Zamana dayanmak

11 Haziran 2023 Pazar

Tamas Schreiber, 1948 yılında Budapeşte garından Arlberg Express’e bindi, tren Macaristan’dan çıkmadan önce indi. İki gece boyunca yürüyerek Avusturya sınırını dağlardan aştı. Oradan gizlice İsviçre’ye, ardından Fransa’ya geçti. Bir tren bileti aldı ve Paris’e yine Arlberg Express’in bir başka seferiyle vardı!

Macar delikanlının, yeniden yazmaya karar verdiği yaşamında tek bir amacı vardı: Amerikalı ve gazeteci olmak. 

Babası, zorla askere alındığı İkinci Dünya Savaşı sırasında Macar Yahudilere mezar olan Rus cephesinde kaybolmuştu... Annesi, Hıristiyan olmasına karşın salt bir Yahudinin çocuğunu doğurduğu için savaş boyunca Tamas’la birlikte saklanarak sahte kimliklerle yaşamak zorunda kalmıştı. 

Beklenen barış Macarların umduğu demokrasi yerine komünizmi getirince, bağrına taş basan ana, oğlunun “özgür dünya”ya kaçmak isteğini onayladı. 

KADERİN ADI VİZE

Paris’te Amerikan vizesini bekleyen Tamas; Rus steplerinde mezarı bile bilinmeyen babasından sonra, annesini de Macaristan’da kaybetmişti.

Neye niyet, neye kısmet derler ya, Tamas da Amerikalıların bir türlü vermediği vizeyi beklerken kaldırımlarını eskittiği Paris’e âşık oldu, önce. Sonra siyasal bilgiler okudu, Fransız yurttaşlığıyla birlikte Thomas adını aldı ve gazeteci sıfatını kazandı.  

Yeni kimliğiyle Thomas Schreiber, Macaristan’da bir şeyler olacağını seziyordu. 1956 yılında tutuklanma tehlikesini göze alarak stajyer gazeteci kimliğiyle Budapeşte’ye döndü. 

Sezgisi yanıltmamıştı. İki hafta boyunca röportaj yaptığı kişiler, bir ay sonra patlayan halk ayaklanmasının kahramanları oldular.

MACAR AYAKLANMASI

Stajyer Thomas’ın L’Express dergisinde yayımlanan röportajları gündemi değiştirmekle kalmadı, yaptığı analiz çok geçmeden doğrulandı: Macaristan’daki ayaklanmanın Polonya’dakinden çok daha kapsamlı olacağını ve Rusya’nın olası bir müdahalesinin çok daha vahim sonuçlara yol açacağını öngörmüştü. 

Kızıl Ordu’nun nitekim kan ve ateşle bastırdığı Macar ayaklanması, dünya kamuoyu derinden sarstı. Düşünün ki Türkiye’de, benim babam bile gözleri yaşararak anlatırdı “kahraman” Macarların uğradığı kıyımı.

Başta Macarlar, pek çok ülkede insanların Sovyet Rusya’ya beslediği kin ve komünizm düşmanlığı; bu isyana karşı kullanılan şiddetin yarattığı dehşetle başlamıştır demek, sanırım yanlış olmaz. 

Macar halkı 23 Ekim 1956’da ayaklandığında, Thomas Schreiber tekrar Budapeşte’ye gönderildi. Zaten dünya medyaları da olay yerine gazeteci yığıyordu. 

MUHABİRİN ÖLÜMÜ

Bunlardan biri, Paris Match dergisi foto muhabiri Jean Pierre Pedrazzini, silahlı halkın Komünist Parti binasına saldırısını görüntülerken kamerasını roketatar sanan bir isyancı tarafından makineli tüfekle tarandı. Thomas, ağır yaralı meslektaşının Paris’e tahliyesini sağlamak için seferber oldu. Başardı da. 29 yaşındaki Pedrazzini, sadece bir ay yaşacaktı ama Paris’te bir yıl önce evlendiği eşinin kollarında ölebildi.

Kanla bastırılan ayaklanma bitince “seçtiği” yurduna dönen Thomas Schreiber, çok geçmeden Le Monde gazetesinin dış politika yazarları arasına katıldı. Salt Fransa’da değil, tüm dünyada en saygın Doğu Avrupa uzmanlarından biri olarak isim yaptı, dokuz kitap yazdı. 

ZULMÜ GÖREN VE GÖMEN KUŞAK

Ömrümün otuz yılını geçirdiğim Avrupa’da birlikte çalışmaktan gurur duyduğum çok sayıda gazeteci dost edindim. Bazıları anam, babam yaşında oldukları için şanslıydım. Çünkü öğrendiklerimin çoğunu ve gerek yaşama gerekse mesleğe ilişkin -elbette göreceli- bakış açımı, yaşıtlarıma değil, onlara  borçluyum. 

En sevdiğim öğretmenlerimden Thomas Schreiber, 2015 yılında sonsuzluğa uğurlandığında, 86 yaşındaydı. Ne mutlu ona ki babasını elinden, anasını yanından alan ve kendisini yurdundan kaçmak zorunda bırakan zulüm rejiminin düştüğünü de görmüştü.

Sizlere iki haftadır dünyada saygınlık kazanmış gazeteci büyüklerimden söz etmemin bir nedeni var: Bu insanlar Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımı üstüne doğmuş, İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış, faşizmi de komünizmi de görmüş ve ikisini de gömmüş kuşaktı! 

KALAN SAĞLAR BİZDENDİR

Açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu tatmışlar; acının, kederin dibine vurmuşlar, kimisi ailesini yitirmiş, yurdunu terk etmişti. Yine de ayakta kaldılar, tüm zorlukları yendiler, çok başarılı oldular ve uzun ömürler yaşadılar. 

Türkiye’nin kullukla yurttaşlık arasında artık bir daha birleşemeyecek kadar ayrıştığı ve bir kez daha yenilen yurttaşların çok acı çektiği bugünlerde, unutmamamızda yarar var: 

Büyük felaketlerde insan kaybının sayısı ne kadar büyük olursa olsun, kurtulanların sayısı daima çok daha fazladır. Yüz binlerin öldüğü depremlerden milyonlar; milyonların öldüğü savaşlardan, milyarlar sağ çıkar. 

Ve bu felaketlerden kalan sağlar, tahminlerin ötesinde dayanıklı olurlar.

Her zulmün bir sonu vardır. Yeter ki zamana dayanalım!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları