Şahin Aybek

Vakıf üniversitesi akademisyenleri sömürüye ve şiddete maruz kalıyor!

25 Ağustos 2022 Perşembe

Türkiye’de vakıf üniversitelerinde korkunç şeyler yaşanıyor. Eğitimin geldiği bu durum tarif edilemez. Bilim yuvası olması gereken üniversiteler adeta özel sektör patronlarının bir nevi çiftliği haline geldi. Maddi ve manevi şiddete maruz bırakılan, mobbingin her türlüsü her şekilde yaşayan akademisyenler, tümü asgari ücrete çalışmak durumunda olan idari personeller ve en sonunda kamuoyunun da son dönemde yakından takip ettiği üzere fahiş ücretlerle sömürülmeye çalışılan öğrenciler. Bir kurum düşünün ki ne hocası, ne öğrencisi, ne de çalışanı mutlu değil. Vakıf üniversitelerinde yaşanan olayları bu yazıda anlatmaya çalışacağız.

Merhaba. Sizi tanıyalım.

İsmimi ve çalıştığım kurumu maalesef veremem. Zira ertesi gün işimden olabilirim. Korkunç bir baskı altındayız. İstanbul’da faaliyet gösteren bir vakıf üniversitesinde araştırma görevlisiyim.

Vakıf üniversiteleri akademisyenleri kimlerdir? Bu kurumlar nasıl bir tüzel kişiliğe sahip? Bizleri bu konuda aydınlatır mısınız?

Şöyle ki Türkiye’de iki tip üniversite vardır bilindiği üzere. Devlet ve vakıf üniversiteleri. Tüm üniversiteler YÖK’e bağlıdır ve bu doğrultuda faaliyet gösterirler. Devlet üniversitelerinde her şey standarttır. Bu üniversitelerde çalışan akademisyenler ile idari personeller devlet memuru statüsündedir ve maaşları devletin sağladığı ödenek ile günü gününde ödenir. Özlük hakları devlet tarafından eksiksiz sağlanır. Kanunun öngördüğü maaşı almaktadırlar. Ayrıca tüm devlet kadrolarına olduğu gibi maaşları da hem Ocak hem de Temmuz aylarında yılda iki defa olmak üzere enfLasyon oranında zamlanır.

Ancak vakıf üniversitelerinde durum farklıdır. Tekrar ediyorum bunlar “vakıf” üniversiteleri, “özel” üniversite değil. Kamuoyunda bunlar özel okul, tabİi ki kâr elde etmek isteyecekler ve bu doğrultuda davranacaklar diye yanlış bir kanı var. Bu kesinlikle hatalı. Özel okul statüsünde değiller, Türkiye’de özel üniversite diye bir şey yok. Bunlar vakıf üniversiteleri. Kanunen vakıfların kâr elde etme amacı olamaz. Bu kurumlar tıpkı devlet üniversiteleri gibi kamu hizmeti vermek mecburiyetindedir. Lakin ülkemizde kazın ayağı öyle değil elbette. Vakıf üniversiteleri kurulurken bir vakıf tarafından kuruluyor. Bu vakfın kurucuları okulu zaten başta kurarken kâr amacıyla kuruyor ve çeşitli yollarla buradan para aktarıyor ve servetlerine servet katıyorlar. Durduk yere kamu hizmeti vermek için üniversite açmıyorlar, bu işten para kazanma istekleri var.

Vakıf üniversitelerinin akademisyen alımları, tıpkı devlet üniversiteleri gibi olmakta. YÖK’e talep edilen kadro sunuluyor, YÖK’te onay verilirse kadro açılıyor ve Resmi Gazete’de ilan ediliyor. Kadroya gelen şartlara uygun başvurular sınava tabi tutuluyor ve süreç sonunda kazanan aday göreve başlıyor. Burada dikkat etmek istediğim husus ise şu. Personel alımları devlet üniversiteleriyle bire bir aynı. Zira vakıf üniversiteleri akademisyenleri de atama yoluyla kadroya giriyorlar. Özel sektörün sınavsız işe alımı gibi bir durumu yok. YÖKSİS’te kaydı olan, YÖK tarafından tanınan bir atama yoluyla göreve başlıyoruz. Hatta bu sebepten dolayı herhangi bir ihtilafta İş Mahkemeleri davalarımızı yetkisizlik sebebiyle reddediyor ve davalarımız İdare Mahkemeleri tarafından görülüyor. Aslında Türkiye’de vakıf üniversitelerinin statüleri de karman çorman bir durumda. Devlet kadroları gibi atanıyoruz, öyle görev yapıyoruz ancak diğer hiçbir konumuz devletle aynı değil. Maaşımızı devlet değil vakıf üniversitesinin sahipleri ödüyor. Sigortamız devlet kadrolarının yatırıldığı 4/C kolundan değil, özel sektör çalışanlarının yatırıldığı 4/A kolundan yatırılıyor. Devlet kadroları gibi herhangi bir derece/kıdem sahibi değiliz. 17 Nisan 2020 tarihinde çıkan 7243 sayılı kanundan önce yeşil pasaport hakkımız da yoktu, şu anda 15 yıl vakıf üniversitelerinde görev yaptıktan sonra yeşil pasaporta hak kazanabiliyoruz ancak bu süre, devletteki bir akademisyene göre gene çok daha uzun. Özlük haklarımız ve maaşlarımız da gene bahsi geçen aynı kanunla devlet üniversitesi akademisyenleriyle eşitlenmeye çalışıldı ancak kanuna uyan yok. Bizim de en büyük mağduriyetimiz buradan kaynaklanıyor aslında.

Bu kanun nedir? Vakıf üniversitesi akademisyenleri ne istiyor?

Şöyle ki, 1984 yılında Bilkent Üniversitesi ilk vakıf üniversitesi olarak kurulduktan sonra 90’lı yıllara kadar tek vakıf üniversitesiydi. 90’lı yıllarda bu sektörde bir açık gören iş adamları vakıf üniversitelerini tek tek açtılar. 1993 yılında Koç, 1994’te Başkent, 1996’da Yeditepe, 1997 yılında Doğuş ve Beykent, 1999’da Sabancı Üniversitesi kuruldu ve bu şekilde devam etti. Aslında son 15 yıla kadar vakıf üniversiteleri çok köklü ve büyük firmaların öncülük ettiği vakıflar tarafından kurulduğu için vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenler de çok iyi hocalardan oluşuyordu. Ancak son yıllarda çok ciddi oranda üniversite açılmaya başlandı ve doğal olarak hepsi bu kadar güçlü şirketler tarafından finanse edilmiyordu. Özellikle İstanbul’da hiçbir şekilde kampüsü olmayan, sadece bir binadan oluşan üniversiteler açıldı ve buralarda istihdam edilen hocalar da tabiri caizse üç kuruşa köle gibi çalıştırıldı ve hala daha öyle.

Durumun çok kötüye gittiği tarih olarak son 5 yılı söyleyebilirim. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olduğu zaman devlet üniversitelerinde çalışan akademisyenlere ciddi bir zam yapıldı ancak bu zam tabi ki vakıf üniversitesi akademisyenlerine yapılmadı. Devlet akademisyenleri sürekli olarak senede 2 kere zam alırken, vakıf üniversitesi akademisyenlerine bu zamlar senede 1 kere yapıldı ve doğal olarak makas iyice açıldı. Vakıf üniversiteleri özellikle mesleğe yeni başlamış araştırma görevlileri veya meslek yüksekokullarında ders veren doktorası olmayan öğretim görevlilerini çok düşük ücretlere çalıştırır oldular. Asgari ücrete dahi çalışan hocalar oldu. Örneğin, Ağustos 2019 tarihinde yani bundan tam 3 yıl önce, devlet üniversitesinde çalışan bir araştırma görevlisi net 6300 TL maaş alırken, vakıf üniversiteleri 2300 TL’ye araştırma görevlisi çalıştırıyordu. Hal böyle olunca devlet kadrosu bulan vakıf üniversiteleri akademisyenleri istifa edip gittiler, böylelikle okullarda eğitim kalitesi de düştü ve bu durum böyle sarmal gibi yıllarca devam etti.

Nisan 2020 yılına gelindiğinde ise YÖK, bu çağrılara ve isyana sessiz kalmayarak çok doğru bir adım attı. Bugün bir akademisyen olarak, o dönemin YÖK’üne cidden teşekkür etmek istiyorum. En azından bir adım atma cesareti gösteriler, bundan önceki tüm YÖK kurulları isyanımıza cevap dahi vermiyorlardı. Dönemin YÖK başkanı Prof. Dr. Yekta SARAÇ’ın uğraşları sonucu TBMM’de 7243 sayılı kanun çıkarıldı. 17 Nisan 2020’de çıkan bu kanuna göre vakıf üniversitesi akademisyenlerine artık “en az” devlet üniversitesi akademisyenleri kadar maaş verilmek zorundaydı. Ancak buna uyulmadı, vakıf üniversiteleri bu kanuna karşı çıktılar ve devlet üniversitesi maaşlarını gene ödemediler. Vakıf üniversiteleri açık açık Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarmış olduğu kanunu tanımadı ve yasadışı ödeme yaptılar.

Nasıl yani? Maaşlara zam olmadı mı?

Aynen öyle. 17 Nisan 2020’de yasa çıktığında akademide herkes şok oldu. Aslında biz akademisyenler de hazırlıksız yakalandık. O dönem toplu bir tepki vermeliydik ancak veremedik. Zira o dönem Covid-19 pandemisinin başladığı ve tüm ülkenin pandemiyi konuştuğu bir dönemdi, YÖK bahar dönemini kapatmıştı ve yüzyüze eğitime ara verilmişti. Zaten okullarda değildik, hepimiz evden çalışıyorduk. O dönem çoğu vakıf üniversitesi çalışanlarının bırakın maaşını arttırmayı, çoğunu ücretsiz izne çıkardı ve devletin o dönem çıkardığı kısa çalışma ödeneğine bağladı. Yani aslına bakarsanız akademisyenler “Kanuna uyulsun, maaşlarımız ve özlük haklarımız devlet üniversitesi akademisyenleri ile eşitlensin” diye ses çıkarmaya 2021 gibi başladı.

Kanun çıktığında vakıf üniversitesi sahiplerinin yani patronların çok ciddi bir lobisi oldu. Tabi duruma uyandılar ve personel giderleri bir anda neredeyse 3-4 katına çıkacağı için ciddi itiraz ettiler. Neye göre eşitleyeceğiz, kanun hatalı diye YÖK’e baskı uyguladılar. Ancak kanun hükmü çok açıktı, akademik unvana göre net maaş eşitlenmesi gerekiyordu. Baskıya dayanamayan YÖK, 5 Mayıs 2020’de de bir karar aldı ve “eşitleme için baz almanız gereken ücret, -eğer akademisyen bunu kabul ediyor ise- net veya brüt ücret olabilir” dedi. Yani devletin net maaşı, bizim net maaşımız olması gerekirken, kanunda bir açıklık yarattı ve devletin brütü, bizim brütümüz hatta daha ileri gidiyorum devletin neti, bizim brütümüz yapılabilir hale geldi.

İlerleyen dönemde YÖK yazısı beklemeden bazı üniversiteler adım attılar. Gerçekten maaşları birebir eşitleyen de oldu, kulağının üzerine yatıp hiç zam vermeyen de. Geldiğimiz noktada bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda vakıf üniversitesi maaş eşitlemesi yaptı. Kanun çıkalı neredeyse 2.5 yıl olacak ancak hala daha çoğu vakıf üniversitesinde binlerce lira eksik maaş ödeniyor.

Dava açan arkadaşlarımız oldu, haklarını mahkeme yoluyla almayı başaranlar oldu. Ancak durum karmakarışık. YÖK, 9 vakıf üniversitesine nisan ayında soruşturma başlattı ve geçtiğimiz temmuz ayında soruşturmanın bittiğini ve gerekli işlemlerin yapıldığını söyledi ancak Temmuz 2022’de de eksik maaş almaya devam ettik. Örneğin, İstanbul’da görev yapan bir devlet araştırma görevlisinin bugün net maaşı 14.470 TL ancak bu rakamı net olarak ödeyen üniversite sayısı sadece 4. Geri kalan tüm vakıf üniversiteleri bunun kat be kat altında ödeme yapıyor. Sadece bizler de değil, Dr. Öğretim Üyeleri, Doçentler, Profesörler… Tüm akademisyenler alması gereken kanuni maaşı alamıyor. Kişisel çabalarımız sonuç vermiyor. Beğenirseniz çalışırsınız, beğenmezseniz kapı orada deniyor. YÖK’ün okullara bir yaptırım uygulamasını bekliyoruz ancak oradan da bir ses seda çıkmıyor. Profesör olmuş koskoca bilim insanları, senelerce ders vermiş ve ülkeye kalifiye insan yetiştirmiş hocalar üç kuruşa çalışmaya devam ediyor.

Peki başka? Vakıf üniversitelerinde maaş sıkıntısı hariç başka problemler var mı?

Kesinlikle evet. Özlük haklarımızın verilmemesi bir yana son dönemlerde gittikçe artan mobbing ve sömürü ile de karşı karşıyayız. Aslında bu durum maaşla benzeşmiyor. Vakıf üniversitelerinde kanuni maaşı veren çok az sayıda üniversite var orada çok büyük bir kesim rahatsız ancak mobbing ve iş tanımı dışında başka bir iş yaptırma, angarya gibi durumlar okuldan okula farklılık gösteriyor. Köklü ve belirli bir kurum kültürüne sahip vakıf üniversitelerinde bu durumlara daha az rastlanırken, özellikle son dönemlerde açılan ve demin de bahsettiğim “apartman üniversitelerinde” mobbingin alası yapılıyor.

Örneğin, tanıtım günleri. Yakın zamana kadar üniversite tercih zamanlarıydı ve bildiğiniz gibi öğrenciler YKS sonuçlarına göre tercih yaptılar. Türkiye’deki tüm vakıf üniversiteleri bu tanıtımlara büyük önem verirler çünkü onların okulunu tercih edip, kayıt yaptıracak her bir öğrenci, onlar için potansiyel para kaynağı demektir. Tanıtım günlerinde zorla akademisyenler görevlendirilir ve hocalara, öğrencileri ikna edin diye baskı yapılır. Hocalar haftanın her günü dönüşümlü olarak görev yaparlar. Tezinizi yazıyor olmanız ya da akademik bir çalışmanın tam ortasında oluşunuz okulu zerre ırgalamaz, işinizi bırakıp öğrenci ikna masalarında, tercih yapacak öğrenciyi okula kazandırmalısınız. Akademisyenler Cumartesi-Pazar dahil herhangi bir fazla mesai ücreti almadan, bedava olarak sabahtan akşama kadar çalışırlar. Bir doçenti, satış temsilcisi olarak görebilirsiniz o masalarda. Görevi reddetmek mümkün değildir, bunu yapan akademisyene orayı cehenneme çevirirler.

Mesai saatlerine giriş çıkışın çok sıkıntılı olduğu vakıf üniversiteleri söz konusu. Örneğin, benim bizzat bildiğim bir üniversite, akademisyenin okula giriş yaptığı ve kartını basarak turnikeden geçtiği saati not alıyor. Akşam mesai bitimi çıkarken ki saatini de not alıyor. Ay sonunda bu giriş çıkış saatlerine bakılıyor ve diyelim ki sabah 8’de başlayan mesaiye akademisyen sabah 9’da gelmiş. Bu kişinin 1 saatlik ücretini hesaplayıp maaşından kesiyorlar. Bu denli delirmiş durumdalar. Ki burada bir parantez açayım Yargıtay içtihadına göre akademisyen herhangi bir mesaiye tabi tutulamaz, akademisyenlik mesleğinin bir mesai saati olamaz. Bu hukuki mahkeme kararıdır. Ancak tabi ki bu da dikkate alınmıyor. Geç kalamaz, erken çıkamazsınız.

Bunun yanında bazı üniversitelerde mesai saatleri içinde mobbing uygulandığı oluyor. Örneğin, yazıcı kullanımına tasarruf sebebiyle kota konuluyor. Akademisyensiniz ve en önemli işiniz zaten makalelerle, kitaplarla. Ancak olmaz, giden toner masrafını düşünmek zorundasınız. Yaz günlerindeyiz ama klimayı açmayın, camları açın. Işıkları da kapatın diye dekan yardımcısı tarafından uyarıldığımız oldu. Bunun gibi küçük gözüken ancak kesinlikle art niyet taşıyan mobbingler oluyor.

Geçtiğimiz aylarda bir vakıf üniversitesinde toplu işten çıkarma meydana geldi, hatta bu haberlere de çıktı. Maaşlarının devlet üniversitesi akademisyenleriyle eşitlenmesini isteyen ve bu taleplerini dilekçe ile okula veren 60’a yakın araştırma görevlisinin işine son verildi. Düşünün, nice zorluklara okuyorsunuz. Aylarca hatta yıllarca çalışıyor, sınavlara giriyor ve kazanıyorsunuz, kadroya giriyorsunuz ve görev yaptığınız kurumda sizin hakkınızı yiyorlar. Üstelik fazlasını değil sadece “kanuni hakkınızı” istiyorsunuz, bakın tekrar söylüyorum, fazlası değil kanunen hak ettiğiniz ücreti istiyorsunuz. Sonuç ne? Sizi bir günde işten atıyorlar. Onca emeğinizi, gayretinizi, alın terinizi hiçe sayarak görevinizden atılıyorsunuz. En üzüldüğüm nokta bu. Bugün ülkede geldiğimiz noktada hakkımızı istememiz dahi suç. Sesimizi dahi çıkaramıyor oluşumuz bni çok üzüyor.

Vakıf üniversiteleri öğrencilerinin de bir protestosu oldu geçtiğimiz günlerde. Özellikle Öğrencilere fahiş fiyat uygulandığı doğru mu? Bunun yanında vakıf üniversitelerinde çalışan idari personel ne durumda?

Öğrencilere gerçekten ciddi bir fiyat farkı uygulanmış. Bunu ben de sosyal medyadan takip ettim. Vakıf üniversitelerinin sözleşmelerine uymamaları ve öğrenciye bu davranışı yapmaları karşısında şaşırmadım. Zira devletin kanununa dahi uymayan yerlerden söz ediyoruz. Sanırım bazı üniversiteler geri adım attılar. Birkaç üniversitede böyle fahiş fiyat artışı gerçekleşti. Umarım öğrenciler de hakkı olanı alır.

Benim burada değinmek istediğim nokta, öğrenciler ve ailelerine bu durumun profesyonelce yansıtılması gerektiği. Eğer kurum olarak bu kadar amatörce davranıp, karşılığında bu protestoyu yiyorsanız, yarını da düşünmek zorundasınız. Bu öğrenciler dönem başlayınca okula gelecek ve bu fiyatlardan dolayı zaten okula bilenmiş olacak. Bu öğrencileri bizler eğiteceğiz ve derslerine gireceğiz; bu durumda öğrencinin de aklında “ben bu okula para veriyorum, bu hocada benim paramla çalışıyor” fikri doğacaktır. Bunu son derece tehlikeli ve sakıncalı buluyorum. Her ne kadar üniversite, fikirlerin özgür olması gereken bir ortam olsa da eğitim öğretim kurumlarında hoca ve öğrenci ayrımı muhakkak olmalı ve belirli bir disiplin sağlanmalıdır. Aksi takdirde orada sağlıklı bir eğitim olmaz. İşin bu boyuta gitmesinden dolayı ben dahil çoğu akademisyenin rahatsız olduğunu biliyorum. Kendini bilmez bazı öğrenciler bu protestolarda “sizin maaşınızı biz veriyoruz, çıkın konuşun” diye hocaları da tehdit etmişler. Bunu asla öğrencilerin haklı protestosunu baltalamak için söylemiyorum. Burada hatalı olan üniversiteler, öğrenciler değil. Bu yanlış imajı düzeltmesi gerekiyor vakıf üniversitelerinin.

Bir diğer sorunuza gelirsek, vakıf üniversitelerinde çalışan idari personelde de çok ciddi bir memnuniyetsizlik var. Orada durum daha beter. Bildiğim kadarıyla bir üniversitede bir günlük iş bırakma eylemi düzenlediler. Bunun sebebi ise orada hiçbir maaş adaletinin olmayışı. Tüm personeli asgari ücretle çalıştırıyorlar. Bu çalışma barışını direkt olarak engelleyen en önemli faktördür. Çalışanlar arasında muhakkak fark olmalıdır başka türlü hiyerarşiyi sağlayamazsınız. İki kişi düşünün birisi lisans mezunu, 10 yıldır memur olarak çalışıyor ve vakıf üniversitesinin bir idari biriminde yetkili. Diğeri ise henüz geçen ay işe başlamış, tecrübesi ve vasfı olmayan, eğitim seviyesi ilköğretim olan bir destek personeli. Bu iki kişi aynı maaşı yani aylık 5500 TL asgari ücret alıyor. Şimdi bu durumu nasıl açıklayabilirsiniz? Asla insanları hakir gördüğüm için söylemiyorum ancak bu iki çalışanın aynı seviyede olmaması gerektiği ortada. Ancak ortada olan fiili durum bu. Duyduğum kadarıyla bir üniversitede çok ciddi oranda idari personel istifa etmiş, sebebi ise herkese asgari ücret verilmesiymiş. YÖK’ün çıkardığı kanun sadece akademisyenlerin maaşının devlet üniversiteleri akademisyenleriyle eşitlenmesi hükmünü barındırıyor ancak burada da eksiklik olduğu ortada. Vakıf üniversitesi idari personelleri de tıpkı devlet üniversitesi idari personelleri gibi aynı maaşlara ve aynı özlük haklarına sahip olmalıdır.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

Umarım bu isyanımız yerine ulaşır. Artık gerçekten geçinemeyecek ve çalışamayacak noktadayız. Bu kurumlarda on binlerce öğrenci üniversite eğitimi alıyor ve onları eğiten akademisyenlerin durumu böyleyken, ne eğitim seviyesi belli bir yere gelir ne de ülke gelişir. Artık söz değil çözüm bekliyoruz. Teşekkür ederim.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları