu kişiler “ayıbın” önüne bir “k” koyup “kayıp” yapmaya hevesleniyorlarsa da bu olaylar yalnızca AKP’ye değil, Türkiye’nin dış saygınlığına da gölge düşürüyor!

‘İki Amfora’nın Başarısı!
Önceki gün gazetelere Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in “Ülkemizden kaçırılan eserlerin getirilmesi konusunda yürüttüğümüz kararlı çalışmaların, tarihe duyarlı insanlar üzerinde olumlu etki bıraktığını görmek son derece sevindirici bir gelişme!” sözleri yansıdı.
Çelik’in “izlediği etkili siyasadan” da söz etmesine şaşırdım! 1950’li yıllarda Türkiye’de görevli Villiam O’Ryan’ın ABD’ye götürdüğü iki amforayı, oğlu Rick gönüllü olarak Vaşington’daki büyükelçiliğimize teslim etmişti.
Türkiye kıyılarındaki müzelerimizde yüzlerce amfora var. Antik dünyada deniz ulaşımında, başta şarap olmak üzere, çeşitli ürünler amforalarda taşınırdı. Bunların saplarında, eğer mühür izleri varsa, geldiği ve bulunduğu yer arasındaki ticareti belgelemeye katkı yaparlar. Yıllarca önce bir balıkçının Bozburun kıyılarında bulduğu bir amforayı Bodrum Müzesi’ne hediye etmiştim. Bu amfora, müzede sergilenenler arasında boyca hepsinden büyüktü.
Çelik, Kopenhag David Sampling’deki İslami eserlerin, ABD’de Bovling’deki Zeugma mozaiklerinin, İngiltere’deki Eros başının, Berlin’deki “İhtiyar Balıkçı” heykelinin yarısının, Paris’teki 2. Selim Türbesi’nin İznik çinilerinin geri getirilmesi konusunda başlayan görüşmelerde, acaba bir yılda neler yaptı? Bu görüşmeler neden durdu?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları