Feridun Andaç

Bir başka yerde, zamanda...

11 Temmuz 2023 Salı

Okuduğum romandan bir sözü alıp taşıyorum kendi yazı zamanıma:

Derin suların kayıkları derin olur. Sığ kayıklar yakın adalar içindir.1

Çok uzak değil, pencereyi açınca dağı görüyorum. Aramızdaki mesafede Van Gogh renkleriyle bezeli bir tarla var. Bunun bitiminde sığla ormanı, ötesi sıradağlar...

Gökyüzünü seyrediyorum buradan.

Uzağı yakın eden nedir, bunu düşünüyorum.

Gelince buraya, bunu daha çok düşünür oldum. Amacım bir yerli olmak değil, “Buralı mısın” demelerine aldırmasam da suskun kalamıyorum öylesi sorgulayıcı sözlere.

İnsan yaşadığı yerlidir...

Bilip öğrendiğim bir şeydir. Gene de kuşların hayatına dönünce yeni şeyler öğrendiğimi, bir yerli olmanın ne anlama gelebileceğini yeniden düşündüğümü söylemeliyim.

Bahçenin uğraşanı, gözlemcisi kesilince eşelenen toprağın solucansız olmasına anlam veremiyorum. Her bahçe toprağında solucan olmalı bilgisini nereden öğrendiğime gelince çocukluktan demeliyim.

Babamın kurduğu bahçe, “çocukluk cenneti”mizin hiç solmayacağını sandığımız güzelliğiydi. Hayata, doğaya dair çoğu şeyi orada öğrendik diyebilirim. Arıcı Bünyamin amcamın babama da aşıladığı bu güzel uğraş ise bizim bahçedeki şenliğimizdi.

Eğer çocuk yaşta arıların dünyasını keşfettiyseniz onlara ilginiz ömür boyu sürer.

Bazı tutkuların, uğraşların aşılanabilirliğini düşünürüm.

Yıllar sonra, bir bahçe kurmaya kendimi verdiğimde arılara yüzümü döndüğümü de söylemeliyim.

Bir bahçeniz varsa eğer, hele de börtü böceğin, çiçeğin ağacın yurdundaysanız orayı arısız düşünemezsiniz!

Beni tam da bu dönemeçte karşılayan Thor Hanson’un “Arıların Bildikleri ve Dünyamızdaki Yaşam İçin Önemleri” kitabı2 arılara dair hissettiğim, bildiğim her şeyi yeniden düşünmeme neden oldu. Hele duvarcı arılar, karakovan arılarıyla ilgili dinlediğim hikâyeleri hatırladıkça...

Arıların ne menem canlı olduklarından söz eden İbrahim dedem, bal sağımı mevsiminde arıların hünerlerini anlata anlata bitiremezdi. O mevsim bizim şenliğimizdi. Onun arı yetiştiriciliğindeki hüneri; özeni yörede dillere destandı.

Bahçesindeki ıhlamur, ayçiçeği, güller, badem ağaçları onun arılara dair bildiklerini de anlatıyordu biraz. Fiğ ve yonca tarlasının hemen arı bahçesinin yanı başında olması ise arıların en çok nelere gereksinim duyduğunun göstergesiydi. Balarısı yetiştiriciliğinin ne denli zahmetli ama o kadar da keyifli bir uğraş olduğunu ben orada öğrendim.

O gün bugün arılardan söz eden her bir şey ilgi odağımdadır. Bahçe kurmaya karar verdiğimizde ilk aklıma düşen arıcılık yapmak oldu! İnsanların yediği her üç lokmadan birini arıların temin ettiği düşüncesini yabana atmamak gerekir.

Arıların dünyasına adım attığınızda, onların koloni halinde yaşamalarını gözlemlediğinizde ilk yaptığınız şeylerden biri de çevrenize bakmak, yörenizin keşfidir demeliyim. Nerede ne yetişiyor, hangi ağaçlar, çiçekler var, bitki örtüsü nasıl, bunlara bakıyorsunuz.

Doğa her yönüyle alarm veriyor. Bilmem farkında mıyız bunun? Asit yağmurlarının zeytinleri, üzüm bağlarını zarara uğrattığını anlatan yöre köylüleriyle konuşurken bir şeyi daha öğreniyorum: arıların polen topladıkları çiçeklerin de bundan zarar gördüğü, toplu arı ölümlerine rastlandığı...

İnsan insanın kurdudur, derler. Doğanın kurdu da insan!

Michel Serres şunu diyordu:

Şimdiye kadar dünyayı yönetme biçimimiz düşmanlıktan geçiyordu, aynı şekilde tarihin zamanının motoru da kavgaydı. Ufukta topyekûn bir değişiklik var: Bizim değişmemiz.3

Teknoloji, insanlığın doğayı kurban kılmasını hızlandırıyor. Bu, öylesi bir salgın ki doğanın her zerresi bundan payını alıyor. Bununla yaratılan şiddet yağmayı getiriyor. Soframızdaki tuzun tadı, ekmeğin rengi değişiyor. Yiyip içtiklerimiz yavanlaşıyor. 

Dağ köylerinden Köyceğiz pazarına bahçe ürünlerini taşıyan köylüler ürün azlığından, bazılarınınsa eciş bücüş halinden utana sıkıla söz ederken, “Düzensiz yağmurlar belimizi büktü” diyebiliyorlardı ancak.

Yaşar Kemal’in dilinden düşürmediği bir Karacaoğlan türküsü vardı:

Arılar da konmaz oldu pürene

Şükür olsun bu sevdayı verene

Sabahtan kalkıp da dostu görene

Dostun saçı çığ örülü tel olur

Türkiye’nin tarımının ormanlara bağlı olduğunu anlatıp durdu Yaşar Kemal. Toprak ve su sorununun ülkenin can alıcı bir meselesi olduğunu neredeyse her yazısında, anlatısında dillendirdi.

Anadolu’yu bugün adım adım gezip gözlediğinizde, Yaşar Kemal’in 1972’deki tespitinin bugün de halen geçerli olduğunu söyleyebilirim:

Bütün hastalık makineyle birlikte doğanın bir sınıf insanının elinde olması ve makineyi ve insanı, ve doğayı bu sınıfın istediği gibi sorumsuzca kullanmasıdır.” (“Ağacın Çürüğü”) 

İnsanlığın doğayla savaşımı sürüyor. Yabanıl alanların ise giderek daralması her türlü çevre tehdidini yaratıyor. “Herkesin herkesle savaşı” durumudur adeta yaşanan. Bahçesindeki zeytin, incir ağacında bunun sonucunu gören insan için ne tür bir uyarıcı bilinç gerek? Varın bunu da siz düşünün sevgili okurum.


  1. Audrey Magee, Koloni, Çev. Niran Elçi, Delidolu Yayınları, 2023, s.335. 
  2. Thor Hanson, Arıların Bildikleri, Çev. Kemal Güleç, Metis Yayıncılık, 2020, s.292.
  3. Michel Serres, Doğayla Sözleşme, Çev. Turhan Ilgaz, YKY, 1994, s.143.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları