Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
'Gel sivrisineği öldür Sare Hanım'
Başbakan Ahmet Davutoğlu henüz küçücük bir çocukken babaannesi Hacıkızebe Hanım ona her gün şöyle dua edermiş: “Büyük bir adam olasın, dünyalar ayağına gele, herkes sana akıl danışa.”
Babaannenin duaları haklı çıktı. Dünyalar ayağına geldi, herkes ona akıl danıştı. Ama Hacıkızebe Hanım’ın duada eksik bıraktığı bir bölüm vardı: Sözünden dönmeyesin, kimsenin sözüne boyun eğmeyesin.
Hasarları izliyor
Büyük ideallerle yola çıkılmış bir hayat Davutoğlu’nunki. Henüz ilkokuldayken kompozisyonlarda “büyüdüğünde vatana, millete, ülkenin tarihine, kültürüne, değerlerine bağlı bir fert” olacağını yazacak kadar erken başlamış bir ideal bu.
Uzun yıllar büyük emeklerle, tuğla tuğla inşa ettiği bu idealin orta yerine düşen siyaset bombasının hasarlarını izlemekle meşgul şu günlerde. O hasarları tamir edip edemeyeceğini zaman gösterecek.
Başbakanlık başdanışmanı sıfatıyla Ankara’ya taşınırken arkasından gözyaşı döken öğrencilerinin, bir gün o sınıflara geri döndüğünde onu aynı hayranlık ve güvenle karşılayıp karşılamayacaklarını da göstereceği gibi...
26 Şubat 1959 günü, Konya Taşkent’te dünyaya geldi Ahmet Davutoğlu. Yüzünü ancak hayal meyal hatırladığı annesini kaybettiğinde dört yaşındaydı. Babası Mehmet Bey yeniden evlendi. Sefure Hanım, Ahmet Davutoğlu’na özünden ayırt edilemeyecek bir anne oldu. O kadar ki ilk kızına Sefure Hanım’ın adını verdi. Öz annesinin adını, ikinci kızı Meymune aldı.
Altı kardeş arasındaki tek erkek çocuk olarak el bebek gül bebek büyütüldü. Okul çağına geldiğinde aile İstanbul’a taşındı. İlkokulu Fatih’te ve Bahçelievler’de okudu.
Bir Türk münevveri
Taşkent’te sözü geçen bir adamdı babası Mehmet Bey. Açtığı Kuran kursu daha sonra imam hatip lisesine dönüşmüştü. Refah Partisi içinde de siyasetle dirsek temasındaydı. Mehmet Bey için oğlunun eğitimi her şeyden önemliydi. Dükkâna gelip yardım etme tekliflerini geri çevirdi hep; oğlunun yeri kitapların yanıydı ona göre. Ahmet Davutoğlu henüz beşinci sınıftayken babasının arkadaşının çıkardığı Bizim Anadolu gazetesinde yazılar kaleme alıyordu.
Çocuk yaşında yeşeren idealleri, kariyeri boyunca ona eşlik etti. 2011 yılında Sabah gazetesine verdiği bir söyleşide, lise yıllarında edindiği misyonu şöyle özetlemişti: “Yeni bir Türk münevveri, yeni bir ilim adamı tipi yaratmak”.
Münevver sözcüğünü seçmesi boşa değildi. O bir “Cumhuriyet aydını” değil, kökü Osmanlı’da bir münevver olacaktı. “Önceki nesillerde vuku bulduğuna inandığı kültürel, entelektüel parçalanmışlığı gidereceğini, kimlik krizleri içinde bocalamayacağını” söylüyordu.
Lise yılları deyip geçmeyelim. Ahmet Davutoğlu, İstanbul Erkek Lisesi mezunu. Hayatın cilvesine bakın ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borçlarını denetleyen kurum olan Düyunu Umumiye’ye ait binada geçirdi lise yıllarını. Tam karşısında ise bir zamanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi olan Pembe Konak duruyordu. Ola ki geceleri yatakhanenin duvarlarında İttihat ve Terakkicilerin ruhları dolaşıp Davutoğlu’na programlarını fısıldıyorlardı: Medeniyet yolunda ilerle, Batı’dan yalnız bilimsel gelişmeleri al, Doğulu kültür özelliklerini koru.
Referansı İslam
İstanbul Erkek Lisesi’nde Alman, daha sonra okuduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde Amerikan sistemini tanıdı. Genlerinde taşıdığı referans ise İslamdı. Sınıfta Brecht okuyor, yatakhanede namaz kılıyordu. Hatta yengesi Gülşen Davutoğlu bir söyleşide, “Ahmet onun katkılarıyla Boğaziçi’nde mescit açıldığını bize kendisi anlatmıştı” diyecekti.
Davutoğlu, Boğaziçi Üniversitesi’nin iktisat ve siyaset bilimi bölümlerini aynı anda bitirdi. Yüksek lisansını kamu yönetiminde, doktorasını ise memleketin Batılılaşma alanındaki en mahir uzmanlarından Şerif Mardin’in tez danışmanlığıyla uluslararası ilişkiler bölümünde yaptı.
Aslında doktora yapmayı reddetmişti, “Hiçbir analitik tasnif beni sınırlayamaz” diyordu. Zar zor ikna edilmişti.
Ne var ki, Sare Davutoğlu eşinin 7 Haziran genel seçimleri öncesi mitinglerde takındığı sert tavrı şöyle açıkladı:
“Sert bir dile karakter olarak çok uzaktır Ahmet Bey. Ama siyasetin gerekleri... Halkta bir beklenti oluşuyor. Siyaset böyle yapılıyor maalesef”.
Otuz yıl önce akademik kariyerini tehlikeye atacak denli doğru bildiği yolun savunucusu olan Ahmet Davutoğlu, gün gelmiş değişmişti demek ki. Üniversitenin analitik tasnifini reddederken siyasetin hoyrat tasnifine boyun eğmişti.
Yapay külhanbeyi
1984 yılından bu yana evli olduğu Sare Hanım, muhtelif söyleşilerde Ahmet Davutoğlu’nun yumuşak karakterinin altını çizmeye devam etti. Bir yerde “Sivrisinek görünce ‘Gel Sare Hanım öldür’ der” sözleriyle, başka yerde “Kimsede durmayan çocuklar bile Ahmet Bey’de durur” cümlesiyle...
Akademi yıllarından tanıyan hemen herkes, Davutoğlu’nun yumuşak, nazik, uzlaşmacı biri olduğu konusunda hemfikir. Gelin görün ki, Başbakanlık koltuğuna oturduğundan beri bu sıfatlarını kasaya kilitlemiş gibi görünüyor.
Mitingler boyunca yaptığı konuşmalar, bunca yıldır tanınan Ahmet Davutoğlu’na yanlış bir dublaj yapılmışçasına ona uzak, hatta kelimeyi kullanmaktan imtina etmeyelim, yapaydı. Külhanbeyliğin yanından geçmediği halde o ağızla konuşmaya çalışması inandırıcı olabilir miydi? Ediz Hun’dan ne kadar Kara Murat olursa, o kadar...
Erbakan’ın halefi Davutoğlu’nun bir anlamda Necmettin Erbakan’ın halefi olduğu düşünülebilir. İslamı referans alsa da Batılı eğitimden geçen, bilginin dinginliğini üzerinde taşıyan, edepten ayrılmayan bir akademi insanı.
Her ne kadar İslam referansında buluşsalar da Recep Tayyip Erdoğan ile yolları burada ayrılıyor. Erdoğan, akademik başarı ya da entelektüel birikimin sözünün edilmediği, “fiili” durumun yazılı kuralları ezdiği bir dünyanın insanı.
Diyelim ikisine de birer kutu puzzle verdik. Davutoğlu önce uzun uzun varılacak son resmi inceler, onun bir Dali resmi mi yoksa Monet mi olduğunu öğrenir, parçaları tek tek renklerine göre ayırır.
Erdoğan hemen işe koyulur, puzzle’ın uyumsuz parçalarını zorla birbirine geçirir. Ve ortaya çıkan resmin doğru olduğuna inanmazsak masayı devirir.
“Ama bu bir Dali” demeye kalkarsak da bu bilgiyi zihnine yerleştirmek yerine, bizim kendisine büyüklük tasladığımızı iddia eder.
Hepimiz kaybettik
Ezcümle, Davutoğlu ve Erdoğan arasındaki en büyük fark, bilgiyle kurdukları ilişki. Tam da bu nedenle Erdoğan’ın Davutoğlu’na hükmetmesi, üç dil bilen Ekmeleddin İhsanoğlu için “Yahu biz tercüman mı arıyoruz?” tepkisini veren zihin yapısının “yerel düşünceyle evrensel düşünce arasında irtibat kuralım” demiş bir profesörü sürekli açığa çıkarması bu ülkenin geleceğine siyasetin ötesinde zarar veriyor.
Hoyratlık uzlaşmacılığa, emrivaki bilgiye galebe çaldıkça hepimiz kaybediyoruz.
2001 yılında Stratejik Derinlik kitabını yayımladığında iki cilt daha planlıyordu: Tarihi Derinlik ve Felsefi Derinlik. Belki akademiden ayrılmasaydı, stratejik derinlik pratikte sınanmayacak, ilgi çeken bir teori olarak milyonlarca teorinin yanında yerini alacaktı.
Lakin Ahmet Davutoğlu tarihi ve felsefi derinliğe dalmak yerine, kendini siyasetin sığ sularında boğmayı tercih etti.
Ne yazık ki o suda tek başına boğulmadı. Hem referansını İslamdan alan bir münevverin eninde sonunda özgürlüğünü bir gücün eline vereceğini gösterdi, hem de Türkiye’de bilginin gün gelip zorbalığa boyun eğeceğini...
Medarı iftiharımız olabilirdi... Acaba hâlâ bir şans var mı?
*Ahmet Davutoğlu’nun çocukluk ve gençliğine dair bilgiler için kaynak, Gürkan Zengin imzalı ‘Hoca’ kitabıdır.
Kissinger'dı, Rice'a dönüştü
Ahmet Davutoğlu, 2009 yılında, Dışişleri Bakanı’yken Taraf gazetesinin anketini cevaplandırmıştı. Sorulardan biri şuydu: Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz? “Savaşmaya hazır tarafları durdurabilecek bir ikna yeteneği” diye cevap verdi. Aradan altı yıl geçtikten sonra aynı ağızdan HDP milletvekillerine yönelik şu cümleler dökülebildi: “Sizler terör gladyosunun unsurlarısınız”.
2012 yılında Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği söyleşide Kürtçe öğrenmek istediğini söylüyordu. Şimdilerde HDP’yi seçim hükümetinin içine bile almamak için uğraşıyor. İşin en acı kısmı, o bu çabayı sarf ederken kimse kararı kendisinin verdiğini düşünmüyor.
2002 yılında CNN Türk’te Taha Akyol’la konuşurken tatlı tatlı anlatıyordu: “Suya bir taş attığınızda bir inisiyatif başlatmış olursunuz. O halka halka yayılır. O taşı barış adına da atabilirsiniz, savaş adına”. Bunu söyleyen Davutoğlu, şimdi bir başkasının savaş adına attığı taşın halkalarının muhafızı gibi çalışıyor.
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris onun için “Türkiye’nin Henry Kissinger’ı” demişti. Bugünü görseydi o cümleyi şöyle kurardı: “Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin Condoleezza Rice’ı”.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı