'Bile Bile Lades'ti

08 Şubat 2013 Cuma

Dünkü yazım üzerine bir okurum aradı ve kuşkularını dile getirdi:
- Muhaliflerin gördüğü gerçeği, devlet tecrübesi olan Başbakan nasıl görmedi ki?
Uyarı kibarca,
“Ne yani gerçeği yalnız siz mi görüyorsunuz, koskoca devletin bütün bilgileri, Dışişleri bürokratlarının deneyimleri elinin altında olan Başbakan sizin gördüğünüzü nasıl görmez, işin içinde başka bir şey olmalı” anlamını taşıyordu.
Soru ilk bakışta haklıydı. Cin gibi zeki olan ve politikayı çok iyi bildiğini on yıllık icraatıyla kanıtlamış olan
Tayyip Bey için, herhangi bir konuda “farkında değil” demek imkânsızdı. O bakımdan çıkış haklı gibi görünebilirdi.
Kendisine bu hususları anlattım ve ekledim ki çıkışı, bir noktanın iyi bilinmemesinden kaynaklanıyordu.
O da şuydu:
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, AB’nin Türkiye’yi almayacağını ve 17 Aralık 2004’te imzaladığı metnin bu anlama geldiğini biliyordu.
Ardından da 2004 yılında Brüksel görüşmeleri ertesinde yazdığım yazılarda bu gerçeği vurguladığımı, aynı zamanda o sırada CHP milletvekili olan
Şükrü Elekdağ’ın bu hususları birçok TV konuşmasında birçok kez dile getirdiğini de hatırlattım.

\n

***

\n

Sonra okurumla aramızda telefonda şu konuşma geçti:
- Tayyip Bey bu gerçeği biliyordu da o belgeyi neden imzaladı?
- Çünkü o belge Tayyip Bey’in istediğinin tümünü veriyordu.
- Nasıl olur?
- Şöyle olur ki, Tayyip Erdoğan’ın zaten AB’ye girmek diye bir kaygısı yoktu. O yalnızca müzakere takvimi almak istiyordu.
- Böyle bir davranış ona ne yarar sağlayabilir ki?
- Sağlayabilir, çünkü Tayyip Bey üyelik müzakereleriyle Türkiye’yi Avrupa’ya sokan
“devlet adamı” görüntüsü vermek istiyordu. O sırada, ihtiyaç duyduğu bu görüntüyü de yarattı.
Sonra da ekledim:
- AB de, Türkiye de müzakerenin sonuç vermeyeceğini bilmekteydiler ve ikisi de buna razıydılar.
- Hadi Erdoğan’ın hesabını anladık, peki bu oyundan AB’nin hesabı ne ola ki?
- AB’nin hesabı da basit. O da Türkiye’yi içine almadan kendine bağlı tutmak istiyordu.
Bilmiyorum kendisini ne kadar ikna edebildim.
Ama şurası kesindi ki tarihin en büyük aldatmacalarından biri oynanmıştı. Ve bunda en büyük pay, başrollerdeki Erdoğan ile AB’de değil, bizdeki medyadaydı.

\n

***

\n

Şimdi bu duruma bakıp da “Avrupa bizi aldattı” diye kızmanın anlamı yok. Çünkü onlar her şeyi açıkça söyleyip yazdılar, hatta “Sizin üyeliğinizi ülkemizde referanduma sunarız” bile dediler.
Avrupa’yı Türkiye’yi içine almamakta direndiği için suçlamaya da hakkımız yok.
“75 milyonu aşan yarı cahil nüfusuyla, gittikçe kronikleşen Kürt sorunuyla, bütün komşularıyla ihtilaflı dış politikasıyla, bir türlü oturmayan demokrasisiyle, insan hakları ihlallerinde direnişiyle, hapishanelerini dolduran gazetecileri, öğrencileri ve aydınlarıyla Türkiye’nin, AB’de tam üye olarak ne işi var?” sorusuyla karşılaşan izan sahibi bir Türk vatandaşı acaba verecek ne cevap bulabilir dersiniz?
Herhalde bunun yanıtı şu olmayacaktır:
- Siz bizi almadığınız için böyle oldu. Alsaydınız demokrasimiz daha sağlam olurdu.
Avrupa’nın bizdeki demokrasiyi geliştirmek gibi yükümlülüğü de yoktur, demokrasimizi geliştirmeden bizi üyeliğe kabul gibi bir zorunluluğu da...
Ve Avrupa’ya girersek, demokrasimizi geliştirebiliriz yanılgısından vazgeçelim. Çünkü bu, arabayı atın önüne koymak demek. Asıl demokrasimizi geliştirirsek Avrupa’ya girebiliriz.
Hoş şu sırada, ne girmek ne de almak isteyen olduğuna göre, bu tartışmanın da pek anlamı kalmıyor.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları