Türk-İran ilişkilerinde Erdoğan gölgesi

14 Ağustos 2015 Cuma

AKP iktidarının “değersiz yalnızlık” ve “komşularla sıfırı ilişki” politikasının etkileri Türk-İran ilişkilerinde de hissediliyor. Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in Türkiye ziyaretini son dakikada ertelemesi de bu açıdan manidar. Ortadoğu’nun kritik günler geçirdiği bir sırada bunu salt bir “programlama sorununa” bağlamak mümkün değil. Arka planda iki ülkedeki iktidar medyasında süren Erdoğan eksenli” kavga ise ilişkilerin normal bir seyir içinde olmadığını gösteriyor.
Türkiye ile İran bugün birbirlerinin önünü kesme çabasındalar ve bu mücadelede şu anda kimin önde olduğu ortada. İran’ın uluslararası itibarı yükselirken, Türkiye’nin itibarının nerelerde seyrettiğini anlamak için uluslararası medyayı -ki bundan sadece Batı medyasını kastetmiyoruz- takip etmek yetiyor.
AKP çevreleri hep kendilerine, dolayısıyla Türkiye’ye, karşı bir “algı operasyonundan” söz ediyorlar. Fakat “algı” dediğimiz “olgu” uluslararası ilişkilerin temel gerçeklerindendir. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” misali, bu algılar yaşanan olaylar ve söylenen sözlerle beslenir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıkıcı etkisini, yaşanan dönemsel gerginliklere rağmen her zaman diplomatik çerçeve içinde tutulmuş olan Türk-İran ilişkilerinde de görmek mümkün. Erdoğan’ın, bundan sadece birkaç yıl öncesine kadar bu ilişkileri, kemiklerine kadar işlemiş olan Batı düşmanlığını beslemek için kullandığını da bir “tutarsızlık örneği” olarak burada anımsamakta yarar var.
İran ile Türkiye aslında tarih boyunca rakip olmuşlardır. Şah, zamanında da böyleydi, Humeyni zamanında da. İran, İslam devrimi öncesinde bu rekabet “modernleşme” yarışı üzerinden yürürken, devrim sonrasında “İslamcılık” ve “laiklik” üzerinden sürdü. Fakat taraflar “karşılıklı çıkarlar” uğruna, ilişkilerinin kopma noktasına gelmemesine hep dikkat ettiler.
AKP iktidarı altında, özellikle de Suriye’deki gelişmeler nedeniyle, bu rekabet tümüyle farklı ve daha tehlikeli bir eksene oturmuş bulunuyor. Türkiye ile İran arasında bugün “terörizm” suçlamalarıyla bezenmiş olan aleni bir “mezhepsel üstünlük” mücadelesi var. Geçmişte İran’ı öven, “Başkalarında varsa İran’da niçin nükleer silah olmasın” diyen Erdoğan artık, mayıs ayında açıkça söylediği gibi, İran’ın “bölgeyi domine etme gayreti içerisinde olduğuna” inanıyor ve “bunun engellenmesi gerektiğini” düşünüyor.
Başka bir ifadeyle, İran’ın geçmişte İslami felsefesini Türkiye’ye yayma çabalarından gocunmayan Erdoğan, Tahran’ın laiklik ile yakından uzaktan ilgisi olmayan “radikal Sünni eksene” karşı zemin kazanmasını hazmedemiyor. İran medyasında son dönemde görülen Türkiye karşıtlığının odağında da zaten hep Erdoğan’ı görüyoruz. İran böylece, devlet kontrolündeki medyası üzerinden, kendisi için sorunun Türkiye değil, Erdoğan olduğunu anlatmaya çalışıyor.
AKP medyası da buna benzer tonda karşılık verip “İran’ın Haçlı Seferleri ve yeni Mekke Savaşı” gibi ilginç kavramlar üretiyor. Cumhuriyet’in Cevat Zarif’in yazısını yayımlamasını da kullanarak, Türkiye’de laikliği savunanlara sataşmayı ihmal etmiyor. Oysa karmaşık bir dönemden geçen bölgenin önemli bir siyasi şahsiyeti olan Zarif, yazısını kime gönderseydi “habercilik” adına yayımlanırdı.
Erdoğan’ın İran’a duyduğu büyük öfkenin nedenini anlamak zor değil. Tahran kendisinin “Sünnilik” adına bölgede ve özellikle de Suriye’de, oynamak istediği “kurtarıcı” rolü engelledi. Yani, söz konusu olan yine Türkiye’nin çıkarları değil, kişisel ihtirastır. Erdoğan’ın dış politika üzerindeki gölgesi kalkmadıkça bu durum değişmeyecektir.
Özetle, “değersiz yalnızlık” ve “komşularla sıfır ilişki” politikalarına devam…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları