Olaylar Ve Görüşler

Enflasyon kısır döngüsü - Orhan Şener

26 Temmuz 2024 Cuma

İki hafta önce yapılan TÜSİAD toplantısında sorunlar açıkça dile getirildi. Maliye bakanı ise şimdiye kadar yıllarca uygulandığı halde, hiç başarı şansı olmayan para politikası yöntemlerini savundu. Bu yazımızın amacı yalnızca enflasyonu değil, makro ve genel ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik yapısal önlemleri tartışmaya açmaktır. 

Özal’ın “Demiryolu Komünist yatırımıdır”, Çiller’in “Komünist devlete son vereceğiz”, “40 sente muhtacız” diyen Demirel’in “Böyük Türkiye” ve Menderes’in “Küçük Amerika olacağız” gibi sloganlarıyla toplum kamu sektörünün çok büyük olduğu algısıyla koşullandırıldı. Günümüzde bile çoğu politikacı ve akademisyen Türkiye’de kamu sektörünün çok büyük olduğunu savunmaktadırlar.

KAMU SEKTÖRÜ  

Genel ekonomik istikrar; kaynak ayırımında etkinlik ve gelir dağılımı adaletinin sağlanmasıdır. Makro ekonomik istikrar ise sürdürülebilir bir büyüme oranın, işsizliğin önlenmesinin, fiyat seviyesinde istikrarın (enflasyon ve deflasyonun olmadığı durum) ve dış ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını kapsar. Bu amaçlar arasında içsel ve dışsal ilişkiler olduğundan, hangisine öncelik verileceği önem taşır. Ayrıca, makro ekonomik istikrar ancak genel istikrarın sağlanmasıyla olanaklıdır.

Kamu ekonomisi bilimine göre öncelik kaynak ayırımında etkinliğin (efficiency in resource allocation) sağlanmasına verilmelidir. Bunun anlamı ulusal gelirin kamu ve özel sektör arasında en uygun biçimde paylaşılmasıdır. Ölçüsü ise kamu gelirlerinin ulusal gelire oranıdır. Bu oran Avrupa Birliği’nde yüzde 42 olup Türkiye’de ise maliye bakanının da açıkladığı gibi yarısı kadar yani yüzde 21’dir. Buna göre, Türkiye’de kamu sektörü gelişmiş ülkelerin yarısı kadardır. Böyle bir küçük kamu sektörü ile genel dengeyi sağlayacak ve yoksulluğu önleyecek eğitim, sağlık, toplu konut, toplu taşıma ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetlerin yeterli kalite ve kantitede üretimi olanaksızdır. 

Bu temel hizmetler ayrıca özel sektörün üretim maliyetini önemli ölçüde düşürdüğünden ekonominin altyapı harcamalarıdır. Ölçek büyüklüğü ve doğal tekel konumları nedeniyle bu hizmetler ancak kamuca sunulabilir. Bu nedenle özelleştirmeler ile eğitim, sağlık ve toplu taşımacılık gibi hizmetlerin özel sektöre verilmesi (deregulation) Türkiye’de kaynak ayrımında kamunun etkinliğini ortadan kaldırmıştır.

Öncelikle kamu gelirlerinin ulusal gelire olan oranı yüzde 21’den Avrupa’daki sosyal devletlerinde olduğu gibi, yüzde 50’lere çıkarılması gerekir. 

ÇÖZÜM NEDİR?

Öncelikle kayıt dışılığın, yeraltı ekonomisinin, aşırı vergi teşviklerinin, vergi iadelerinin ve vergisel afların kaldırılması gerekir. Sadece Ar-Ge yatırımları ve döviz kazandırıcı etkinlikler desteklenmelidir.

Kamudaki her tür savurganlık ve yolsuzluklar önlenmeli; oy karşılığında kamuda çok sayıdaki personelin gizli işsizliği ve verimsizliğini önleyecek liyakat sistemi uygulanmalı, kamu yatırımları sosyal fayda ve maliyet kriterlerine ve önceliklere göre planlanmalı.

Almanya’nın 30 yıl boyunca başarıyla uyguladığı “genel servet vergisi” uygulanarak hem vergi gelirlerinin ulusal gelir oranı iki katına çıkarılırken savurganlıklar ve rüşvet olayları da önlenecektir. Böylece, kamu hizmetlerinin yeterli kalite ve kantitede yapılabilmesi olanağı yaratılarak özel sektörün de verimliliği artacak, gelir dağılımı iyileşecek ve enflasyon kontrol altına alınacaktır. 

Eğitim, sağlık, toplu taşıma, sosyal konut ve sosyal güvenlik hizmetleri kamuca etkin biçimde üretileceğinden yoksulluk sorunu da çözülecektir. Çünkü bu hizmetlerin aile bütçelerindeki payı yüzde 80 kadardır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları