Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Büyük Taarruz öncesinde Padişah Vahdettin

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Kurtuluş Savaşı sarayın, sultanın desteğiyle değil sarayın, sultanın ihanetine rağmen kazanıldı.

Laik Cumhuriyeti dönüştürmek isteyen siyasal İslamcı iktidar, “Yeni Türkiye”ye yeni bir tarih yazıyor. Saray tarihçilerinin kurguladığı bu yeni tarihe göre Kurtuluş Savaşı bir “saray operasyonu” olarak adlandırılıyor; “Padişah Vahdettin’in, Mustafa Kemal’i, milli direnişi örgütlemesi için Samsun’a gönderdiği” iddia ediliyor!  

Evet, saray ve hükümetinin, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar devam eden bir operasyonu vardı; ancak bu operasyon, İngilizlere yaranma, Mustafa Kemal’i ve arkadaşlarını etkisiz hale getirme, milli direnişi ortadan kaldırma, vatanı ve milleti değil, sarayı ve sultanı kurtarma operasyonuydu. 

VAHDETTİN’İN MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARINA HAKARETLERİ 

İngiltere, Anadolu’daki milli direnişi bastırmak için iki araca güveniyordu. Bunlardan biri kayıtsız şartsız biçimde İngilizlere teslim olan saray (Padişah Vahdettin) ve hükümeti, diğeri ise işgalci Yunan ordularıydı. İngiltere, Mustafa Kemal’in önderliğindeki milli direnişe karşı iç savaşı saray ve hükümeti ile asıl savaşı ise Yunan ordularıyla yürütecekti. 

Osmanlı saray hükümeti, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Padişah Vahdettin, 21 Ağustos 1920’de İngiliz Robeck’le görüştü. Padişah bu görüşmede Mustafa Kemal ve arkadaşlarından “Ülkesini yıkmış olan maceraperestler” diye söz etti. “Onların Türk olmadıklarını” ileri sürerek “Onların İngiltere ile Türkiye arasındaki geleneksel dostluğu ayaklar altına aldıklarını” söyledi. (1) 

Padişah Vahdettin, Londra Konferansı sırasında, 23 Mart 1921’de de sırasıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcileriyle görüştü. O gün Padişah Vahdettin’le görüşen İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, Lord Curzon’a gönderdiği bir telgrafta o görüşmenin ayrıntılarını şöyle anlatıyordu:

“Salonda, sultan, ben ve yardımcım Andrew Ryan’dan başka kimse yoktu. Sultan kendi tercümanını salıverdi ve Ryan’ın tercümanlık etmesini buyurdu. Sonra da Londra’da yapılmakta olan konferansla ilgili Mustafa Kemal’den Tevfik Paşa’ya gönderilmiş üç telgrafa değindi. Ankara’nın kendi tahtını tehlikeye düşürmek ve kendi yetkisini kırmak amacı güttüğünü söyledi. Şunları ekledi: Anadolu’da durum şöyledir: Bir avuç haydut orada erki ele geçirmiştir. Sayıları azdır, ama tam olarak halkın boğazına ilmiği geçirmişlerdir ve halkın itaatkâr, korkak ve yoksul olmasından yararlanmaktadırlar. Onların gücü, kendi çıkarları olan 16 bin subayın desteğine dayanır. Ankara önderleri (Mustafa Kemal ve arkadaşları), bu ülkede gerçek çıkarları olmayan, ülkeyle kan ve başka ilişkileri olmayan kişilerdir. Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı, Bulgar, Yunan veya Sırp kanı olabilir. Türk olmayan, Arnavut, Çerkez olan hepsi de birbirine benzemektedirler. Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur. Buna rağmen ben ve hükümetim onların önünde güçsüzüz. Gerçek Türkler merkeze sadıktır ama tehdit ediliyor ve aldatılıyorlar. Bu adamlar bana boyun eğdirmeye çalışıyorlar ve dıştan Bolşeviklerden yardım sağlamaya uğraşıyorlar…”(2) 

Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, kapalı kapılar ardında İngiliz yetkililerle rahat konuşabilmek için tercümanını gönderiyor. Daha sonra Mustafa Kemal’in Londra Konferansı’nda Tevfik Paşa’ya gönderdiği telgrafları İngilizlere göstererek düpedüz “ajanlık” yapıyor. Milli hareketin, kendisine karşı bir hareket olduğunu ileri sürüyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını “bir avuç haydut” diye adlandırıyor. Irkçı bir yaklaşımla Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu ülkeye kan bağlarının olmadığını, Mustafa Kemal’in “Bulgar, Yunan veya Sırp kanı taşıyan Makedonyalı bir asi” olduğunu söylüyor. Kısaca Padişah Vahdetin, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını kötüleyerek İngilizlere yaranmaya çalışıyor. 

İNGİLİZLERİN MUSTAFA KEMAL’İ DEVİRME PLANI VE VAHDETTİN

İngilizler, İstanbul’da kendilerine yalvarıp yakaran Padişah Vahdettin’i Anadolu’daki milli harekete ve bu hareketin önderi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı kullanmak istediler. 

İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold, Sakarya Meydan Muharebesi’nden bir süre sonra, 9 Ocak 1922’de, Lord Curzon’a gönderdiği bir raporda Mustafa Kemal Paşa’yı etkisizleştirmek için Padişah Vahdettin’e verilecek görevden şöyle söz ediyordu:

“Müttefikler aralarında birliği sürdürür ve padişaha bir antlaşma sunarak onaylatabilirlerse padişahın Anadolu’ya başvurarak halkın desteğini sağlaması, (Mustafa) Kemal’i güç bir durumda bırakması olanaklıdır.” (3)

Rumbold, 15 Ocak 1922’de Lord Curzon’a gönderdiği bir gizli telgrafta da İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması’ndan daha iyi bir antlaşmayla milliyetçilere uzlaşma önerisinde bulunurlarsa ve Mustafa Kemal bunu reddederse, yeni antlaşma önerisinin padişaha yapılmasını ve İtilaf Devletleri’nin desteğiyle padişahın halkın yardımına başvurmasını öneriyordu. (4) 

İngiltere Büyükelçiliği Baştercümanı Ryan’ın, 7 Şubat 1922’de Londra’ya gönderdiği “Mustafa Kemal Paşa’yı devirme planına” göre de Mustafa Kemal Paşa dışarıdan İtilaf Devletleri’nin askeri gücüyle değil, içeriden saltanatın gücüyle devrilecekti. Bunun için Sevr Antlaşması’na göre biraz daha makul bir barış antlaşması yapıp Padişah Vahdettin’e sunulacaktı. Bu antlaşmayı kabul eden padişah, milliyetçilerin bir kısmını kendi yanına çekip otoritesini yeniden kuracaktı. Arkadan da İtilaf Devletleri’nce desteklenecekti. İtilaf Devletleri, Türk halkının amaçlarına istekli gözüküp Sevr Antlaşması’nda yapılacak bazı değişiklikleri “tantanayla” ilan edecekler ve bunları kabul etmeyenlere karşı her türlü tedbiri uygulayacaklardı. Böylece Mustafa Kemal de kendiliğinden etkisizleştirilmiş olacaktı. (5)

Özetle İngiltere, Vahdettin’i kullanarak Mustafa Kemal’i devirmeyi planlıyordu. Saray ve hükümeti de bu İngiliz planına çok sıcak bakıyordu. 24 Ocak 1922 günü Sir Horace Rumbold, Sadrazam Damat Ferit’le görüştü. O görüşmede sadrazam, Türkiye için “adil bir barış antlaşması” teklif edilirse bunu hemen kabul edeceklerini söyledi. Böyle bir antlaşma halk tarafından sevinçle karşılana-cak ve Mustafa Kemal ve milli hareket etkisini kaybetmiş olacaktı. (6)

Bu plan Büyük Taarruz’dan yaklaşık altı ay önce yapılıyordu. 

VAHDETTİN, BOĞAZLARI İNGİLTERE’YE VERMEYİ TEKLİF ETTİ 

Padişah Vahdettin, 25 Mart 1922’de, yani Büyük Taarruz’dan 5 ay önce, İngiltere’ye bir teklifte bulundu. Aslında padişah bu teklifi, ilk olarak 13 Ocak 1922’de yapmıştı. O gün gizlice Prens Sami’yi İngiliz yüksek komiserine göndererek “Ankara’nın otoritesi yerine kendi otoritesini kurmak için İngiltere’nin manevi desteğini sağlamak istediğini” bildirmişti. Ancak İngiliz yüksek komiseri, padişahla görüşmeyi o sırada toplanacak Paris Konferansı sonrasına bırakmayı uygun bulmuştu.  

25 Mart 1922’de Padişah Vahdettin, Sadrazam Tevfik Paşa’yı gizlice İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a gönderdi. 26 Mart 1922’de Rumbold’un Curzon’a gönderdiği gizli yazıya göre padişah, İngiltere’ye şöyle bir teklifte bulundu:  

“Teklif şöyledir: İngiltere’yle Türkiye arasında bir antlaşma akdedilecektir. Antlaşma gereğince Türkiye, bütün milletlerin yararına, tarafsız olarak Boğazların serbestliğinin korunmasını İngiltere’ye verecektir. İngiltere bu amaçla kendi askerlerini ya da Türk jandarmasını kullanabilecektir. Türk hükümeti, Türk jandarmasını İngiltere’nin emrine verecektir. Hatta boğazların serbestisini korumak için gerekli toprak şeridinin idaresini de İngiltere’nin eline verecektir. (…)”

“Sultan, Berlin Kongresi sırasında, Rus müdahalesine karşı Anadolu’nun korunması garantisi karşılığında Kıbrıs’ın İngiltere’ye verildiğini hatırlatmaktadır. Bu uyuşma, öteki devletlerin haberi olmaksızın doğrudan doğruya İngiltere ile Türkiye arasında müzakere edilmiş ve toplantı halinde bulunan kongreye bildirilmişti.” (7)

Padişah Vahdettin, boğazların İngiltere’ye verilmesine karşı Edirne’nin Türkiye’ye bırakılmasını istiyordu.  

İngiltere, müttefiklerinden ayrı olarak böyle bir antlaşma yapamayacağını ileri sürerek bu teklifi kabul etmedi. 

İngiliz Arşivlerinde bulduğu bu belgeyi 1972 yılında “İngiliz Belgeleri İle Sakarya’dan İzmir’e” adlı kitabında yayımlayan Bilal Şimşir’in söz konusu belge hakkındaki şu yorumu dikkat çekicidir: “Osmanlı hanedanının son padişahı ne kadar da alçalabilmişti! Düpedüz bir memleket parçasını satmayı teklif ediyordu. İkinci Abdülhamit’in İngiltere’ye Kıbrıs Adası’nı verdiği gibi Sultan Vahdettin de boğazlar bölgesini vermeyi teklif ediyordu. İngiltere, Boğazlar bölgesinde kendi askerlerini bulundurabilecekti. Ama o kadarla da kalmayacaktı. Bu bölgenin idaresini de alacaktı. Kaldı ki, boğazları İngiltere’ye devretme teklifi Edirne’yi almak için yapılmıyordu. Asıl derin saik Mustafa Kemal korkusuydu. Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal yüzünden tahtının elden gidebileceğini anlamaya başlamıştı. Tahtını koruyabilmek kaygısıyla boğazlar bölgesini İngiltere’ye devretmeyi adeta yalvarırcasına teklif ediyordu.” (8) 

SON İHANET

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, vatanı, milleti kurtarmak için Büyük Taarruz’un hazırlıklarını yaparken Padişah Vahdettin de saltanatını kurtarmanın yollarını arıyordu. 

7 Ağustos 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, Padişah Vahdettin’le bir saat süren bir görüşme yaptı. İngiliz yüksek komiseri Rumbold, Vahdettin’le görüşmesinin ayrıntılarını şöyle anlatıyor:

“Sultan… milliyetçi liderlere karşı ağır hakaretlere başladı: Millici liderler bir hükümet değildir, isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar İttihat Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Çeşitli adlar altında ve bu arada ‘milliyetçilik’ adıyla kişisel çıkarları için bu memlekete hükmetmeye çalışan İttihatçılardır. Masum halkın vatanperverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları bakımından onlar Bolşevikten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim barış yapmaya ve bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır. Millicilerin gücü abartılıyor: Onların gücü, Yunanın Türk arazisini işgal altında tutmasından ve merkezi hükümetin sözünü geçirme olanaklarından yoksun bırakılmasından ileri gelmektedir. Yunanın geri çekilmesi ve boşalan arazinin kısım kısım meşru hükümete (yani saray hükümetine) teslim edilmesi millicileri güçsüz bırakacaktır. Bunun için müttefiklerin meşru hükümete (saray hükümetine) yardım etmeleri gerekir. Asileri (Mustafa Kemal ve Türk ordusunu) bastırma çabasında hükümet desteklenmelidir.” (9) 

Bunun üzerine Rumbold, “Ne gibi bir destek istediklerini” sorunca Padişah Vahdettin, işgal altındaki toprakların kendi hükümetine devredilmesi yanında, asileri (Mustafa Kemal’in önderliğinde vatan için savaşanları) bastıracak silahlı kuvvetlerin teçhizi için kolaylık gösterilmesinden, silah yardımı ve mali yardım yapılmasından ve deniz harekâtından söz ediyor. Böylece Kemalistlerin etkisiz hale getirileceğini söylüyor. Padişah Vahdettin daha sonra, Mustafa Kemal’in Mehmet Ali Paşa gibi isyan ettiğini belirtiyor. Fakat o zaman sultan olan dedesinin tek bir şahsın karşısında bulunduğunu, ama şimdi kendi karşısındaki milliyetçilerin bir grup olduğunu söylüyor. “İngiltere o zaman ayaklanmayı durdurmuş ve güçlük giderilmişti. İngiltere şimdi de durdurursa aynı sonuç alınacaktı…” diyor. (10) 

Padişah Vahdettin, 7 Ağustos 1922’de, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’la bu görüşmeyi yaptığında, 26 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz’un başlamasına sadece 19 gün vardı. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’yu düşmandan temizleyip vatanı, milleti kurtarmanın hesaplarını yaparken Padişah Vahdettin, İngilizlerden yardım alarak “isyancı” diye adlandırdığı milliyetçileri, Kemalistleri temizleyip kendini kurtarmanın hesaplarını yapıyordu. Bu sırada vatanı ve milleti ateşe atıyordu. 

Gerçek şu ki Büyük Zafer, sarayın, sultanın desteğiyle değil, sarayın sultanın ihanetine rağmen kazanıldı. 

30 Ağustos Zafer Bayramı’mız şimdiden kutlu olsun.

KAYNAKLAR - DİPNOTLAR

1. Salahi R. Sonyel, Gizli Belgelerle Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, 2007, s.109.

2. Sonyel, s. 128-129.

3. FO, 371/7853/E, 320, Rumbold’tan Curzon’a telgraf, 6.1 1922; Sonyel, s.160.

4. Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgeleri İle Sakarya’dan İzmir’e, İstanbul, 1972, s. 340-341; Sonyel, s. 160;

5. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C.1, İstanbul, 1998, s. 184; Şimşir, s.344-345. 

6. Şimşir, s. 341-342.

7. Antlaşmanın tüm maddeleri için bkz. FO, 371/7860, P.37-41. Ayrıca bkz. FO, 371/7859/E.3443; Şimşir, s. 388-390.

8. Şimşir, s. 391- 392.

9. Sonyel, s.187; Avcıoğlu, s.208; Şimşir, s. 401.

10. Şimşir, s.402-403.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları