Zeynep Miraç

'Yeni Türkiye' linç seviyor

24 Eylül 2015 Perşembe

Linç kültürü memleketimizde dijital ortamda yeşerdikçe yeşeriyor. Sosyal medya, özellikle oyuncu, şarkıcı ve yazarları hedefe alıp dijital olarak linç ediyor. Murathan Mungan der ya, ‘Bu ülkede her şey olursunuz ama rezil olmazsınız’ diye, 2015’te bu tespite bir ekleme yapmak farz oldu: ‘Bu ülkede hiçbir şey yapmasanız da vatan haini ilan edilebilirsiniz.’ Çünkü Yeni Türkiye’ye bilinç fazla geldi, linçle yaşıyor.

1736 doğumlu Virginialı Charles Lynch, kendisinden üç yüzyıl sonra Türkiye’de bu kadar hayranı olacağını bilse ne düşünürdü acaba? Kim mi bu Bay Lynch? Sosyal medyanın sevgilisi, iktidar yanlılarının sevdalısı, trollerin sebeb-i mevcudiyeti...

Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ardından Virginia Senatosu’nda mahkeme başkanı olarak görev yaparken İngiliz yanlısı olduğundan şüphelendiği herkesi yakalatıyor; yasa dışı cezalara çarptırıyor, kırbaçlatıyor, mallarına zorla el konulmasını sağlıyordu.

 

Lynch’in adı yaşıyor

İnsanoğlu nankör. Sayın Bay Charles Lynch’in kendisi hatırlanmıyor ama adı yaşıyor. Onun bu hassas ‘adalet’ anlayışı linç etmek fiiliyle tezahür ediyor. ABD’de linç etmek fiili en çok siyahi karşıtı örgüt Klu Klux Klan’la birlikte anılıyor. Linç bayrağının kuvvetle dalgalandığı Türkiye’de linç kültürü ırkçı bir damarla birlikte ABD’de McCarthy’cilike karşılık gelen bir düşünce yapısıyla sürüyor.

Komünizm düşmanlığının ABD’nin ruhunu teslim aldığı 1950’lerde senatör olan Joseph McCarthy, sanatçıları, gazetecileri, bilim adamlarını hedef gösterdi. Arkasında FBI Başkanı Edgar Hoover vardı. Onun komünistlikle itham ettiği isimler işlerini kaybettiler, soruşturmalarla karşı karşıya geldiler, kimileri ülkeyi terk etti. Kendinde direnme gücü bulamayan ya da bu krizi fırsata çevirmeye niyetlenenler de arkadaşlarını ihbar ettiler, iktidarın yanında yer almayı tercih ettiler.

 

Tanıdık geldi, değil mi?

Soğuk Savaş bitti, 1950’lerin üzerinden yarım yüzyıl geçti ama linç kültürü memleketimizde dijital ortamda yeşermeye devam ediyor. Sosyal medya, ünlü isimleri yaptıkları ve yapmadıklarıyla suçlayıp dijital olarak linç ediyor. Özellikle oyuncu, şarkıcı ve yazarlar bu linç dalgasından nasibini alıyor. Beren Saat teröre “yeteri kadar” tepki vermemekle suçlanıyor, Bergüzar Korel oğluyla tehdit ediliyor.

Sosyal medya, Gezi Direnişi’nin ardından olağanüstü politikleşti ve kutuplaşmanın sert bir mecrasına dönüştü. Ancak Gezi’den önce de kritik bir dijital linç vakası yaşandı. Fazıl Say Twitter’a Ömer Hayyam’dan bir dörtlükle şu cümleyi yazdı: “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her müminine 2 huri vereceğim diyorsun, cenneti ala kerhane midir? Bilmem farkettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi allahçı, bu bir paradoks mu?”

Bu twit, uzun süre çalkalanmış bir kola kutusu gibi patlattı sosyal medyayı. Hakaretler, küfürler, tehditler... Irmak oldu aktı. Cezalandırma sosyal medyayla sınırlı kalmadı. Say, ‘halkın benimsediği değerleri alenen aşağıladığı gerekçesiyle’ 1,5 yıla kadar hapis istemiyle yargılandı, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza ertelendi.

Fazıl Say, Can Dündar’a verdiği söyleşide “Yaşamım da değişti, memleket de” dedi; “İnsan hayatı değerli mi? Bir sanatçının hayatı değerli mi? Bu tarz adamlar için konu değildir. Her tür manipülasyonla elde ettikleri güç, onların tek varlığı... Bu da bana çok ama çok uzak... İyi hissetmiyorum”.

 

Kutuplaşma alışkanlığı

Fazıl Say bu saldırılar karşısında kendini kumsalda bir kum tanesi kadar yalnız hissettiğini söylemişti. Geçen zaman onun yanına başka kum tanelerini de ekledi. Kutuplaşma, ötekileştirme alışkanlığı Gezi direnişinin ardından hepten şeytanlaştırmaya dönüştü. Murathan Mungan der ya, “Bu ülkede her şey olursunuz ama rezil olmazsınız” diye, 2015’te bu tespite bir ekleme yapmak farz oldu: “Bu ülkede hiçbir şey yapmasanız da vatan haini ilan edilebilirsiniz.”

Pek çoğunuzun malumudur, 6 Eylül’de sosyal medya tarihine geçecek bir olaya şahit olduk. Sabah gazetesi buzlanmış bir fotoğrafın üstüne şu başlığı attı ve takipçilerinin –tabiri caizsepimini çekti: “Ünlü oyuncudan şok sözler... ‘Bu ülkeden çekip gitmek istiyorum’”...

Cevaplar yağmur oldu yağdı: “tutanmı var zaten bu ülkede aldığın nefes bile haram”, “Bu CENET vatanımızı beyenmiyen CEHENEME kadar YOLU var FARK ETMEZ”, “Durdugun hata ne duruyorsun bu ülke müslüman türkiye”. (Yazım hataları orijinaldir).

Buzlanmış fotoğraftaki aktör, ağzını açar açmaz Türkiye’den kovuldu, bolca küfür yedi (“seni kim sanaççı eder köpek”) ve elbette “hain” ilan edildi. Lakin aktörün adı Gerard, soyadı Depardieu’dur ve çekip gitmek istediği ülke de anavatanı Fransa’dır. Olsun, burası Türkiye. Bilincin bi’sini atarız, kalır bize linç!

Bilincimiz olsaydı, Gülse Birsel’in “Ne kıymetli ülkeniz varmııış!” başlıklı yazısını okur, diyeceğiniz varsa ondan sonra dersiniz. Ama burası Türkiye, linç var. O nedenle de yazının altına hakaretleri sıralar, sonra Gülse Birsel’in haklı öfkesiyle karşı karşıya kalırsınız: “Şu tweet’in altına ‘Evet çok kıymetli, şimdi defol buradan’ yazan üstün zekâlılar! Yazıyı okuyun, konu Macaristan!”

 

Hiç bir şey tek değil. linç bile!

Şu ana kadar sosyal medya mağduru muhaliflerden söz açtık. Hiçbir şey tek taraflı değil, linç bile!

İktidara destek verip sosyal medyanın beşiğinde sallananlar da var ülkemizde. Onların linç terazisi, muhaliflerin terazisinden hassas...

Star gazetesinin 13 Şubat 2015 tarihli haberine bakalım. Başlık: “Erdoğan ile görüşen Murat Dalkılıç’a linç girişimi”. Dalkılıç, resmi ziyaret için Küba’da bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile karşılaşmış, birlikte çektirdiği fotoğrafı şu cümleyle paylaşmış: “Küba’da güzel bir tesadüfle Cumhurbaşkanımız Sayın @RT_Erdogan ile karşılaştık ve sohbet etme imkanı bulduk”.

Dalkılıç’a da linç Gelen tepkiler “Atatürkçü değil miydin sen?”, “Bilmesek de olurdu”, “Sen de yolunu bulmuşsun”. Star gazetesi haberi şöyle noktalamış: “Dalkılıç’a, ‘Sen yapma bari’ ve ‘Sen de artık Yavuz Bingöl gibisin. Yazık sana’ gibi yorumlarla linç girişiminde bulunuldu.

Bu hassas linç terazisi mikrogramları tartadursun, biz “Yavuz Bingöl gibi olmak” nedir ona bakalım.

Bingöl, edebiyat öğretmeni Yılmaz Bingöl ile halk ozanı Şahsenem Akkaş’ın müzisyen oğulları. Türk halk müziği icra ediyor, oyunculuk da yapıyor. Web sitesindeki biyografi bölümünde kendini “Bir Barış Yürüyüşçüsü” olarak tarif ediyor. Bir de Recep Tayyip Erdoğan’a büyük hayranlık duyuyor, onun Berkin Elvan’ın annesini yuhalatmasını “insani” buluyor. Buna kızanları da kendisini linç etmekle itham ediyor. Birlikte türkü de söylediği Erdoğan’ın makamına ve siyasi kariyerine saygısının sonsuz olduğunu vurgulayıp kendisini eleştirenlere şöyle karşılık veriyor: “Bugün bu arkadaşlar marjinal kanallarda solcu olarak geçiniyorsa ben de Fidel Castro’yum”.

Bingöl’ü savunmak.. Tayyip Erdoğan, Yavuz Bingöl’ü şu sözlerle savunuyor: “30 Ağustos resepsiyonunda, çok değerli bir sanatçımızla Yavuz Bingöl’le Yemen Türküsü’nü birlikte söyledik. Aman Allahım! O sanatçımıza söylemediklerini bırakmadılar. Çözüm süreci toplantısına katıldığı için yapmadıklarını bırakmadılar. Şu anda hâlâ Türkiye’nin bu büyük sanatçısını linç etmek için ellerindeki her vasıtayı kullanıyorlar. Böyle bir zihniyet olabilir mi? Böyle bir baskıcı anlayış olabilir mi? Hani siz sanata değer veriyordunuz? Hani siz sanatçının yanındaydınız? Bütün sanatçılar sizin gibi düşünmeye mecbur mu?”

Değil tabii. Ama bütün sanatçılar Yavuz Bingöl gibi düşünmeye de mecbur değil.

SÜRECEK

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları