Bizim suç kaç kuruş?

07 Ekim 2016 Cuma

Kendi çocuğumuzu yoksulların asla ulaşamayacağı özel okullarda okutmak için canımızı dişimize takıyoruz.
Çünkü diğerlerinin devlet okullarında artık ne kadar korkunç bir eğitim göreceğini ve geleceklerinin nasıl tehlikeye düşeceğini biliyoruz.
Özel sağlık sigortası primlerimizi ödemeyi aksatmıyoruz.
Çünkü devlet hastanelerinin kötü işlediğinden ve orada insan gibi muamele görmeyeceğimizden adımız gibi eminiz.
Yeni yapılan modern konutlarda bir daire almaya can atıyoruz.
Eski mahallelerin yok olması, ağaçların kesilmesi, yeşil alanların istila edilmesi, inşaat ekonomisine yüklenen sermayenin cebimizdeki paraya göz dikmesi umurumuzda değil.
Parayla konfor satın almayı her alanda doğal sanıyoruz;
Hassasiyetlerimizi konforumuza kurban veriyoruz.
Bu sayede hayvanları çok sevdiğiniz halde banyomuz hayvanlar üzerinde denenmiş kozmetiklerle dolu ve fotoğrafına bayıldığınız küçük beyaz kuzuyla tenceremizdeki kuzu arasında bir bağ kurasımız yok.
Tüketimi pohpohlayan sistemin beynimizi yıkamasına izin verdik vereli mutfağımız kanserojen yiyeceklerden geçilmiyor.
Soluduğumuz hava zehir içinde ama ne yapacağız, karbon salımına dertlenip araba kullanmayacak, uçağa binmeyecek miyiz?
Bu kadar enerji tüketmek evet intihar ama elektrikli aletler olmadan yaşamayı artık beceremeyiz.
Hele akıllı telefonsuz artık şuradan şuraya adım atamayız.
Geniş caddelerde, metro girişlerinde, mağaza önlerinde yerlerde dilenen küçük çocukların üzerinden hoplayarak işe gidip geliyoruz; herhalde onları evimize alacak halimiz yok.
Dibinde sokak insanlarının battaniyelere sarılıp uyuduğu bankamatiklerden para çekiyoruz; e herhalde çektiğimiz parayı onlara dağıtacak halimiz hiç yok.
İnandığımız şeylerle yaptığınız şeylerin çelişkisi çığ gibi...
Biz bu çelişkiyi rasyonelleştirmeye eğitilmişiz.
Trafik polisine rüşvet verip cezadan sıyrılma hikâyelerimizi masum bir marifet gibi bellemişiz.
Üstüne üstlük “Dünyayı bir ben mi değiştireceğim” aklıyla çocuk yetiştirmişiz.
Oğlana mavi, kıza pembe. Oğlana tabanca, kıza bebek.
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyerek sandığa gidiyoruz.
“Öteki berikinden daha mı iyiydi; bunların hepsi aynı” diye diye neyin neden daha iyi olduğunu iş işten geçtikten çok sonra görüyoruz.
Derken bir gün...
Bir kadının, kocasını arabasıyla ezip öldüren “şımarık zengin çocuğu” hakkındaki şikâyetini yüklü bir para karşılığı geri çektiği konuşulmaya başlanıyor.
“Zengin çocuğu” az bir cezayla hapisten kurtuluyor.
Ve biz dünyanın gelmiş geçmiş bütün günahlarını, katilin az cezayla kurtulmasına vesile olan o kadına yüklüyoruz.
Bizi biçimlendiren ve kendi ahlakını bize benimseten o korkunç sistemi sorgulamak nasıl işimize gelmiyorsa;
Hukuk sistemini sorgulamak da aklımıza gelmiyor.
Bir cinayetin cezasını, ölünün yakınının vicdanına, zaafına, ihtiyacına, aklına, mantığına terk eden ve asırlardır egemenlerin çıkarlarını kollayarak şekillenen hukuk sistemi üzerine düşünesimiz yok.
Bizim...
Bizi şekillendiren hiçbir şey üzerine düşünesimiz yok.
Şu durumda...
Bizim suç kaç kuruş?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları