Adnan Binyazar

Hişt, Hişt!

26 Ağustos 2022 Cuma

Yetmiş yıl öncesinin duyarlıklı gençleri yazın dünyasına Sait Faik’in öyküleriyle girmiştir. Ondaki anlatım yalınlığı, bir anda oluşuveren abartıdan uzak betimlemeler, deniz adamlarından kahraman yaratan gerçekçi bakış, gençleri şiirde, öyküde, romanda sanatsallığın dünyasına çağırıyordu. 

Öyküleri öylesine etkileyiciydi ki Yaşar Nabi Nayır’ın yazında çağdaş gelişmeleri aktaran dergisi Varlık’ın kapağını açanlar, önce Sait Faik’in adını arıyordu. O yıllarda öykülerini tutkuyla okuyan bir Köy Enstitüsü öğrencisiydim.   

OKUMA TUTKUSU

O günlerin üzerinden 70 yıl geçti. Shakespeare’in, Macbeth’te dile getirdiği gibi, “Ömrüm güze erişti, sararmış yapraklara döndü”ğü bu yaşımda bile, onun Romeo ve Juliet, Othello, Kral Lear, adlı oyunlarını okumadan geçemem. Sait Faik’in “Dülger Balığının Ölümü”, “Haritada Bir Nokta”, “Hişt, Hişt!” öyküleri de onların atasındadır. 

İnternette bir konunun ayrıntılarını ararken karşıma onun “Hişt, Hişt!” öyküsü çıktı. Bir anda çocukluğuma döndüm, kendimi ağaçlarda ötüşen kuş sesleri arasında buldum. Sesimi onların sesine uydurarak dakikalarca onlara “Hişt, Hişt!” diye seslendim.

OKUMANIN YAŞI 

Cervantes’in Don Quijote’unun gençlikte, yetişkinlikte, olgunluk yaşlarında yeniden okunması önerilir. Bense onun her yıl yeniden okunmasını isterim.  

İspanyolca bilmesem de Las Palmas’ta Don Quijote’nin 1605 tarihli ilk baskısının tıpkıbasımını görünce almış, herkes görüp ellemesin diye kitaplığımın göze batmayan bir yerinde gizlemiştim. Kitaptan anlayanlarla karşılaştığımda ise ilk işim hem onu hem Salvador Dali’nin resimleriyle ayrı değeri olan özenli baskısını onlara göstermek oluyor.  

İyi bir şey okumak istediğimde, her an yaşam yitimine biraz daha uğradığımızı aklımdan geçirerek Shakespeare’in 76. Sone’sinde “Eskileri yeniler benim şiirim / Nasıl ki güneş de her gün hem yenidir hem eski” dediği gibi, sıkça “eskileri yenileme”ye çalışırım. Gerçek yenilerin, eskilerin içinde olduğunu bir köşeye yazalım...  

YAŞAMDAN KIPIRTILAR

Bir an “Hişt, Hişt!”ler arasında dolaştığımızı varsayalım:     

Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlaka tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım. Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekâlâ bir meseledir. Kim demiş mesele değildir diye? 

Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı, o zaman mesele olurdu işte. Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:

- Hişt, dedi.

Yeter ki görme-işitme güdüsü, uzakta uçan kuşu, yaprakların arasından denizi, rengi çağla bademi eşeği, yolda yürüyen karı kocayı, yüzükoyun uzanan papazın oğlunu, söylenmeyen söyleneni, bahçıvanı görsün, duymadığı sesin nerden geldiğini bilmemesine karşın şöyle diyebilsin:

“Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.”      

Şimdi böylesine yeni öyküler okuyor muyuz? 

“Son Kuşlar” öyküsünü de şöyle bağlıyor Sait Faik:

“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Atatürk Aydınlanması 3 Mayıs 2024
Kent Enstitüleri 26 Nisan 2024
Benlik arayışları 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları