Olaylar Ve Görüşler

İttifak Protokolü’ndeki sorunlar - Prof. Dr. Rıdvan AKIN

19 Mart 2022 Cumartesi

İttifak Protokolü’nde sorunlu yaklaşımlar var. Bunların başında, “Türkiye’de gerçek anlamda çoğulcu demokrasiye hiçbir zaman geçiş olmadı” ifadesi geliyor. Siyasi tarihimizde özgürlüklerin üstüne şal örtüldüğü kapalı rejim dönemleri olmuştur. Ama demokrasi hiç olmadı demek, Birinci Meclis’ten bu yana ülkemizde var olan birikimi görmezden gelmektir. Türkiye’de 70 yıldır çok partili demokrasi var. Bunu kuran da devleti kuran partidir. Hatta Batı demokrasileri ölçütlerinde demokrasinin yaşandığı bir dönem Türkiye’de yaşanmıştır. Tutucu iktidarların en çok şikâyetçi olduğu dönem bu dönemdir. 

İttifak partileri, demokrasimizin temel sorunu olarak vesayet anlayışını görüyorlar. Bunun kaynağı da 1961 Anayasası olarak teşhis edilmiş. Çok yüzeysel bir değerlendirme bu. Demokrasimizin temel sorunu vesayet odakları değil, siyasi iktidarların hukuku dikkate almayan keyfi idareyi, milli irade sanmalarıdır. Protokolde, vesayet odağı olarak tanımlanan MGK, 1961’den beri anayasal bir kurumdur. Günümüzde de vardır. Mesele MGK’nin varlığı değildir. Siyaset kurumu, kendi hukukunu koruyamadığından, MGK aşkın bir otorite olarak algılanmıştır.

Protokolde, anayasa yargısı ve idari yargı, 1961 Anayasası döneminde vesayetin öteki ayağı olarak hedef alınmıştır. Anayasa Mahkemesi, anayasaya uygunluk denetimi yapan yüksek mahkemedir. İddia edildiği gibi, bu dönemde birçok siyasi partiyi kapatarak demokratik gelişimi engellemiş değildir. Anılan dönemde kapatılan parti sayısı ikidir: MNP ve TİP.

TARİHİYLE ÇELİŞİYOR

Hatırlatalım: CHP, 1961 Anayasası’nın oluşum sürecine katkıda bulunan iki partiden biridir. Diğeri Osman Bölükbaşı’nın CKMP’sidir. CHP’nin bugünkü yönetiminin, kuvvetler ayrılığı, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü güvenceye alan 1961 anayasasını “vesayet kaynağı” olarak gösteren metne katılması, kendi tarihiyle çelişmektedir.  

Yurtdışında yaşayan seçmenlerin temsiliyle ilgili hata yapılmıştır. Yurtdışında yaşayan yurttaşların oy verme hakları tartışılamaz. Ancak yurtdışı seçim bölgesi diye bir bölge tanımlamak, anayasaya ve temsil teorisine aykırıdır. Yurttaşlarımız vilayetler temelinde temsil edilirler. Türkiye Cumhuriyeti’nde olmayan bir yer, seçim bölgesi olamaz. 

YUMUŞAK KUVVETLER AYRILIĞI 

Güçlendirilmiş parlamenter sistem, yumuşak kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter sistemdir. Farkı, yapıcı güvensizlik oylamasıdır. Önerilen modelde Cumhurbaşkanlığı makamı, 1961 Anayasası’nın gerisine çekilmiştir. Gerçekçi değildir. Makamın önemi açısından da yanlıştır. Yürütmenin siyaseten sorumlu kanadını güçlendirmenin yolu, Cumhurbaşkanlığı makamının içini boşaltmaktan geçmez. 

Türkiye’de bir süredir unutturulan şudur: Cumhurbaşkanlığı tarihi olarak Çankaya’dır, Atatürk’ün makamıdır. Önemli olan, o makama çıkacak kişinin devlet adamlığı çapıdır. Cumhurbaşkanı, sadece yürütmenin değil, devletin de başıdır. Bu nedenle tamamen devre dışı bırakılması, makamın varoluş nedenine aykırıdır.

DÜŞÜNDÜRÜCÜ YAKLAŞIM

Protokolde, seçilecek cumhurbaşkanının, ülkeyi önerilen sistem gelene kadar, nasıl yöneteceği, anayasa değişikliğini sağlayacak çoğunluk bulunamazsa ne olacağı belirsizdir. Cumhurbaşkanının görev süresinin bir defalığına ve yedi yıl olması doğrudur. Ancak görev süresi biten cumhurbaşkanına siyaset yasağı getirmek, anayasaya ve insan haklarına aykırıdır. Cumhurbaşkanına güvensizlik öylesine bellidir ki hangi sırayla başbakanlık görevlendirmesi yapacağı bile protokole konulmuştur. 

Barajın yüzde 3’e düşürülmesi, küçük ortaklar içindir. Baraj, temsilde adalet ilkesine aykırıdır. Tam nispi temsil ilkesi benimsenmelidir. Demokraside çoğunluğu rahat ettirmek için azınlığın temsilinden feragat edilemez. Yurttaşlar eşittir. Oylar eşittir.

İttifak partilerine yakın seçmenin otomatik olarak ittifakın adayına oy vereceğini düşünmek aldatıcıdır. Aday, seçimi alacak güçlü bir meydan siyasetçisi olmalıdır. Mevcut anayasal sınırları bile zorlayan rakibi karşısında “düşük profilli aday” seçmeni olumsuz etkiler. Seçmenin, yakıcı sorunlar karşısında, yetkisiz ve sorumsuz olacağını ilan edecek bir adaya oy vereceği kuşkuludur.

Nispeten kapsayıcı olduğu ifade edilen 1921 Anayasası, Anadolu İhtilali’nin anayasasıdır. Bunu anlamak için ilk dokuz maddeye bakmak yeterlidir. 1921’den sonraki anayasalarla, Cumhuriyetin dar kalıplar içine girdiği ifadesi yanlıştır. Bununla, Cumhuriyetimizi “yanlış cumhuriyet” sayan görüşle, aynı çizgiye düşülmüştür. 1924 Anayasası, dar kalıpların değil, Atatürk Devrimlerinin anayasasıdır. Kurucusu, Atatürk olan partinin bunu onaylaması düşündürücüdür. 

ZEMİN KAYIP GİDİYOR

Protokolde, laikliğe gerçek anlamda yer verilmemiştir. İttifak, din ve vicdan özgürlüğünü laiklik sanmaktadır. Buna göre, laikliğin yok olduğunu CHP de kabul etmiştir. Daha vahimi, “herkesin kendi kimliğiyle toplumsal, siyasal, kamusal yaşama katılacağı bir sistem inşa edileceği” ifadesidir. Çok özgürlükçü görünen bu ifadeden tarikat kisveli amiralden sonra yargıçlar, savcılar, öğretmenler olabileceği sonucu çıkarılabilir. Demokratik hukuk devletinde din ve vicdan özgürlüğü vardır ama bu laiklik değildir. Laikliği din hürriyeti olarak anlayanlar zaten iktidardadır. 

CHP, kapsayıcı olmak iddiasıyla çıktığı yolda, kendi oturduğu zemini kaybetmektedir. Üzücüdür. Türkiye’nin mevcut sorunlarının temelinde, 1961’in kurumları değil, 12 Eylül düzeninden yararlanan sağ partilerin iktidarı yatmaktadır. 

PROF. DR. RIDVAN AKIN

GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları