Aydın Engin

Davutoğlu’nun Sakalı ve Bıyığı

10 Eylül 2014 Çarşamba

Herhalde farkındasınız, epeydir uykuya yatmış gibi görünen NATO birden hareketleniverdi. Önce Cardiff’te üye ülke liderlerini bir araya getirdi; ardından esas patron ABD’nin siyasetçileri kolları sıvadı, üye ülkelerin kapılarını çalmaya başladı.
Hareketlenmenin iki ayağı var: Biri Ukrayna, öteki IŞİD.
Biz bu yazıda kendi bulunduğumuz bölgede kalalım.
ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel Ankara’da. Başbakan Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Özel ve son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Arada MİT Başkanı Fidan ile de özel olarak görüştüğü söyleniyor, ama bu bilgiyi kesinleştiremedim.
Görüşmelerden sonra alışılagelen resmi ve sade suya tirit açıklamalar yapıldı. Yine de Ankara’nın deneyimli gazetecileri satır aralarından bazı sonuçlar çıkarıyor. O meslektaşlarıma göre ABD IŞİD’le kara harekâtı olmaksızın baş edilemeyeceği tespitinden yola çıkarak ABD ve öteki NATO üyelerinin Türkiye’nin sadece sınır kontrolü ile yetinmek ve istihbarat alışverişi yapmakla sınırlı tutmaya çalıştığı “katılımı” genişletmeye çalışıyorlar. Ankara buna ne dedi, ne kadar direnecek bilemiyoruz.
Peki, sorun sadece IŞİD’e karşı bir askeri harekâtla sınırlı kalabilir mi?
Başka türlü soralım: IŞİD’i askeri olarak yenmek sorunu çözer mi?
Kaynayan Suriye’nin, Sünnileri iktidar dışı bıraktığı için kan göllerinden kurtulamayan ve sonunda IŞİD’i doğuran Irak’ın, “özerk bölge” konumundan “ulus-devlet”e sıçramaya çabalayan, hatta hazırlanan Irak Kürdistanı’nın içinde ve iç içe olduğu bir bölgeden söz ediyoruz. Sadece cihatçı çetelere karşı yürütülecek bir askeri operasyonun sınırlarını çok çok aşacak bir düğüm var ve bu düğümün çözümü o bölgede sınırların yeniden çizilmesine yol açabilecek kadar karmaşık.
Ve Türkiye’nin bu bölge ile sınırı tam 1208 kilometre...

***

Gelin ilk bakışta sorunla pek ilgisi yokmuş gibi görünen bir başka gelişmeye bakalım: Çözüm süreci.
Çiçeği burnunda hükümetin programından aktarıyorum:
…... Çözüm süreci, bölünmenin değil birleşmenin, küçülmenin değil büyümenin, parçalanmanın değil, bütünleşmenin ve kalıcı bir bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı konumundadır.
Bu masum görünen cümleden cımbızlıyorum: “…küçülmenin değil büyümenin”.
Ne demek bu?
HDP – Kandil – İmralı çizgisinin bir “Kürt ulus-devleti” hedefini reddettiği, “Demokratik konfederasyon” adıyla, kimilerince “ütopik” olarak nitelenen bir hedefi önüne koyduğu biliniyor. Bunu defalarca tekrarladılar. Vazgeçtiklerine ilişkin herhangi bir gelişme de yok.
Buna karşılık Başbakan Davutoğlu’nun daha Dışişleri Bakanlığı döneminde Türkiye’nin Ortadoğu siyasetine damgasını vuran ve fena halde çuvalladığı artık en hızlı savunucuları tarafından bile reddedilemeyen, eski Osmanlı toprakları üstünde “büyük ağabey” rolü oynama hayallerini terk ettiğine ilişkin bir belirti yok. Dahası bir yandan Türkiye’de Kürt siyasal hareketi ile “Barış Süreci” için görüşürken bir yandan da Barzani yönetimi ile sıkı bir flört dönemine girdiği de biliniyor.
Her şeyin kapalı kapılar ardında yürüdüğü şu hareketli günlerde daha derin bir analiz galiba mümkün değil.
Ama bölgede sınırların yeniden çizilmesine yol açabilecek bir hareketlilik yaşanırken “Küçülme değil büyüme” gibi ne anlama geldiği pek anlaşılmayan, ama kaygı duyulacak bir bulanık hedeften söz edilmekte.
Üstelik bu, çözüm sürecinde sona yaklaşıldığının her iki tarafça ilan edildiği, yol haritalarının açıklanacağı günlerde, çözüm sürecine bağlı bir hedef olarak tanımlanıyor.
Türkiye’yi yeni bir Suriye ve Irak serüvenine sürükleyebilecek belirtiler var ve bunlar kaygı verici.
Ben de zaten sadece kaygımı belirtmek için yazdım...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları