Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sinan Meydan yazdı: Cumhuriyet, laiklik ve din 'Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e yanıt'

20 Kasım 2024 Çarşamba

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresindeki bütün kanunlar, kurallar, ilmin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.” (Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 1930)

Şimdi de AKP’li Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı fesli Kadir’in uydurduğu artık bayatlamış siyasal İslamcı iftiralarla Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet’e saldırdı. Yusuf Tekin, erken Cumhuriyet Dönemini kastederek şöyle dedi: “Kendi icat ettiğin laikliği bana dayatıyorsun! Sizin laiklikten anladığınız şey şu: Camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kuran öğrenmesini yasaklamak…”

Bugün, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, erken Cumhuriyet dönemine yönelik bu çarpıtma ve iftiralarına tek tek yanıt vereceğim.

CUMHURİYETİ KURANLARIN LAİKLİKTEN ANLADIĞI

Yusuf Tekin’in iddia ettiği gibi laikliği, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar icat etmedi; Türk tarihinde 11. yüzyılda Bağdat’a girip halifenin siyasi yetkilerini elinden alan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’den beri, Batı’da ise 15. yüzyılda kilesinin baskısına karşı başlayan Aydın-lanma mücadelesinden beri laiklik var.  

En yaygın tanımı ile “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” diye bilinen laiklik, “din işlerinin” vicdana, “devlet işlerinin” (dünya işlerinin) ise özgür akla bırakılmasıdır. Laik devlette siyaset, hukuk, eğitim, ekonomi gibi devlet işleri, değişmeyen dinsel kurallarla değil, zamanla değişen çağdaş kurallarla yürütülür. Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın deyişiyle, laiklik, “Toplumun, din adına ve binlerce yıl önce konmuş, o günün sorunlarına çözüm getiren kurallara göre yönetilme zorunluluğunun kaldırılmasıdır. Aklın, iman karşısında özgürleştirilmesidir.” Laiklik, teolojik olarak dine değil, devlet ve toplum üstündeki “dinsel vesayete” karşıdır. Laik devlet, her türlü “dinsel vesayetten” kurtulmuş, egemenliğin “kayıtsız-şartsız ulusa ait olduğu” çağdaş hukuk devletidir. Laik devletin bireyi ise “aklını kullanan” düşünce ve vicdan özgürlüğüne sahip bireydir.  

Laikliğin temelinde aklın ve vicdanın özgürlüğü vardır. Aklın ve vicdanın özgürlüğü ise düşünce ve inanç özgürlüğünün garantisidir. Ancak laiklik, Yusuf Tekin’in anladığı gibi sadece din ve inanç özgürlüğü değildir; onunla birlikte aklın ve düşüncenin de özgürlüğüdür; devletin din kurallarıyla yönetilmemesidir; hukukun dinsel kurallara dayanmamasıdır.  

Peki, Cumhuriyeti kuranlar laiklikten ne anlıyordu?

Atatürk, liselerde de okutulan, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında “Vicdan Hürriyeti” başlığı altında laikliği şöyle tanımlıyor: “Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Vicdan hürriyeti kesin ve saldırılamaz olup bireyin doğal haklarının en önemlilerinden sayılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti dokunulmazdır.”

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresindeki bütün kanunlar, kurallar, ilmin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.” (M. Kemal Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2010, s. 40-47, 86-87; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 23, s. 17-24, 58-59) 

Çok açıkça görüldüğü gibi Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün laiklikten anladığı şey, camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, Kuran öğrenilmesini yasaklamak değil; herkesin istediği gibi Allah’a ibadet etmesi, kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dininin olmaması, devlet idaresindeki bütün kanunların, kuralların bilimin çağdaş uygarlığa sağladığı şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılması, din fikirlerinin devlet ve dünya işlerinden, siyasetten ayrı tutulmasıdır. 

CAMİLERİN KAPISINA KİLİT VURMAK

AKP’li Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Cumhuriyeti kuranların, insanlar ibadet etmesin diye “Camilerin kapısına kilit vurduğunu” iddia ediyor.  Peki, gerçekten de öyle mi?

   Kurtuluş Savaşı sırasında, 16 Mart 1920’de, İngilizler İstanbul’u resmen işgal ettiklerinde, Kuvayı milliyeciler, İngilizlerin eline geçmesin diye Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetleri sakladılar. Hüseyin Rauf Bey’in, 29 Ocak 1924 tarihli TBMM gizli oturumunda verdiği bilgiye göre kutsal emanetler İstanbul’da İngilizlerin bulamayacağı bir yerde korunuyordu.

İngilizler, Lozan’da bu kutsal emanetleri Türkiye’den alıp Araplara teslim etmek istedi. Lozan’da İsmet Paşa, kutsal emanetlerin Türkiye’den alınmasına izin vermedi. 

İsmet Paşa, Lozan’da korumayı başardığı kutsal emanetleri II. Dünya Savaşı tehlikesinden de koruyacaktı. II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a saldırılması olasılığına karşı, İstanbul’da Topkapı Sarayı’ndaki kutsal emanetleri, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki bazı arkeolojik eserleri ve Milli Saraylardaki bazı değerli eşyaları buralardan alıp Niğde’ye ve Sivas’a götürüp Niğde Saruhan’daki Akmedrese’de, Niğde’deki üç camide ve Sivas Divriği’deki Ulu Cami’de koruma altına alacaktı. İsmet İnönü, içinde değerli eserlerin saklandığı o camilere çok iyi bakılmasını ve buraların çok iyi korunmasını istemişti. Örneğin, 21 Ağustos 1944 tarihli bir kararla “Milli Saraylar’dan Divriği Ulu Cami’ye korunması için konulan kıymetli eşya, caminin kubbeleri aktığı için korunamayacağından süratle caminin tamiratının yapılması” istenmişti. (BCA, Sayı: 6061, Dosya: 25945, Fon kodu: 30.10.0.0, Yer no: 213.448.18.)  Kutsal emanetler ile çeşitli arkeolojik ve tarihi eserlerin saklandığı o camilerin kapısına kilit vurulup başına jandarma dikilmişti. Gelin görün ki, sonradan İsmet İnönü’yü “din düşmanı” göstermek isteyenler, “İnönü camileri kapattı! Camilerin kapısına kilit vurdu!” diye kara propaganda yapacaktı. (Sinan Meydan, Recep Tayyip Erdoğan’ın Tarih Tezlerine El-cevap, İstanbul, 2016, s. 228-230)

CAMİLERİ AHIRA ÇEVİRMEK

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının sürekli tekrarladığı iftiralardan biri de Erken Cumhuriyet Döneminde “camilerin ahır yapıldığı”dır. Bu bayat iftirayı son olarak AKP’li Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tekrarladı; Cumhuriyeti kuranların, “camileri ahıra çevirdiğini” ileri sürdü. 

Oysa Türkiye’de camileri yakıp yıkan, camileri ahır yapan Cumhuriyeti kuranlar değil, işgalci Yunan ordularıydı. (Sinan Meydan, Yüzyılın Kitabı, Yüzyılın Lideri, İstanbul, 2019, s.251-253) Cumhuriyeti kuranlar, Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak camilerin yakılıp yıkılmasına engel olmuşlar ve yüzlerce camiyi tamir ettirip yeniden kullanılabilir hale getirmişlerdi. Ayrıca yüzlerce tarihi camiyi restore ettirerek bunların da yıkılmasına engel olmuşlardı. 

Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra, bir komisyon kurulup savaş sırasında yakılan ve yıkılan camiler konusunda bir rapor hazırladı. Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan 26 Aralık 1922 tarihli bir belgede “Düşmandan kurtarılan yörelerdeki cami, hayrat ve vakıflarda meydana gelen zararın tespiti için kurulan komisyonun hazırladığı raporun ilgililere sunulduğu” belirtiliyor. (BCA, S.606, D.13712, F. 30.10, Y. 140.4.12.) Savaşta zarar gören camilerin ve mescitlerin onarımına hemen başlanıyor. Atatürk, 1 Mart 1923’te TBMM’de yaptığı konuşmada, “Bir yıl içinde 126 tarihi cami ve mescidin onarıldığını” söylüyor. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.15, s. 175)

Cumhuriyet ilan edildikten sonra Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı,

İnönü’nün başbakanlığı sırasında tek parti döneminde Vakıflar Genel Müdürlüğü yüzlerce tarihi camiyi onardı. 1924-1935 yılları arasında ülke genelinde çok sayıda tarihi cami tamir ettirildi. 1935’te Cumhurbaşkanı Atatürk’ün onayıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bütçesine -cami tamirleri için- 1 milyon lira eklendi. Bu bütçe ile çok sayıda tarihi cami tamir edildi. 

Cumhurbaşkanı Atatürk, ömrünün son iki yılında 1936-1938 yılları arasında bile Türkiye’nin dört bir yanındaki tam 138 camiyi tamir ettirdi. (Tamir edilen camiler ve arşiv belgeleri için bkz. Ümit Doğan, “Mustafa Kemal’in Ömrünün Son İki Yılında Tamir Ettirdiği Camilerin Listesi, Yeniçağ, 30 Ağustos 2023)

Ağa Camisi’nin tamir edilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Atatürk imzalı, 1936 tarihli bakanlar kurulu kararı. 

Atatürk’ün tamir ettirdiği o camilerden biri de İstanbul Beyoğlu’ndaki Ağa Camisi’dir. İşgal yıllarında Osmanlı saray hükümeti tarafından arazisi satılmak istenen perişan haldeki Beyoğlu Ağa Camisi Cumhurbaşkanı Atatürk imzalı bir Bakanlar Kurulu kararnamesiyle 1937’de aslına uygun olarak tamir edildi ve ibadete açıldı. (Sinan Meydan, Yakın Tarih İçin Anahtar, İstanbul, 2022, s.57-61)

İNÖNÜ DÖNEMİNDE, 1940’LARDA TAMİR EDİLEN CAMİLER

Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanı oldu. İnönü döneminde de CHP, Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle ülke genelinde yüzlerce camiyi tamir ettirdi.

İktisadi Yürüyüş Dergisi, S.32, 1 Nisan 1941

1940’larda tamir edilen camilerle ilgili Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzalı Bakanlar Kurulu kararnameleri Cumhuriyet Arşivi’nde görülebilir. 

İnönü döneminde tamir edilen camiler, dönemin basın yayın organlarına da konu olmuştur. Örneğin, 1 Nisan 1941 tarihli İktisadi Yürüyüş Dergisinin 32. sayısında “Cumhuriyet Devrinde Milli Abdilerimize Verilen Kıymet ve Ehemmiyet” başlıklı yazıda “En zor şartlar altında Vakıflar Genel Müdürlüğü abidelerimizin tamiri için 1 milyon lira ayırmıştır” deniliyor. Derginin haberine göre CHP Hükümeti sadece 1941 yılında tam 40 camiyi tamir ettirmiş, gelecek 5 yıl içinde 26 camiyi tamir ettirmeyi planlamıştır. Ayrıca cami tamirleri için ayrılan 1 milyon lira dışında vakıf, hayrat gelirlerinden elde edilen parayla da 8 cami daha tamir ettirmiştir. 

VATANDAŞIN KURAN ÖĞRENMESİ YASAKLANDI

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bir diğer bayat iftirası da erken Cumhuriyet döneminde, 1940’larda, “vatandaşın Kuran öğrenmesinin yasaklandığı” şeklindedir. 

Yusuf Tekin’in “Kuran okumak yasaklandı!” dediği 1940’larda CHP hükümetinin, Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırdığı “Hak Dini Kuran Dili” adlı 9 ciltlik Kuran tefsiri 1935’te halka sunulmuştu. Yani Yusuf Tekin’in “Kuran okumayı yasakladılar!” dediği dönem, Türk ulusunun Kuran’ı ilk kez anlayarak okuduğu dönemdi.  

Yusuf Tekin’in “Kuran okumak yasaktı!” dediği dönemde, 1938 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi imzasıyla her evde bir Kuran ve bir din kitabı bulundurulmasını istemişti. 

Yusuf Tekin’in “Kuran okumak yasaktı!” dediği dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nde Diyanet’in ve MEB’in Kuran Kursları bile vardı. İsteyen, devlet denetimi altındaki bu kurslara çocuklarını gönderebilirdi. (Bkz. Muzaffer Deniz, Tek Partili Dönemde Açılan Kuran Kursları”, Türk Araştırmaları Dergisi, C.11, S.6)

***

Gerçek şu ki, AKP iktidarı, Atatürk’le, Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetle kavga etmeye devam ediyor. Laik Cumhuriyeti bir tür dinsel saray rejimine dönüştürme politikası kapsamında dini kullanarak, tarihi çarpıtarak Atatürk’ü ve kurduğu laik Cumhuriyeti gözden düşürmeye çalışıyorlar. Ancak nafile! Atatürk’ü Türk ulusunun kalbinden söküp atmayı ve kurduğu laik Cumhuriyeti değersizleştirmeyi asla başaramayacaklar.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e gelince! Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı fesli Kadir’in safsatalarıyla Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyete saldıran bir Milli Eğitim bakanına çocuklarımızı emanet edemeyiz.

ARŞİV BELGELERİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları