Çıkar Kavgası (3)!

07 Ocak 2014 Salı

Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama organı TBMM’nin başkanı Cemil Çiçek, “Anayasanın 138. maddesi bu memlekette ölmüştür” dedi. “Yargı bağımsızlığını” öngören 138. madde aynen şöyle:
“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Bir hukuk devletinde eğer bu madde ölmüşse, bu durumu çok iyi anlatan deyimlerimiz var: “Zıvanadan çıktı… Cılkı çıktı… Şirazesinden çıktı… Çığrından çıktı… Raydan çıktı…”
Ergenekon, Balyoz davalarında yargının bağımsızlığı ve adil yargılama konusunda tepkiler gösteren hukukçulara AKP hükümetinin başı Tayyip Efendi kulaklarını tıkamıştı… Sonrasında kadim dostu Feto Efendi kuyruğuna basıp, dört bakanını harcatıp sıra kendi oğluna geldiğinde “yargı, yargı” diye bağırmaya başladı!
Tayyip-Feto düellosunda çıkarcılar da hemen saf tuttular. Feto’nun “yandaş” basını dışlanınca, “çıkardaş” basınla birlikte çıkarcılar da Tayyip’in eteğine sarıldılar.
Önce 37 sivil toplum kuruluşu, Tayyip’i destekleyen ve Feto’yu yeren tam sayfa ilanlar verdi. Ardından “Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinin kamuoyuna açıklamaları” yine tam sayfa olarak boy gösterdi.
17 Aralık yolsuzluk olaylarının kendilerini üzdüğünü söyleyen “Nur Talebeleri” bu olayların “Risale-i Nur ile karıştırılmamasını ve kendileri ile ilgilerinin bulunmadığını açıklamak zorunda kaldıklarını” duyurdular.
Ardından “Sivil Dayanışma Platformu” adlı bir kuruluş, Tayyip’in tam sayfa resminin üzerinde “Sağlam İrade” yazılı bir duyuru ile destek vermekle kalmadı, Feto’nun sözcüsü Zaman gazetesi önünde gösteriler yaptı.
“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” sözü gibi “yandaş” basından ve “yandaş iş dünyasından” boşalacak yerde “çıkardaş basın” ve “çıkardaş iş dünyası” hemen devreye girdi.

***

Anlamadığım Feto Efendi, Said Nursi’nin görüşlerini benimsemiş, “Risale-i Nur” doğrultusunda uluslararası yapılanmayı gerçekleştiren bir imam değil miydi? Şimdi neden Nur talebeleri, kendi inançlarının önderine karşı bildiri yayımladılar?
Daha eylülde İstanbul’da “10. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu” düzenlediğinde Feto Efendi’ye sağlık, afiyet açıklamaları yapmamışlar mıydı? O toplantıya katılan “devletin valisi” Hüseyin Avni Mutlu da (HAM) konuşmasında şöyle demişti:
“İnanıyoruz ki bu kutlu yolda, Resulullah efendimizin sancağı altında, bu mübarek ve çileli ama mutlaka sabır gerektiren bu yolun temsilcileri, müminler, Müslüman kardeşlerimiz, inananlar, insanlığın ihtiyacı olan bu güzel barışı 7 milyar insanın gönlüne aktarabilmek için hiçbir ayrım gözetmeksizin tek tek çalışarak gerçekleri anlatmaya devam edeceklerdir.”
Toplantıda Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de boy göstererek şöyle konuşmuştu:
“Üstat Bediüzzaman’ın eserlerini de incelediğinizde görülecektir ki Resul-i Ekrem’in en büyük mucizesi, yeryüzünün en bereketsiz topraklarında, bedevi toplumundan belki de bedavet içerisindeki toplumdan medeni toplumu inşa etmiş olmasıdır.”
Açılış törenine, laik devletin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve ayrıca, son olaylarda boy hedefi olan Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan da katılmışlardı.

***

Cumhuriyet’te ilk imzalı haberim 5 Ağustos 1961’de, bir “polisiye” olayda tepede dört sütuna yayımlanmıştı. Haber, Ankara Emniyeti’nce gerçekleştirilen bir olayla ilgiliydi ve “Memleket çapında girişilen hareket. Nurcuların elebaşıları teker teker yakalanıyor” başlığını taşıyordu.
İşin en ilginç yanı yakalanan Nurcular, hakkımda “neşren hakaret” gerekçesiyle dava açmışlardı. Davaya bakan üç yargıçlı “Toplu Basın Mahkemesi’nde” başkan, kimliğimi saptadıktan sonra ifademi bile almadan “aklama” kararını açıklayıp davacılara dönmüş, “Bir daha karşıma gelirseniz sizi içeri atarım” diyerek salondan çıkartmıştı.
Acaba o tarihte HAM, Ankara Valisi olsaydı Emniyet’in bu uygulamasına izin verir miydi? Diyebilirsiniz ki “Sözünü ettiğin yıl 1961… 27 Mayıs devriminin ardından… Tabii o gün ihtilal yönetiminde bu uygulama doğaldı…”
Arşivi biraz eşelediğimizde Nur cemaatinin yayın organı “Risale Haber”, 1950 seçimini kazandıktan sonra ilk iş olarak ezanı Arapça okutturan Adnan Menderes’in 30 Kasım 1951’de Emniyet İstihbaratı’na Said Nursi’yi fişlettiğini açıkladı. Üstelik halife olan Osmanlı Sultanı Abdülhamit de Said Nursi’yi tımarhaneye attırmamış mıydı?
Peki, bugün Nurcular arasındaki bu bölünme neden? İmparatorluklar arasındaki çıkar savaşından pay elde etmenin yalakalığından başka bir neden olabilir mi?
Dün Ergenekon, Balyoz davalarında “Türkiye’de yargıçlar var” diyenler bugün yolsuzluk olaylarında ucu AKP’ye dokununca, Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz “Türkiye yargıçlar devleti değildir…” diyor. TBMM Başkanı Çiçek, “Yargı bağımsızlığının öldüğünü” söylüyor…
Peki, kim öldürdü? Keşke bir değirmencinin Alman Kralı 2. Friedrich’in keyfi kararına karşı “Berlin’de yargıçlar var!” sözünün anlam ve önemini AKP’lilere de öğretebilseydik!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları