Sinan Meydan
Sinan Meydan sinan.meydan@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Atatürk’ü ve Cumhuriyeti Anlamak

08 Kasım 2023 Çarşamba

“Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.” (Atatürk, 29 Ekim 1933, Onuncu Yıl Nutku’ndan)

Bu yıl Cumhuriyetimizin 100. Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 85. yıl dönümü; iki gün sonra 10 Kasım… Bu yıl 100 yaşını dolduran Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ümüzü bu 10 Kasım’da daha büyük bir özlemle, daha büyük bir minnetle anacağız. Çünkü 100 yıllık bu Cumhuriyeti ona borçluyuz. Bu arada ona gerçekten özlem ve minnet duyanların, onu doğru anlayanlar ve “En büyük eserim” dediği Cumhuriyetin anlam ve önemini iyi kavrayanlar olduğunu bilmek gerekir.  

Atatürk’ü doğru anlamak için her şeyden önce onun düşünce ve eylemlerini iyi bilmek ve bu düşünce ve eylemlerin yarattığı ulusal ve uluslararası etkiyi (Atatürk Etkisini) iyi kavramak gerekir. 

ATATÜRK DEVRİMLERİ ÇAĞIN GEREĞİDİR 

Atatürk karşıtları öteden beri -genelde dinsel bir bakışla- Atatürk’ün yaptığı devrimleri eleştirirler ve laik Cumhuriyete karşı çıkarlar. Oysaki Atatürk’ün yaptığı devrimlerle şekillendirdiği laik Cumhuriyet, çağın gereğidir; Türkiye, laik Cumhuriyet sayesinde çağdaş bir ülke haline gelebilmiş, bu sayede halk, -Müslüman nüfusa sahip diğer ülkelerde görülmemiş biçimde- insanca, uygarca bir hayata kavuşmuştur.    

Atatürk’ün vatan kurtaran, devlet kuran eylemleri, onun “aklını kullanma becerisinin” eseridir. Atatürk, her şeyden önce Türkiye’de aklı özgürleştirmiştir. Bunun doğal bir sonucu olarak da Cumhuriyetin temeline pozitif bilimi yerleştirmiştir. Bilimsel ve toplumsal gelişmenin önündeki engelleri ortadan kaldırmak için de laikliği benimsemiştir. Böylece Atatürk, laik Cumhuriyet ile Türkiye’de “akıl çağını” başlatmıştır. Uygar dünya “akıl çağını” yaşarken akla ve bilime aykırı “ilkel hurafelerle” ayakta kalmak, gelişmek, dünya ile yarışmak mümkün değildi. Böyle bir dönemde aklı kullanıp bilime başvurup çağdaş olana yönelmek dışında akılcı bir seçenek yoktu.  

Atatürk, Türkiye’yi çağdaşlaştırmak için peşi sıra devrimler yaptı, çünkü çağın ihtiyaçlarını karşılamayan dinsel hukukla siyasal, toplumsal, ekonomik ilişkileri düzenlemeye çalışmak uygar dünyanın gerisinde kalmaya mahkûm olmak demekti. Bu nedenle “Hukuk Devrimi” yapıldı, uygar dünyanın kullandığı çağdaş hukuk benimsendi.

Akıl ve bilim dışı medrese eğitimiyle, ilerlemeye kapalı Darülfünün öğretimiyle uygar dünya ile rekabet edebilecek “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek olanaksızdı. Bu nedenle “Eğitim Devrimi” yapıldı, okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, medreseler kapatıldı, yeni okullar açıldı, üniversite reformu yapıldı. Bilimsel bir eğitim öğretim sistemi kuruldu.  

Türkçenin yapısına uymayan, okuma-yazmayı zorlaştıran, uygar dünya ile iletişimi güçleştiren Arap harfleriyle toplumsal aydınlanmayı sağlamak olanaksızdı. Bu nedenle Harf Devrimi yapıldı. Türkçeye uygun Latin kökenli “Yeni Türk Alfabesi” kabul edildi. Millet Mektepleri kuruldu. Halkevleri açıldı. Bu sayede toplumsal aydınlanma sağlandı. 

Eski saat, eski ölçüler, eski tartılar, eski hafta sonu tatili ile uygar dünya ile sağlıklı siyasal, kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmak olanaksızdı. Bu nedenle eski ölçüler, eski saat, eski takvim, eski tartılar, eski hafta sonu tatili kaldırıldı, yenileri (uygar dünyada kullanılanlar) kabul edildi. 

Uygar dünyada bilim gibi sanatın da çok önemli bir yeri vardı. Batı’nın Aydınlanmasını sağlayan Rönesans sanatsal uyanışla başlamıştı. Cumhuriyetin kurulduğu çağda resime, heykele “put” gözüyle bakarak, tiyatroya, sinemaya karşı çıkarak toplumsal gelişmeyi sağlamak ve uygar dünyayı yakalamak mümkün değildi. Bunun için sanata önem verildi. 

Uygar dünyada kadınların da sosyal ve siyasal hayata katılmaya başladıkları bir çağda, kadınlara medeni ve siyasal haklar tanımadan toplumsal aydınlanmayı sağlamak ve gerçek demokrasiyi kurmak olanaksızdı. Bu nedenle zamanın en ileri medeni kanunlarından İsviçre Medeni Kanunu alındı, daha sonra kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 

Atatürk’ün ifadesiyle “üstü kaval altı şişhane bir kılık kıyafetle” uygar dünyanın bir parçası olmak mümkün değildi. Fes, “din ve iman” sembolü olmadığı gibi şapka da “dinsizlik” sembolü değildi. Yine Atatürk’ün deyişiyle “Medeniyim diyen Türkiye’nin hakikaten medeni olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle dahi medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar.” Bu nedenle “düşünüşüyle ve yaşayışıyla uygarlaşan Türk milletinin, giyinişiyle ve görünüşüyle de uygarlaşması için” “Şapka Devrimi” yapıldı.  

Özgür iradeyle hareket etmeye izin vermeyen, akla ipotek koyan, kayıtsız şartsız biat etmeyi öngören, bunun için dini kullanan tarikat, cemaat yapılanması gücünü korurken ülkeyi çağdaşlaştırıp, demokratikleşmek olanaksızdı. Bunun için tarikat ve cemaatler kapatıldı. Böylece aydınlanmanın, gelişmenin, demokratikleşmenin önü açıldı.  

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği bir ulus devletler çağında, ümmet bilinci içinde saraya, sultana kulluk düzenini devam ettirmeye çalışmak Türkiye’de yaşayan insanlara yapılmış en büyük kötülük olurdu. Bunun için ümmetten “ulusa”, kuldan “yurttaşa” dönüşü sağlayacak adımlar atıldı. Cumhuriyetin ilanı, tarih ve dil çalışmaları bu adımlardan bazılarıydı. Böylece Osmanlı’da sarayın kulları, Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit, özgür yurttaşları olarak “Türk Milleti”ni oluşturdu.  

Türkiye’de bu büyük dönüşümün mimarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kısacası bağımsız bir vatanda, “Türk Milleti” olarak bir araya gelip uluslaşmayı, özgür ve eşit biçimde yurttaş olmayı, Türkiye’de uygar yaşamın neredeyse tüm kazanımlarını Atatürk’e, Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyete borçluyuz. Bütün bunlara Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” felsefesiyle sağlanan -şimdilik yüz yıllık- kalıcı barışı da eklemek gerekir.  

ATATÜRK’LE ÖZDEŞLEŞEN DEĞERLER

Atatürk, ölümünün üstünden 85 yıl geçtiği halde hâlâ çok canlıdır; bugün ona yönelik büyük sevgi gösterileri ve ona yönelik saldırılar bu canlılığının iki yönlü kanıtı gibidir. Bugün “Atatürk sevgisi” ve “Atatürk karşıtlığı”, Atatürk’ün düşünce ve eylemleriyle kurduğu Cumhuriyetin temsil ettiği değerlerle ilgilidir.  

Türkiye’de Atatürk bitmeyen umuttur; başarma inadıdır; halka güvenmektir; tam bağımsız vatandır; yurt sevgisidir; Atatürk laik Cumhuriyettir. Laik Cumhuriyet ise özgür akıldır, pozitif bilimdir, özgür bireydir, ulusal egemenliktir, fırsat eşitliğidir, liyakattir, ulus bilincidir, çağdaş hukuktur, çağdaş eğitimdir, kadın haklarıdır, bacası tüten fabrikadır, ekili tarladır, üretimdir, kalkınmadır. Atatürk: Ağaç ve orman sevgisidir, yeşil bir çevredir, bilinçli köylüdür. Atatürk: Türkçedir. Atatürk: Tarih bilincidir. Atatürk: Sanat sevgisidir. Atatürk: Gülümseyen çocuktur, geleceğe umutla bakan gençtir, idealist öğretmendir. Salgın hastalıklarla mücadele eden doktordur. Atatürk: Barıştır. Atatürk: Çağdaş uygarlıktır. Atatürk: İnsanca yaşamaktır.           

Atatürk’ü sevmek, Atatürk’e sahip çıkmak aslında onunla özdeşleşmiş olan bütün değerleri sevmek, bütün bu değerlere sahip çıkmaktır. Bugün Atatürk düşmanlarınca adeta bir hakaret ifadesi olarak kullanılan “Kemalist” veya sonradan kullanılan şekliyle “Atatürkçü”, Türkiye’de bütün bu değerlere sahip çıkan insandır. Atatürk’e karşı çıkmak ise aslında bütün bu değerlere veya bunların bazılarına karşı çıkmaktır.  

KİMDEN ATATÜRKÇÜ OLMAZ?

Güçlükler karşısında umudunu kaybedenden, başarma inadı olmayandan, halka güvenmeyenden, vatanın bağımsızlığını, ulusun bütünlüğünü önemsemeyenden, antiemperyalist olmayandan, yurdunu sevmeyenden, laik Cumhuriyete karşı olandan, kendi aklını kullanmayandan, pozitif bilime değer vermeyenden, padişahçıdan, hilafetçiden, cemaatçiden, tarikatçıdan, ümmetçiden, siyasal İslamcıdan, ırkçıdan, mezhepçiden, darbeciden, kendi kaderini başkalarına teslim edenden, liyakate değer vermeyenden, “Türk Milleti” diyemeyenden, laik hukuka, çağdaş eğitime, kadın haklarına karşı olandan, ülkenin kalkınmasını önemsemeyenden, demokrasiyi sadece seçim ve sandık zannedenden, insan hayatına, ağaca, ormana, doğaya değer vermeyenden, halkın bilinçlenmesini istemeyenden, cehaleti yüceltenden, Türkçeye düşman olandan, tarih bilincine sahip olmayandan, sanatı sevmeyenden, barışın değerini bilmeyenden, değişen zamana uyum sağlayamayandan, geçmişe saplanıp kalandan, çağdaş yaşama karşı olandan; insanca yaşamayı beceremeyenden Atatürkçü olmaz.                

Atatürk’ü anlama çabası aslında Osmanlı’dan Cumhuriyete Türkiye’yi ve uygar dünyayı anlama çabasıdır. 

Şu bir gerçek ki; Türkiye’de Atatürk’ü, Atatürk’ün şekillendirdiği Cumhuriyet Devrimini yadsıyarak ne antiemperyalistlik ne çağdaşlık ne ilericilik ne solculuk ne milliyetçilik ne de demokratlık mümkündür. Türkiye’de tam bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, dolayısıyla demokrasinin, akılcı ve bilimsel yaklaşımın, kadın özgürlüklerinin, çağdaş yaşamın ve barışın temelinde Atatürk’ün düşünce ve eylemleri vardır. Bu topraklarda Atatürk düşüncesinden, Atatürk tecrübesinden ve onun laik Cumhuriyet birikiminden ilham almayan hiçbir politik ve toplumsal hareket Türkiye’yi çağdaşlaştırma ve ileriye taşıma potansiyeline sahip değildir.   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları