Zeynep Miraç

Her şey ondan bekleniyor

18 Ekim 2015 Pazar

Türkiye insanı her daim tuhaf. Oy vermediği liderin eline görev listesi tutuşturabiliyor. Demirtaş’ın da durumu bu. Bugün HDP seçmeninden çok daha fazla kişi Demirtaş’tan beklenti içinde. Barış da ondan bekleniyor, Başkanlık hayallerinin tarihe gömülmesi de... Adaletin tesis edilmesi de onun görev listesinde, huzur içinde bir ülke kurmak da.

Adalet aramak için hukuk öğrenimini seçmiş biri o. Siyaset de bir adalet arayışı onun için. HDP’ye, Kürt siyasetine mesafeli olanlar dahi onu seviyor. Ondan barışı bekliyor. Hükümetin, adını doğru koymak gerekirse Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında en güçlü muhalif olarak onu görüyorlar. Selahattin Demirtaş adı birçoklarına adaleti ve cesareti çağrıştırıyor.

Hataları yok mu? Kimin yok ki? Selahattin Demirtaş hataları da olan, ama o hataları tekrarlamakta ısrar etmeyen bir siyasetçi. Hakikati eğip bükmüyor, geçmişten çok gelecekle uğraşıyor.
AKP ve Erdoğan ilk günlerinde Türkiye’yi dönüştürecek güç olarak siyaset sahnesine çıkmışlardı. Kendilerinin dahi şaşıracağı bir hızla giydiler düzenin paltosunu.  2000’lerin Türkiyesi’nde dönüşümün simgesi unvanı ise onların yıllarca ötekileştirmeye çalıştıkları bir liderin, Selahattin Demirtaş’ın oldu.
Türkiye insanı her daim tuhaf. Oy vermediği liderin eline görev listesi tutuşturabiliyor. Demirtaş’ın da durumu bu. Bugün HDP seçmeninden çok daha fazla kişi Demirtaş’tan beklenti içinde. Barış da ondan bekleniyor, Başkanlık hayallerinin tarihe gömülmesi de... Adaletin tesis edilmesi de onun görev listesinde, huzur içinde bir ülke kurmak da.

İşi zor ama tarih dediğiniz de kolay yazılmıyor.

Ona Selahattin demiyorlar

10 Nisan 1973’te Elazığ Palu’da doğan Selahattin Demirtaş’ın hikayesi bir dönüşüm hikayesi. Bir gencin, bir toplumun, bir ülkenin dönüşümü…

Palu’dan Diyarbakır’a çocukları henüz çok küçükken göç eden anne Sadiye Hanım ev kadını, baba Tahir Bey ise işçi olarak girdiği Köy Hizmetleri’nde tesisatçılığı öğrenmiş, sonra da dükkan açmıştı.
Yedi kardeştiler: Nurettin, Selahattin, Nurcan, Aygül, Süleyman, Şadiye, Bahar... Çok güzel bir bebekti ve komşular, bölgede güzel bebekler için adet olduğu üzere “Adını Eser koyun” dediler. Dedesi diretti etti, adı nüfusa Selahattin olarak yazıldı. Ahmet Davutoğlu’nun “ona artık Selahattin demeyeceğim” fikri pek de orijinal değildi. Yakın çevresi Demirtaş’a Eser demeyi sürdürdü.
12 Eylül darbesi olduğunda ilkokul çağındaydı. Darbe sonrası bir çocukluk geçirdi. Yine de mutlu bir çocukluktu zihninde kalan. 80’ler onun için Kürt kimliğinden önce Diyarbakır kimliğini edindiği, sokaklarda şen şakrak oynadığı yıllardı.

Dört kardeş aynı ilkokulda okudular. 2010 yılında Hürriyet’ten Faruk Bildirici’ye anlattığına göre hepsi de çok çalışkan, çok temiz çocuklardı. “Öğretmenlerimin sevgisini kaybetmemek için çaba harcadım” diyordu Demirtaş, “Hala o kaygıyı taşırım, kötü yoruma üzülürüm. Birini kırmışsam takıntı haline gelir ve düzeltmeye çalışırım”.

Anne ve babası aralarında Zazaca konuşurlar, ama iş çocuklarıyla konuşmaya gelince Türkçeyi tercih ederlerdi. Kürtler Kürt olduklarını yalnızca Türklerden değil, kendi çocuklarından dahi saklamaya çalışıyorlardı.

Demirtaş Kürt olduğunu biliyordu bilmesine de, bunun ne demek olduğunu ancak lisedeyken anladı. 1988 yılında, Ali Emiri Lisesi’nde bir gün dışarıdan gelen slogan seslerini duydular. Neler olup bittiğini öğretmenleri anlattı onlara. Halepçe katliamında binlerce Kürt ölmüştü.

O gün Kürt kimliğiyle tanıştı, bundan üç yıl sonra ise “Türkiye’de Kürt” kimliğiyle...

Kırılma anı

HEP İl Başkanı Vedat Aydın kaçırılmıştı. Herkes başına ne geldiğini biliyordu ama herkesin bildiği sırrın ortaya çıkması şehri bir cenaze evine çevirdi. Aydın’ın işkence görmüş cenazesi üç gün sonra bulundu, onu uğurlamaya binlerce insan geldi. Onlardan biri de Selahattin Demirtaş’tı.
Cenaze töreni sırasında ateş açıldı, polis, özel tim, gözaltılar… Ölüm, işkence, kurşun… Bütün bunlar gözlerinin önünde oldu ve olaylar basına Diyarbakır halkını suçlayarak yansıtıldı. Bu bir kırılma anıydı, orada bulunan her genç için olduğu gibi Demirtaş için de… O gün başka bir insan oldu.
Annesinden babasından gizli Kürtçe müzik dinliyordu artık. Yakın arkadaşı Ulaş’ı kıskanıp bağlama çalmaya başlamıştı. Arkadaşlarıyla bir grup kurdular: Komabelangaz (Kürtçe Grup Perişan). Ahmet Kaya, Ferhat Tunç, Grup Yorum şarkıları, Kürtçe türküler, devrim marşları çalıyorlardı.
Yıllar sonra verdiği bir söyleşide “Kürt sorununu çok iyi tanıyan bir nesiliz” diyecekti, “İşin hem mağduru, hem tanığı, hem sanığıyız”.

Hukuk okumak istiyordu. Ama üniversite sınavında kazandığı puan ancak İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz işletmeciliği Bölümü’ne yetti. İlk yılı zar zor tamamlamıştı ki o İzmir’de, abisi Nurettin ise Muğla’da gözaltına alındılar. Suçlama, PKK gençlik örgütü üyesi olmaktı. Selahattin Demirtaş bir hafta sorgulanıp bırakıldı; Nurettin tutuklandı, 22 yıl hapse mahkum edildi.

Annesiyle babası İzmir’e geldiklerinde perişandılar, hep uzak tutmaya çalıştıkları çocuklarının siyasetin içinde olmasını beklemiyorlardı.

Nurettin için uzun süre avukat bulunamadı. Hem maddi imkanlar kısıtlıydı hem de 1990’ların Türkiyesi’nin adalet imkanları…

Annesi, “Senin çocuğunu kurtaracağım” diyen bir yargı görevlisine bileziğini çıkarıp vermeye hazırdı oysa ki… İkinci kırılmayı burada yaşadı Selahattin Demirtaş. “Bu kadar mı sahipsiziz, bu kadar mı kimsesiziz?” sorusu onu hukuka yöneltti yeniden. Bir kez daha girdi üniversite sınavına, kız kardeşi ve iki kuzeniyle birlikte Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandılar.

Aile varını yoğunu Nurettin’i ziyaret etmek için Buca Cezaevi’ne gide gele harcadı. Elde ne kadar para varsa, o kadar aile ferdi giderdi ziyarete.

Neden dağa gitmedi?

Üniversite süresince siyasi bir hareket içinde olmak yerine entelektüel bir cephane yaratıyordu kendine. DEP milletvekillerinin meclisten alınıp götürülüşlerini okul kantininde izledi. Açılan yaralarına bir yenisi eklenmişti.

Bir yandan da babasının dükkanında çalışıyordu. Musluk tamiri için girdiği evlerde “Ben hukuk okuyorum” dediğinde şaşkınlıkla karşılanırdı.

Selahattin Demirtaş’ın adaleti hukukta aradığı dönemde, başkaları da dağda arıyorlardı. Demirtaş da bocaladı, “Herkes dağda, sen burada okuyorsun” baskıları onu sarstı.

1999 yazında “Tamam” dedi, “Ben de gidiyorum”. İster kader deyin adına, ister tesadüf... Hayat bazen senaryoyu size rağmen yazıyor. Her şey ayarlanmıştı ama onu kamplara götürecek kuryeler yakalandı. Demirtaş gidemedi.

Bir gün polisler geldi, babasının dükkanına. “Selahattin Demirtaş’ı arıyoruz” dediler. “Benim” dedi, inanmadılar. Kuryelerin üzerinden adı çıkmıştı, emindiler dağda olduğundan... “Benim” dedi, yine olmadı. On beş gün nezarette “Benim” demeye devam etti.

Fakülteyi bitirdiğinde Diyarbakır’a döndü. Sınıf arkadaşlarının pek çoğu farklı şehirlerde bürolarını açarken o siyasi tutukluları tek kuruş almadan savunmaya koyuldu. 2000 yılında Osman Baydemir İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şube Başkanı olunca, Demirtaş da adalet arayışını burada sürdürdü. Bu dönemden onda en çok iz bırakan olay, HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve yardımcısı Ebubekir Deniz’in kaybolmalarıydı. O coğrafyada ‘kaybolmak’ ne demek, herkes gibi o da iyi biliyordu. Silopi’den yol kenarında ceset arayarak döndü evine...

Komşu, sevgili, yoldaş

Hayatında büyük bir adımın zamanı gelmişti artık. 1977 doğumlu, Diyarbakırlı Başak ile çocukluk aşkı Selahattin 2002 yılında evlendiler. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Habertürk’ten Kübra Par’a verdikleri söyleşide “25 yıldır tanışıyoruz, 20 yıldır birlikteyiz” diye anlatmıştı Başak Demirtaş; “Tanıştığımızda ben 13 yaşındaydım, Selahattin 16-17 yaşındaydı. Komşuyduk, sevgili olduk, yoldaş olduk, nişanlandık, sonra evlendik.”

Başak Demirtaş Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirmiş, köyde sınıf öğretmenliği yapıyordu. 2004 yılında Baydemir belediye başkanı seçilince şubenin başkanlığını devraldı. İHD’de yöneticilik yaptığı süre boyunca dava almadı, eşinin kazancıyla geçindiler.

2006’da Roj TV’de katıldığı bir programda Kürt sorununun çözülmesine Abdullah Öcalan’ın rolümün değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Kıyamet koptu. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı terör örgütü propagandası yapmak suçlamasıyla soruşturma açtı. Sonunda hükmün açıklanması geri bırakılsa da 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Devletin çözüm için Öcalan’la görüşmesine altı yıl vardı...   

2007 seçimlerine Bin Umut Adayları Hareketi’nin desteklediği bağımsız aday olarak girdi ve Diyarbakır Milletvekili oldu. Yüzde 10 seçim barajı engeline takılmamak için seçimlere bağımsız giren diğer Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekilleriyle birlikte Kürt siyasi hareketinin Meclis’teki ilk grubunu oluşturdular.

2008’de DTP Grup Başkanvekili olarak ‘demokratik özerklik çözüm önerisi’ni dillendirmeye başladı. Bundan bir yıl sonra Erdoğan’ın çözüm için ya DTP ya PKK ya da Öcalan ile görüşmek zorunda olduğunu tekrarladı.

2009’un son günlerinde DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı, eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a siyaset yasağı getirildi. DTP milletvekilleri toplu olarak Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) geçtiler. Demirtaş 2010 Şubat’ında Gültan Kışanak ile birlikte partinin eşbaşkanı seçildi.

Bu sırada KCK operasyonları Kürt siyasetini kasıp kavuruyordu. BDP’nin il ve ilçe yöneticileri, üyeleri, belediye başkanları tutuklanırken Demirtaş şöyle diyordu:  "KCK buysa genel başkanı benim”. O sırada kendi adı da KCK iddianamesinde geçiyordu.

2011 yılında ise Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku tarafından desteklenen bağımsız aday olarak Hakkari Milletvekili seçildi. Kimileri için siyaset bir tahterevandır, kimileri içinse bir orak. Demirtaş ikinci gruptan. Devamlı tarlayı sürmeye, mahsulu çıkarmaya, ondan beklentisi olanları hayatta tutmaya çalışıyor. Bu uğurda bazen yoruldu, yükü ağır geldi. Kübra Par’a “Bazen ‘Ben o kişi değilim’ deme fırsatı bulamadan gereğini yapmak zorunda kaldım. Her zaman ağır geldi! Milletvekili seçildiğim günden bugüne vekil olduğum için mutlu olduğum tek bir saati hatırlamıyorum” diye anlatmıştı yükünü. Zaten milletvekili olarak yaşlanmayı da hayal etmiyordu. Gelin görün ki kim hayal ettiği gibi yaşlanıyordu ki bu ülkede?

Onu Başkan yaptırmayacak

Demirtaş BDP’de de ana dilde eğitim, siyasi tutukluların serbest bırakılması, askeri ve siyasi operasyonlara son verilmesi ve seçim barajının kaldırılması konusunda çalışmaya devam etti. 2012 yılı hükümetin Öcalan ile görüşmeye başladığı yıl olarak geçti tarihe. İmralı’ya giden heyetin üyeleri arasında Selahattin Demirtaş da vardı.

Bu sırada BDP de kabuk değiştirdi ve geniş bir tabanlı siyaset için Halkların Demokratik Partisi (HDP) doğdu. Demirtaş, 22 Haziran 2014'te yapılan olağanüstü kongrede Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP eşbaşkanlığa seçildi. Aynı yıl girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9.76 oy aldı. Bu, 7 Haziran seçimlerinde telaffuz ettiği “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözünün ilk adımıydı.
İşlerin git gide sertleşeceğinin de ilk işareti. Çözüm süreci, demokratik açılım, birlik, beraberlik, kardeşlik ilkokuldaki okuma fişleri gibi hecelere ayrıldı; o hecelerden yeni sözcükler üretildi: Alçaklar, terbiyesizler, teröristler…

Bedeli ağır bir barış yolculuğu bekliyordu kapıda. Kobane olaylarında insanların ölümüne yol açan sokağa çıkma çağrısı Demirtaş’ın ve onu sevenlerin kalbinde bir yara açtı. Demirtaş’ın adının şiddetle ve silahla yan yana gelmesi, artık sadece onun meselesi değil çünkü. Ona umut bağlayanların da meselesi.

7 Haziran’da HDP altı milyon seçmenin oyunu alıp seçim barajını açtı. Selahattin Demirtaş, sözünün ikinci adımını da atmıştı. Sonrası malumunuz… Dört aydır bir kabusun içinde yaşıyoruz. Ölümler, tutuklamalar, patlamalar, terör… 1 Kasım seçimlerine “Seni hala Başkan yaptırmayacağız” ve “İnadına Barış” diyerek gidiyor Demirtaş.

Kandil’e, PKK kadrolarına sözünün geçmediğini, etinin budunun çatışmasızlığa yetmeyeceğini söyleyenler bile gözlerini dikmiş ona bakıyorlar. Çünkü Demirtaş kurduğu her cümleyle Türkiye’nin geleceğine dair konuşuyor.

Ne de olsa “Tarihe gömülen koca koca atlar / Tarihe gömülür o kadar”*.

*Turgut Uyar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları