Çeşitlemeler...

10 Ocak 2014 Cuma

Gazeteciliğe başlatan hocam, Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Ecvet Güresin’in “başkent gazeteciliği” hakkında ilginç benzetmesini unutamam! O yıllarda, gazetelerin Ankara bürolarında 3-5 kişi çalışırdı. Herkes, her dalda habere koşardı. Ecvet Bey şöyle derdi:
“Ankara’da gazetecilik balık avına benzer... Ankara’da her gün o kadar çok haber var ki bir kelebek ağını havaya tut. Ama küçük, ama büyük mutlaka bir iki tane balık (haber) ağa takılır... Yeter ki duracağın yeri iyi seç!”
Günümüzde o kadar çok balık yakalanıyor ki, hangisinin peşine düşeceğini bilemiyorsunuz.

***

AKP hükümeti “derin devletten” yakındı durdu... “Derin devletin” değil, “paralel devletin” varlığını yeni algıladı. Oysa “paralel devlet” AKP’yi omuzlarında iktidara getirmişti.
“Ayakkabı kutusu yolsuzluğu” ortaya çıkıp, 4 bakan görevden alınıp ucu Başbakan’ın oğluna dokununca “paralel devleti” oluşturan Emniyet’in hallaç pamuğu gibi atılmasına başlandı.
Görevden alınan Emniyet görevlilerinin sayısı 2 bine yaklaşıyor. Bu kişiler biliniyordu da, neden 11 yılda gereken yapılmadı? Başbakan’ın, müsteşarını “yedirmem” dediği MİT bu kadar süre kış uykusuna mı yatmıştı? Bu beceriksizliğin faturası bu kez de mi müsteşara çıkartılmayacak?
Yıllardır bu köşede Feto efendinin devlet içinde devlet olan “paralel örgütlenmesinin” nasıl başladığını yazdık. Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk diplomatlarına yönelik cinayetlerinden sonra yurtdışındaki temsilciliklere “koruma görevlisi” olarak polislerin gönderilmesine başlanmıştı.
İki yıllığına giden bu görevliler, Türkiye’ye biraz para ve araba sahibi olarak gönenç içinde dönmeye başlamışlardı. Böylece meslektaşları arasında farklı bir duruma kavuşmuşlardı. Öteki polisler de seçmeni oldukları milletvekillerine “torpil” yaptırıp kapağı dışarıya atma yarışına girmişlerdi.
AKP-Feto koalisyonu oluşmaya başladığında “torpilin” biçimi değişti. Atanmak isteyen polislere “Eşine türban taktır, seni de gönderelim!” denildi. Böylece polislere sınır kapıları, Feto’ya da “paralel devlet yapılanmasının” yolu açıldı. Artık Emniyet, “paralel devletin” telekulak odaklı ev sahibiydi!

***

Paralel devletin kurbanı Ergenekoncuları dava eden savcı Zekeriya Öz’ü, Başbakan, eller üstünde tutmakla kalmıyor, bir de kendi güvenlik filosundan bir “zırhlı aracı” özel olarak tahsis ediyordu. Öteki savcıların günahı ya da Öz’ün sevabı neydi?
Ancak aynı savcı, oğlunu yolsuzluk soruşturmasına konu yapınca, dönerci bıçağı ters döndü ve savcıyı doğramaya başladı. Yoksa Öz de “paralel devlete” mi çalışıyor?
Aksaray Valisi Selami Altınok, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi beklenmeden apar topar İstanbul’a emniyet müdürü yapıldı. Makamında kabul ettiği valiyi Başbakan “özel uçağı” ile İstanbul’a gönderdi, “paralel devleti” temizletmeye başlattı. Vali, Başbakan’a fazla güvenmesin, Öz gibi döner bıçağı yerine bu kez altın ok kendi kalbine saplanabilir!

***

Yeni yılın ilk günü Hatay’da, Suriye yolcusu “gizem” yüklü bir TIR cumhuriyet savcısı ile ilin valisini birbirine düşürdü. Savcının talimatıyla TIR’ı aramak isteyen jandarmayı vali iki kez engelledi.
Devreye İçişleri ve Dışişleri bakanları girdi. Açıklamalarda TIR’ın “aylardır yiyecek sıkıntısı çeken Suriye’deki Türkmenlere gıda yardımı götürdüğü” öne sürüldü.
“Gıda var idiyse”, neden aratılmadı? “Gıda” idiyse neden MİT’çilerin himayesindeydi? Ne zamandan beri MİT’çiler Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın görevlerini yapıyorlardı?
“Sınır” demek, yalnızca güvenlik değil, “gümrük olgusunun” da geçerli olduğu bir yer demekti! TIR’ın yükü, Türk gümrüğüne neden bildirilmedi ya da gümrükçüler TIR’ı neden denetlemediler? Suriye gümrüğünden koca TIR nasıl geçti?
Gümrük ve Ticaret Bakanı ise “Sözü edilen TIR’ın kayıtlarımıza göre gümrük kapılarından çıkışı söz konusu değil!” dedi. Gizem yüklü TIR yer yarılmış içine girmiş ya da hayali ihracat olarak Suriye’ye uçmuştu!

***

12 büyükelçinin yer değiştirme kararnamesi açıklandı. Bu listeyi gören, Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alınan Egemen Bağış çok üzülmüştür. Üç dönem milletvekilliği yapan Bağış, bu kez seçilemeyecekti. Basında adı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday adaylığı için geçiyordu.
Oysa yıllarca yaşadığı ABD’de, Vaşington Büyükelçiliği’ne gözünü dikmişti. Şimdi İstanbul’da eşinin butiğinde oturup oradaki ayakkabı kutularını doldurmak zorunda kalacak...

***

60’lı yıllarda, Kızılay’daki Cumhuriyet bürosundan çıkıp kelebek ağımıza takılacak haberi yakalamaya Başbakanlık’a giderken yolumuzun üzerinde, eski Kızılay binasının parkındaki büfeden Afyonkarahisar’ın ya “madensuyunu” ya da “sodasını” içerek giderdim. O tarihlerde başka soda ya da madensuyu üretilmezdi.
70’li yılların başında ise bu özel madensuyu ve sodası hakkında ilginç bir haber yakalamıştım. ABD’nin ünlü havacılık şirketi PANAM, dünyayı doğudan batıya ya da batıdan doğuya dolaşan tek kuruluştu.
Bir gün şirketin yüksek düzeyde bir yetkilisi bir iş için Ankara’ya gelmiş ve içtiği bu sular çok hoşuna gitmişti. ABD’ye dönünce şirketine bu suların PANAM uçaklarında yolculara ikram edilmesini önermişti.
Öneri benimsenince Kızılay’a yılda 1 milyon şişe alımını içeren bir anlaşma taslağı gönderilmişti. Görüşmelerde anlaşmaya varılınca, sözleşmeyi imzalamak üzere PANAM heyeti Ankara’ya gelmişti. Heyetler, imza masasına oturduklarında sözleşmeyi okuyan PANAM heyeti şaşkınlık içine girmişti!
Sözleşmede “boş şişelerin Ankara’da teslim edileceğine” ilişkin bir madde eklenmişti. Dünyanın dört bir köşesinde tüketilen şişelerin boşlarını Ankara’ya getiremeyecek olan PANAM, sözleşmeyi imzalamadan ABD’ye dönmüştü!
1926’da Atatürk’ün Türk Kızılay Cemiyeti’ne gelir olması için verdiği bu şişelerden de artık “Türk” adının silindiği açıklandı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları