‘Iyi ki kemanım varmış’

12 Ağustos 2015 Çarşamba

‘Genç’ komşum, kemancı Alim Almat, nice karabasandan müzisyenliği sayesinde kurtulmuş

Yazın gece yarılarına dek bitişik bloktaki balkondan davudî bir ses yükselir: Genellikle Brahms’ın senfonilerinden, Mozart’ın keman konçertolarından bölümleri mırıldanır. Gün içinde onun penceresinden de sürekli klasik müzik duyarız. Bu ilginç komşum sıradan bir müziksever değil, 98 yaşındaki kemancı Alim Almat. İstanbul’da müziğin tarihine imzasını atmış; Cemal Reşit Rey’in ilk yaylı sazlar orkestrasından İstanbul Devlet Senfoni’ye kadar, Semih Argeşo’nun “7 Keman”ında, Hamit Alacalıoğlu’nun Oda Orkestrası’nda yer almış. 1950’den başlayarak emekli olana dek İstanbul Şehir Orkestrası ve İDSO’da ikinci kemanların başındaymış. Yaşamöyküsü filme çekilse, soluğumuzu tutarak izleriz.
“1917’de Kazakistan’ın Aktobe ilinde doğdum. Üç yaşımda babam öldü. Biz üç kardeşi annem büyüttü. Taşkent’te müzik eğitimi aldım.1939’da Alma- Ata müzik okulunun keman bölümünden mezun olunca askere çağrıldım. Tek varlığım kemanımdı. Ama onu da Almanlar elimden aldılar.”
Bundan sonra inanılmaz serüveni başlıyor: Yük vagonlarında meçhul yönlere yolculuklar, tifüs gibi ölümcül hastalıklar, bombardımanlar altında, esir kamplarında açlık... Öte yanda nice karabasandan da müzisyenliği sayesinde kurtulmuş. Örneğin,1943’te Almanlara yakalanınca, “Ben asker değilim, kemancıyım” dediğini duyan bir albay meğer piyano çalarmış, ona bir keman bulmuş birlikte müzik yapmaya başlamışlar, onu Berlin’de Devlet Müzik Akademisi’ne yerleştirmiş, “Vatansız” pasaportuyla 150 Mark maaş bağlatmış. Bir yıl sonra Berlin’deki bombardımandan kaçıp, Viyana’da Devlet Müzik Akademisi’ne hademelerin yanında bir odaya sığınmış. Bir süre orada eğitim görmüş ama Rusların korkusuyla 1945’te yine Almanya’ya kaçmış, Baden Baden’da Güneybatı Alman Radyosu Senfoni Orkestrası’nın 1. kemanlarına katılmış. Burada zamanın en ünlü şeflerinin yönetiminde çalmış, çağın en büyük solistlerine eşlik etmiş. Örneğin efsane şef Celebidache’yi anlatıyor: “Önce jimnastik dersi gibi eğitirdi orkestrayı, sonra ifadeye güç katardı”. Lessing’i de önce orada tanımış, yıllar sonra tekrar Türkiye’de onunla çalmış. “İyi şef her bestecinin üslûbunu bilir”, diyor.
Savaş bitince Paris’e gitmiş. Kazakistan Cumhurbaşkanı’nın hanımı onu evine almış, Paris Konservatuvarı’nda okutmuş. 1950’de İstanbul’a gelmiş. Paris Türk Büyükelçisinin yazdığı mektupla Cemal Reşit Rey’e başvurmuş. Hemen orkestranın 2. kemanlarının birinci rahlesinde kendisine yer verilmiş. Lale Oraloğlu’nun kardeşi İdil Hanımla evlenmiş, oğlu Töre’den iki torunu olmuş.
Şimdi komşum Alim Almat’ı yaşam boyu ölümlerden kurtaran müziğine nasıl sarıldığını gözlemliyorum. Hâlâ genç solistleri izliyor, Vengerov’a hayran. Dün gece de Çaykovski’nin Yevgeni Onyegin operasından bir arya söylüyordu...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları