Utanmalı Adalet, Oturmalı Kalkınma!

23 Mart 2014 Pazar

2002 yılı başında Türkiye, Türk Ceza Kanunu’nda yine bir reform rüzgârıyla dalgalanıyor ve gak dedi mi 159’uncu maddeden, guk dedi mi 312’nci maddeden “hapis cezası” istemiyle yargılanan biz gazeteciler, ifade özgürlüğünü boğan bu çağdışı ve demokrasi düşmanı maddelerin değiştirilmesi için mücadele ediyorduk.
Bazı gazetecilerin sırtında, yüzlerce dava vardı. Kendimden bir örnek vermek gerekirse, zamanın Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün; bir yıl önceki marifeti, meşum “Hayata Dönüş” operasyonlarını eleştirdiğim yazılarım için ikisini kendi adına asliyede, dördünü de bakanlığı adına ağır cezada açtırdığı toplam 6 davada hem 159’uncu maddeden hapis, hem de tazminat cezasıyla yargılanıyordum!
Adalete böyle bakan Hikmet Sami Türk, ifade özgürlüğünü hapis cezasıyla budayan 159 ve 312’yi de “AB ülkelerinde de denkleri var” diye savunuyordu. Bu sonradan AKP hükümetlerinin de hukuksuz hukuk düzenlemelerini yutturmak için sık sık başvuracağı bir yöntem olup, “Nasılsa bizim memlekette AB’de ne var bilmezler, salla gitsin!” savına dayalı bir “işkembei kübra” atışıydı.

***

Blöfü gördüm...
AB idare hukukunun mimarı, Avrupa Temel Haklar Şartı’nı hazırlayan konseyin başkanı ve tam o sırada Brüksel’de “Temel Hakları Koruma Ajansı”nın başkanlığına getirilen Hukuk Profesörü Guy Braibant’la, Radikal gazetesinde 7 Şubat 2002’de tam sayfa yayımlanan bir röportaj yaptım. Prof. Braibant, söz konusu maddelerin AB’de dengi olmadığını kanıtlamakla yetinmeyip, ifade özgürlüğü konusunda çok önemli saptamalar yapıyordu: “Küfür ve mesnetsiz aşağılayıcı sözcükler kullanılmayan en ağır eleştiri bile, tahkir ve tezyif sayılamaz” diyordu. “Eğer yalan beyanda bulunursanız iftiradan yargılanmanız gerekir ki, böyle bir yargılamada da söylediklerinizin doğruluğunu kanıtlamak hakkınız vardır!” Prof. Braibant’a göre, TCK’nin kimi maddeleri, 19. yüzyıl hukuk dilini kullanıyordu.
AKP iktidarının AB ile fört sürecinde, bizler bir ara “ifade özgürlüğü” mücadelesini kazandığımızı sandık. 26 Haziran 2004’te yürürlüğe giren 5187 sayılı Basın Yasası’yla güya iletişim özgürleşiyor, hapis cezası güya kaldırılıyordu!

***

Ama AKP’nin attığı bu “demokratik adım”, bugün gelip dayandığımız “ileri demokrasi”nin ucuymuş meğerse... Erdoğan hükümeti, basın ve ifade özgürlüğünü gemleyen hapis cezalarını, 1 Nisan 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK’nin çeşitli maddelerine dağıtıp, kat be kat ağırlaştırarak uygulamaya koydu! Zaten 2005’ten öteye epeyce muhalif gazeteciyi de böyle içeri tıktı.
Oysa TCK’nin 159. ve 312. maddeleriyle mücadele ederken biz, Türkiye’de fikri hür, vicdanı hür ve demokrat savcılar, yargıçlar vardı. Adalet Bakanlığı ve CHP’li Adalet Bakanı’nın açtığı 6 davadan o savcılar beraatimi istedi, o yargıçlar beraatimi verdiler. Başka bir deyişle, Türkiye’de hükümetin üstünde hukuk vardı ve Türk yargısı, bağımsızdı!
Ama bugün, ne hukukun üstünlüğü kaldı, ne yargının bağımsızlığı... Her şey gözünüzün önünde olup bitti zaten, söze gerek var mı?
Peki bu yazıyı niçin yazdım?
25 Mart Salı günü saat 9.50’de, Kartal Adliyesi 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde Adnan Oktar ya da Harun Yahya namlı muteber ve mümtaz şahsiyetin, aleyhime açtığı davada 1 yıldan 2 yıl 4 aya kadar hapis cezasıyla yargılanıyorum.
Örtün, adalet. Örtün ki ölünden utanmasın, öldürenlerin...  

G NOKTASI
30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri ile imzalanan Mondros Mütarekesi’nden dönüşte, Osmanlı heyeti başkanı Rauf (Orbay) Bey gazetecilere demeç veriyordu: “Yaptığımız mütareke umduğumuzun üstündedir. Devletin bağımsızlığı, saltanatın hukuku, milletin onuru tümüyle kurtarılmıştır.” 
6 Kasım’da İzmir’e demir atan İngilizlerden sonra, 13 Kasım’da İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan savaş gemilerinden oluşan İtilaf Devletleri armadası İstanbul’a çıkarma yaptı. 
Mütarekenin gereği yapılıyordu. 
Enver, Talat ve Cemal Paşalar kaçmış, İttihak ve Terakki arazi olmuş, hükümet yok, devlet çökmüştü. 
28 Kasım 1918 günü İstanbul’a gelen Kâzım Karabekir’le dertleşen İsmet (İnönü) Bey: “Gördün mü Kâzım, her şey mahvoldu, vaktiyle gördüğün gibi sürüklediler ve bitirdiler” dedi ve devam etti: “Derdin ki; batıracaklar ve hayatımızla biz didişeceğiz. Fakat benim hiç ümidim kalmadı. Ben kararımı sana söyleyeyim mi Kâzım? Köylü olalım, askerlikten istifa edelim.. Senin kaç liran var? Birleşelim, Kâzım Ağa, İsmet Ağa olalım, hayatımızı çiftçilikle sürükleyelim...” 
İsmet Bey’in bu sözlerinden sadece 6 ay, tam olarak 19 Mayıs 1919’dan sonra olanları biliyorsunuz. 
Umutsuzluğa kapılmayın. 
Tarihte attan, eşekten, koltuktan düşerek yerini boşaltan pek çok muktedir var. 
Ama burası mucizeler toprağı. 
Kuştan düşerek tepetaklak olan hiç yoktu, bugün var.  

“Güçsüz adalet ve adaletsiz güç. İşte facia, işte felaket.”
JOSEPH JOUBERT



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları