Yaşamla kumar oynamak ve diğer saçmalıklar

02 Mart 2020 Pazartesi

Havadan korunamayan bir alana askeri karadan sokmak, yaşamla kumar oynamaktır! O kumarda 34 canı kaybettiniz. Ancak masadan kalkamıyorsunuz, hırsınızın tutsağı olmuşsunuz; iradeniz sıfırlanmış. O hava sahasını kontrol edenlerin savaş gemileri Boğaz’dan serbestçe geçiyor, elinizden seyretmekten başka bir şey gelmiyor. 

Akla yakın ama yanlış

Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya, Doğu Akdeniz’e dış politikası tam bir fiyaskodur. Gelmeye başlayan şehit cenazelerinin, ekonomik çöküşün sorumlusu bu dış politikadır. İlk anda akla yakın gelen bu saptama, aslında önemli bir gerçeğin üzerini örtüyor: Söz konusu patolojik dış politika Türkiye’nin değildir; AKP’de temsil edilen siyasal İslamın fantezilerine aittir.

“Türkiye”, belli bir coğrafya üzerindeki ekonomik, kültürel boyutlarıyla çok sayıda çıkarın çelişkili ve karmaşık bir toplumsal yapısının adıdır. “Türkiye” diye bir aktör yoktur. Gerçek aktör, Türkiye’deki devlette ifadesini bulan siyasi iktidarın temsilcileridir. Öyleyse, “şehitler” Türkiye’nin çocuklarıdır, ama sorumluluk onları ateşin içine atan “aktöre”, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın devletini yönetenlere aittir. 

Şimdi Türkiye’nin “çıkarlarını” savunmak için, “biz” diye başlayan açıklamalarla ortak bir tutum, “milli birlik” aramak, AKP rejimini desteklemekten başka bir anlam taşımaz; yurtseverlikle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.

Türkiye’nin” diye söze başlayan söylem, aslında uluslararası ilişkiler teorileri alanında “Realizm” olarak bilinen akımın mirasıdır. Bu akım ekonomiyle politikayı birbirinden ayırır, ülkelerin içindeki toplumsal dinamiklerini, çıkar çatışmalarını yok sayarak uluslararası alanda aktör olarak yalnızca devletleri görür.  

Bu nedenle, doğrudan bir “ülke çıkarından” ve “devletin politikasından” söz eden “Realizm”, ülke içindeki iktidar ilişkilerini göz ardı eder, sık sık ve değişik şiddette “realitenin duvarına” çarpar; savunucularını da kimi zaman ummadıkları noktalarda, düşmanıyla işbirliği yapmaya, ahlaktan taviz vermeye iter. Söz konusu olan devletler arası ilişkiler olduğundan realitenin duvarına her çarpışın mutlaka ağır bir insani ve ekonomik faturası olacaktır.

AKP rejiminin fantezileri

Diğer taraftan, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarının dış politikası “Realist” bile değildir. Asgari bir “Realist” yaklaşım, bir adım atmadan önce en azından dış politika hesaplarının kapsadığı alandaki devletler arası güç dengelerini dikkate alır, bunları kendi güçleriyle karşılaştırır. 

Eğer AKP liderliği en azından, “Realizmin” penceresinden bakmayı başarabilseydi, Suriye’nin, İran ve Rusya devletlerini içeren jeopolitiğinin, büyük güçler arası rekabetin Suriye’den geçen fay hattının, Türkiye ekonomisinin finansal kaynak ve enerji tedariki alanlarındaki bağımlılıklarının ayırdına varır, Sünni-Şii, Rusya-Batı ikileminden kaynaklanan bir iç savaşa bulaşmaktan kaçınırdı. 

Toplumsal ve tarihi dinamiklerin gerçeğine yabancı bir “Stratejik Derinlik” teziyle (Suriye’de Sünni devlet fantezisi), “ne olursa olsun mutlaka başkanlık” rejimi gibi totaliter bir saplantının birlikte ürettiği fantastik bir süreç, ülkeyi “İdlib şehitleri” noktasına getirdi. Bu iflas, bu iktidarın beceriksiz ellerinde, çok daha acı olaylara yol açabilir. 

İdlib’deki çatışmalar nereye kadar tırmanacaktır? Suriye’deki sürdürülemez durum, Libya’da kendini nasıl gösterecektir? Suriye ve Libya fiyaskoları, Doğu Akdeniz jeopolitiğinde ne gibi sonuçlar yaratacaktır? Tüm bunların mali faturasının ekonomiyi, manevi sarsıntılarının toplumun dokusunu çözmesi nasıl engellenecektir? Sınırdan içeri giren cihatçı militanları kim, nasıl denetleyecektir? Siyasal İslamın, bunları ülke içinde, kendi rejimini korumak için kullanmasını kim engelleyecektir?

Hazin olan şu ki muhalefetin de realite ile ilişkisi AKP’ninkinden daha iyi değildir. CHP lideri, “Kısa bir sürede iktidara geliyoruz” diyor. Siyasal İslamın, bürokrasi, güvenlik güçleri, MİT, ordu, milli eğitim, Diyanet, camiler ve vakıflar, medya içindeki gücüne rağmen, acaba “nereye” gelmeyi planlıyor? Yoksa çoktan solmuş, rosa mudable’a (değişken/güvenilmez gül-Lorca) sarılmaya çalışmak bir, “her şey değişirken aynı kalsın” projesi midir?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları