Olaylar Ve Görüşler

Osmanlı ve siyasal İslam - Salih ÖZBARAN

12 Ocak 2022 Çarşamba

Siyasal İslamın son zamanlarda ülkemizde tanık olunan ve laik Türkiye Cumhuriyeti bünyesi içine yerleştirilmek istenen niyet ve uygulamaların tarihsel kökleri üstüne bir hatırlatma yazısıdır bu. Osmanlı tarihi ve tarihçiliğiyle ilgili, yaşadığımız süreç de dahil, sayısız diyebileceğim kadar yazılı kitap, makale ve görsel malzeme ortaya konmuş, sanal ortamda da alabildiğince kullanılmıştır. Bunların bazıları ele alınan dönem ve zamanların görgü tanıklıklarını okumuş, değerlendirmiş, kimileri de -tarih anlayışlarının el verdiği ölçüde- onlara atıfta bulunarak ve bilimsel ve edebi kaygıları taşıyarak (veya taşımadan) kendi versiyonlarını yaratmak istemişlerdir. Böylece tarih denilen bilgi dalı kimi zaman kendi disiplini içinde çekişmelere sahne olmuş, kimi zaman politikacının yaslanmak istediği payanda olarak ilan edilmiş, kimi zaman da medyanın suyunda yol almıştır. Bu yazı, tarihçiliğin -özellikle Osmanlı İslamı tarihinin- akademik tarafına ağırlık veren- bir kaygı ve anlayışı dile getirme amacındadır.   

DEVLET SİYASALLAŞMIŞ İSLAM 

İslamın başlangıç yıllarında yani Hz. Muhammed hayattayken Medine’de temelleri atılan bir devlet niteliği taşıdığına inanılmakta, topluma ve uluslararası ilişkilerine yeni bir mahiyet kazandırılmış olduğu kabul edilmektedir. Daha sonraki yüzyıllarda -burada konu olan Osmanlı İmparatorluğu’nda- siyasallaşmış karakteriyle padişahların fetihçi, yayılmacı politikaları ve “ilâ-yı kelimetullah”, “cihad” ve “gazâ” ideolojilerinin meşruiyet simgesi durumuna getirdikleri bilinmeyen bir şey değildir. Hatta, evrensel imparatorluk iddiası İslam ile bütünleştirilirken (Sasaniler, Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular dönemlerinden alıp getirilerek, hem tarihsel derinlik içinde hem de Osmanlıları Safevi ve Babürlü gibi imparatorlukların hedeflerindeki İslamı yüceltip yayma yolunda bir dünya imparatorluğu hasretini taşıdıkları; evrensellik, cihangirlik, cihanşümulluk iddia ve ideallerinin tarihçiler tarafından dile getirildiği de bilinmektedir.

GERİCİ ARAYIŞ

Fatih Sultan Mehmed’in fethedilen Doğu Roma/Bizans coğrafyasına atfen “Kayser-i Rûm” unvanını da ekleyerek Sultan-ı İslam, Sahibu’z-zaman, Padişah-ı Cihan, Sultan-ı Müslimin, Padişah-ı İslam-penah, “Pâdişâh-ı dîn-penâh” (dinin sığınağı olan padişah)  Zıllullahi fi’l-arz/arazîn (Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi), Sahib-Kıran (başarılı, üstün - karizmatik ve pisikolojik), Sahib-i Zaman ve daha nice sıfatlarla anılmıştır Osmanlı padişahları. Sünnî İslam’ın Osmanlı bürokrasisi içinde başrolü oynayanlar “kadılar, müftüler, kazaskerler ve şeyhülislamlar” olmuştur. Daha 14. yüzyıldaki kuruluş sürecinde faaliyete geçen Orhaniye Medresesi’nin o zamanlar Sünni İslam temelinde bürokrat yetiştirme amacı taşımıştır; bu temel görüş, Yavuz Sultan Selim zamanında katı bir siyaset haline gelmiştir. Ancak, Kanuni Sultan Süleyman döneminin sonlarından ve 17. yüzyıldan kalan siyasetnâme, adaletnâme, risale (Koçi Bey Risalesi gibi, Kitab-ı Müstetab gibi) ve tarih kitaplarında tanık olunan bozuk düzen ve yozlaşma dile getirilmiş ama ihtişamlı günlerinin hasreti de duyulmuştur. Gerçi bu yazarların dilekleri çağdaş dünyada olup bitenleri yakalamaktan uzak olmuştur; ne var ki imparatorluktaki geri kalmışlığın, siyasal İslamın, mali bozukluğun ve özellikle de rüşvetin boyutları dile getirilmiştir. Avrupa’da başlayan “siyasal, toplumsal, ekonomik, bilimsel, kültürel ve şüphesiz sanat ve edebiyat alanlarında (askeri alanın dışında) süratle başlayıp gelişen değişimler” için pek de meraklı olmamıştır Osmanlı yöneticileri. İmparatorluk “devlet-i ebed-müddet” ve değişmez olduğuna dair inançlarla yol almış, değişim ve gelişimi fark edememişler, ettilerse bile önemsememişlerdir; kurtuluş “kanun-u kadim”de aranmıştır. Bilim, sadırlarda, kalplerde değil satırlarda kalmıştır. (El ‘ilmü fi’s-sudûr lâ fi’s-sütûr). Bilim, günümüzde bir parti başkanı ve sınırsız yetkilerle donanmış cumhurbaşkanının faaliyetleri, 16 ve 17. yüzyıl gözlemcilerinin arayışlarını anımsattı bana. “Duagu” bolluğunda askerlerine maaş verilemeyen Osmanlı zamanlarını.

TARİHİ ANIMSATMA

Amma ve lakin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı İmparatorluğu değildir. Dünyaca tanınmış tarihçimiz Halil İnalcık’ın yıllar önce Batı dünyasına hatırlattığı gibi bizlerin de bu farkı, Osmanlı büyülenmesiyle gün geçiren vatandaşlarımıza ve iktidar mensuplarına benimsetmeliyiz. Türk tarihi nasıl Osmanlısız anlatılamıyorsa, o devletin/imparatorluğun yeryüzündeki yapısı, işlevi, görkemi, hastalıkları ve çöküşü dile getirilmeden yansıtılamıyorsa, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Batı emperyalizmine karşı gerçekleştirilen “Kurtuluş” ve “Kuruluş” dönemlerindeki bağımsızlık mücadelesi ve çağdaşlığı yakalama azmi de hiç akıldan çıkarılmamalıdır. Siyasal İslamın anlamı bu çerçevede değerlendirilmelidir.

SALİH ÖZBARAN

(EMEKLİ TARİH PROFESÖRÜ)


Yukarıda dile getirdiklerimi yetkiyle, ayrıntılarıyla, bilimsellikten şaşmadan anlatan ve benim de bu yazım için çok yararlandığım Ahmet Yaşar Ocak’ın Osmanlı İmparatorluğu ve İslam: Bir İmparatorluk bir Din kitabı (2021) aydınlatıcıdır; öneririm. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları