Bir zamanlar Türkiye...

13 Temmuz 2024 Cumartesi

Ülkemizde siyasi cinayet kültürü (!?) maalesef yaygındır. Ama bu kültürün son örneği olan Sinan Ateş cinayeti öncekilerden bir noktada çok farklı bir gelişmeyle karşımıza çıktı. Bu da cinayetin işleniş şeklinden veya bu suçun işlenmesi için kullanılan örgütten değil, Sinan Ateş’in ailesi bireylerinin, “cinayetin aydınlanması” için verdikleri mücadeleden kaynaklandı.

Çoğumuzun hafızasında bu tür cinayetlerin örnekleri vardır. Ama maktullerden hiçbirinin eşi, annesi, kız kardeşi, mücadeleyi Sinan Ateş’inki kadar azimle üstlenmedi. Onlar kadar kamuoyuna hitap etmedi ve hiçbiri Ayşe Ateş gibi “bir dişi kaplan” azmiyle hedeflediklerini sıkıştırmadı. Hiçbiri kendi yakınını öldürenlerin ortaya çıkarılması için siyasi parti liderlerini tek tek dolaşmadı. Ve hiçbiri eşinin hakkını korumak için ülkenin cumhurbaşkanına çıkıp destek istemedi.

Bunu o aileler istemediği veya beceremedikleri için yapmadılar.

O dönemlerin hiçbirinde yargı, bugünkü kadar siyasi baskıya açık değildi. Eğer isteselerdi ülkenin en başındaki kişi, “Benim yapabileceğim bir şey maalesef yok. Ben de adaletin tecellisini sizin kadar istiyorum ama soruşturmayı yapan cumhuriyet savcısına ve yargılamayı yapacak olan mahkemeye -yargıca- güvenmek zorundayım” yanıtı alırlardı.

Sadece Sinan Ateş’in katlini emreden ve örgütleyen kişiler yönünden değil, ülkemizde adaletin içine düştüğü/düşürüldüğü durum açısından da çok vahim bir durumda olduğumuz, bunlardan anlaşılmıyor mu?

Yukarıda anlattıklarımla benzerlikler taşıyan bir eski cinayet hikâyesi geliyor aklıma. Ben henüz 12-13 yaşlarında bir çocuktum ama olayı çok net anımsıyorum:

Tarih 16 Ekim 1945’ti. Ankara’nın bilinen doktorlarından Neşet Naci Arzan, Anafartalar Caddesi’ndeki muayenehanesinde yedi kurşunla vurularak öldürüldü.

Cinayetin ertesi günü, Reşit Mercan isimli bir genç, cinayette kullanılan tabancayla polise teslim oldu ve “Fail benim” dedi. Tabancayı da aynı evi paylaştıkları, Robert Kolej’den arkadaşı Haşmet Orbay’dan aldığını söyledi.

Haşmet, o tarihte genelkurmay başkanı olan Orgeneral Kâzım Orbay ile Enver Paşa’nın kız kardeşi Mediha Hanım’ın oğluydu.

Yargılama Ankara’da açıldı ve bir ayda tamamlandı. Neticede Mercan 20 yıla, Haşmet ise tabancayı verdiği için 1 yıl hapse mahkûm oldu.

Ancak kamuoyunda söylentiler bitmiyordu. Çünkü cinayetin sebebi ortaya çıkarılamamıştı.

Bir de “gerçek fail Reşit Mercan değil” deniyordu.

Sonuçta verilen hüküm bozuldu ve Bolu Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeni duruşma başladı. Sonuçta Haşmet “idam” cezasına, Reşit Mercan 10 yıl hapse mahkûm oldu.

Bitmedi: Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay derhal görevinden istifa etti. Suçu üstlenmesi için Reşit Mercan’a baskı yaptığı ileri sürülen Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da 9 Temmuz 1946 gecesi evinde tabancayla intihar etti.

Bir o günlere bir de bugüne bakıyorum:

O tek parti döneminde kamu görevi yapanlar o sorumluluğun bedelini göz kırpmadan ödüyorlarmış.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Gerçek beka sorunu 31 Ağustos 2024

Günün Köşe Yazıları